İçinden geçtiğimiz dönem Türkiye siyasetinin geleceğinin şekillenmesinde önemli bir yer tutuyor. Siyasette olup biten çok kısa dönemli bakış açıları ile ele alındığı için meselenin önemi bugün tam anlaşılmıyor.
Çok mekanik bir şekilde bakıldığında siyaset kendini 2019’da yapılacak seçimlere hazırlıyor. Seçimlerin sonucunda ortaya çıkacak oy oranına göre bir taraf seçimin galibi, diğer taraf ise mağlubu olacak.
Ama mesele bu kadar basit değil.
Siyasi partiler, 2019 seçimleri için hazırlanırken uzun dönemli etkisi kalıcı olacak siyasal alanı da yeniden yapılandırıyor.
2019 seçimleri yeni hükûmet sisteminin ilk seçimleri olduğu için bu süreçte oluşan siyasal alan, kurucu bir mahiyet arz edecek. Sonraki yıllarda siyasal hayat bu kurucu dönemin izlerini taşıyarak şekillenecek.
***
Son bir sene içinde Türkiye siyasi hayatını çok ciddi şekilde etkileyen iki önemli gelişme yaşadık: 15 Temmuz darbe girişimi ve hükûmet sisteminin değişimi.
Bu iki gelişme toplumun siyaset algısını önemli oranda değiştirirken; siyaseti de yapısal ve işlevsellik anlamında zorunlu olarak değişime zorluyor.
İlk gelişme, toplumun daha geniş kesiminin “yerli ve millî siyaset tarzı”nda şekillendirilmesini mümkün kılarken; ikinci gelişme siyasette mutlak kazanmanın ancak yüzde ellinin üzerinde oy alınarak sağlanabileceğini zorunlu hâle getirdi.
Bu yeni iki gerçeklik karşısında Türkiye’nin toplumsal yapısı, muhafazakâr seçmen lehine asimetrik durumunu muhafaza ediyor. Konjonktürel olarak bu asimetride küçük değişimler söz konusu olsa da, en nihayetinde siyasetin sonucunu doğal olarak bu yapı belirliyor.
Yeni siyasal sistem, mutlak kazanma ve kaybetmeyi getiriyor.
Bu açıdan bakıldığında, yüzde altmışbeşin karşısındaki yüzde otuzbeşlik kesimi önce kendi içinde konsolide etmek ardından da yüzde elliye çıkarmak gerekiyor. Ama bu hiç de kolay değil.
Yüzde otuzbeşlik kesimin taşıyıcılığını doğal olarak yüzde yirmibeşlik CHP yapmak zorunda. Eskiden CHP iktidar olamasa da mevcut oyunu korusa bile siyasette işlevini yerine getirebiliyordu. Ancak yeni sistemde mevcut oyunu koruması bir anlam ifade etmiyor.
İşte bunun farkında olan CHP yönetimi, 2019 seçimleri için çıkış yolu arıyor. Oy alabileceği bir potansiyel olarak HDP tabanını görüyor. Barajı geçemeyeceğini varsayarak HDP tabanını mümkün olduğunca CHP için hazırlamaya çalışıyor. CHP’nin söylem ve eylemlerini HDP siyaseti ile uyumlaştırmaya uğraşıyor.
Terörle mücadele konusunda ve SİHA meselesinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun muğlak tutumunun nedeni de budur.
Sezgin Tanrıkulu’nun CHP içinde öne çıkması ve HDP siyasetinin CHP’de taşıyıcılığını yapması tam da bu siyasal ajandanın sonucudur.
Geçmiş dönemlerde Sezgin Tanrıkulu, SİHA meselesindekine benzer bir siyasal duruş geliştirseydi parti içinde çok daha sert eleştirilere muhatap olurdu. Hatta kendi siyasal geleceğini düşünerek, terör örgütü PKK’ya arka çıkan söylemleri bu açıklıkta dile getiremezdi.
Ama HDP tabanına yaklaşma sürecinde CHP’nin kendisine ihtiyaç duyacağını varsaydığı için bu kadar rahat hareket edebiliyor.
Diğer taraftan CHP yönetimi, geleneksel Kemalist CHP seçmenini öfkelendirmek de istemiyor. Bu kesimin gönlünü hoş tutmak için AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını sürekli yeni eylem biçimleriyle güncellemeye çalışıyor. Bu eylemlerle geleneksel CHP tabanını ve parti içi muhalefeti “oyala ve meşgul et” taktiği ile yönetmeye çalışıyor.
CHP’nin 2019’u bir ölüm kalım meselesine çevirmesi, ilkesellikten uzak, pragmatist ve popülist siyaset izlemesini zorunlu kılıyor. Böyle bir siyasal anlayış maalesef siyasetin uzun dönemli dinamiğini etkileyecek ve bozacak pratikleri de beraberinde getiriyor.
[Türkiye Gazetesi, 19 Eylül 2017].