Diyarbakır, Şırnak, Hakkari, Van ve Bingöl Cumhuriyet Başsavcılıklarının talimatları doğrultusunda, Demokratik Toplum Kongresi (DTK), KCK ve 6-8 Ekim olaylarına yönelik soruşturmalar kapsamında ifade vermeye gitmedikleri için aralarında HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ'ın da bulunduğu 12 milletvekili gözaltına alındı.
İlk açıklama PKK’dan geldi. Dağ kadrosunun siyasi yansıması olan ve bunu inkâr etmeden savunan HDP’li milletvekilleri gözaltına alınır alınmaz, bağlı oldukları küresel terör örgütü PKK ilk hamlesini yaptı; Diyarbakır’ın merkez Bağlar ilçesinde Terörle Mücadele ve Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü'nün içerisinde bulunduğu ek binaya bombalı araçla saldırdı. İkisi polis olmak üzere sekiz kişi şehit oldu. Yedi vatandaşımızın ise durumu ağır.
Hatırlayalım. HDP’li milletvekilleri, dokunulmazlıkları kaldırıldıktan sonra ifade vermeye çağırıldılar ve fakat haklarındaki resmî kararı görmezden geldiler. Kale almadılar. Hukuku çiğnediler. Herkese uygulanan hukuktan rahatsız oldular. Dillerinden düşürmedikleri eşitlikten rahatsız oldular. Çünkü akıbetlerinin böyle olacağını beklemiyorlardı. At gözlüklerini çıkarmadıkları için Türkiye’deki değişimin farkında değillerdi. 15 Temmuz’da Türk milletinin tüm dünyaya verdiği mesajı anlayamamışlardı. Milletin, ülkedeki birlik ve bütünlüğü zedeleyecek her türlü hâl, kal ve davranışa sessiz kalmayacağını, seçtiği yöneticilerin de bu nevi durumlara sessiz kalmalarını sindirmeyeceğini anlayamadılar. Çünkü eski Türkiye’de yaşadıklarını zannediyorlardı.
Bu zan ile;
Selahattin Demirtaş “PKK'lıların cenazesine katılmayan HDP'li milletvekilleri hakkında soruşturma açılacağını” söyleyebiliyordu. Figen Yüksekdağ "PKK bir halk özgürlük hareketidir. Aynı zamanda demokrasi ve eşitlik mücadelesi veren bir örgüttür... Uyguladığı program terör değildir" diyebiliyordu. Çünkü Figen Yüksekdağ ve yoldaşları sırtlarını millete değil YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyor ve bunu alenen söylemekten çekinmiyorlardı. Abdullah Zeydan, Türk jetlerinin terör örgütü PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarını bombalamasının ardından “PKK, Türkiye’yi ve Orta Doğu’yu güller bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış barış ve halk hareketidir. Eğer PKK Türkiye’yi güller bahçesine çevirmek istemeseydi, PKK’nın öyle bir gücü var ki, sizi tükürüğüyle boğar” diyebiliyordu. Leyla Birlik, Türkiye’nin Kürtlere soykırım yaptığını ve bunun, bütün Avrupa’ya duyurulması gerektiğini vaaz ederken, Ferhat Encü, Mehmetçiğimize “Siz zaten lekelisiniz, defolun gidin” diyebiliyordu. Sırrı Süreyya “PKK’nın çok demokratik bir yapı”ya sahip olduğunu ispat etmeye çalışırken, Gülser Yıldırım, PKK'nın ilk silahlı eylemini yaptığı 15 Ağustos 1984'ü "kutsal" bir gün olarak ilan ediyor ve PKK’lıları, "kahraman şehitler" listesinin başına yazarak, her birinin hatırası önünde saygıyla eğiliyordu. Nursel Aydoğan, PKK’nın bir terör örgütü olmadığını herkese bildirmek için, canla başla mücadele ediyor, bu bağlamda PKK’nın, 30 yıldır Kürt halkının kimliği, ana dili, özgürlüğü için mücadele eden bir örgüt olduğunu iddia ederken; Tuğba Hezer “Türk bayraklarını hendeklere gömme” aşkıyla yanıp tutuşuyordu.
Ne olduysa hep bu zanlardan oldu!
Fırat Kalkanı Operasyonu ile Türkiye hem sahada hem masadaki varlığını gösterdi. Yeni ve güçlü Türkiye olarak uluslararası alanda, yanı başında kendisini tehdit edecek şekilde kimsenin at koşturmasına müsaade etmeyeceğini ortaya koydu. Şimdi ise sırtını milletine dayayarak 15 Temmuz sonrası başladığı iç temizliğine devam ediyor. Milleti, tarihi, masum insanları hedef alarak, kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışanlara karşı, ucu kime dokunursa dokunsun, ciddi bir operasyon gerçekleştiriyor.
Hukuk herkese karşı eşit olarak işliyor!
[Türkiye, 5 Kasım 2016].