HDP eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır eş Belediye Başkanı Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'nın gözaltına alınmasının ardından yaptığı açıklamada AK Parti'yi "bir kez daha" DEAŞ'a benzetiyordu. FETÖ'nün 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ve Türkiye'nin dış politika hamlelerinin ardından dağılan muhalefet, AK Parti'yi sınırlandırmaya yönelik kullandığı "radikal İslamcı" söyleminin yerine son dönemde "faşizm"i kullanmaya başlasa da bir şekilde laikçi kimlik etkisini hissettiriyordu. Keza, CHP de dahil olmak üzere Türkiye'de muhalif siyasi ve toplumsal kesimlerin günümüzdeki temel problemi, ülkede kendilerine avantaj sağlayacak bir kutuplaşma yaratamıyor oluşları. Buna yönelik olarak AK Parti'nin "yerli ve milli" siyaseti karşısında muhalefetin kendi toplumsal tabanını hareketlendirmek ve genişletmek için "faşizm" ve "laiklik" vurguları üzerinden yeni bir kutuplaşma yaratma ve siyasi blok oluşturma -"milliyetçi-dindar faşizm" karşıtlığı şeklinde ifade edilmekte- çabası içerisinde olduğu gözlemleniyor. Bu kutuplaştırma çabasının şimdilik toplumda makes bulduğunu söylemek zor. Fakat olası bir başkanlık referandumuna muhalefetin saflarını sıklaştırarak, yani CHPHDP evliliğini bir kez daha en somut haliyle tazeleyerek, bu söylemle gireceğini kestirmek zor değil.
LAİKÇİ SİYASET
Ancak öncelikle PKK-HDP siyaseti için laiklik söyleminin daha özel bir anlamı olduğunu belirtmek gerekiyor. Laik kimlik vurgusu Marksist ideolojinin etkisiyle PKK çizgisindeki siyasi partilerin sürekli gündeminde oldu. Lakin laik kimlik vurgusu son yıllarda iki faktörden dolayı HDP siyasetinin daha da merkezinde yer almaya başladı. Bunlardan ilki, Batı'nın demokrasi- otoriterlik çatışması tezi istenmeyen sonuçlar üretince bunun yerine Ortadoğu'ya yönelik ürettiği laik kimlik-radikal İslam çatışması tezinin, Arap Baharı sonrasında oluşan elverişli siyasi ortamda otonom bir Kürt ulus-devleti kurulabilmesi adına sahiplenilmesiydi.Türkiye de dahil olmak üzere bölgede tüm statükocu güçlerin -Kemalizm ve türevlerinin benzer bir söylemle hareket ettiğini ve bu söylemle ulusal ve bölgesel demokrasi taleplerine ve değişime direndiğini not etmek gerekir. Gerçekten de laik kimlik vurgusu bölgenin otonomi ve demokrasi taleplerini bastırmak için işlevsel kılınan bir silah haline geldi. Böylece, dipten gelen tüm toplumsal hak ve özgürlük talepleri, yeterince laik olmadığı gerekçesiyle demokrasi fikrine (sözde) zarar vermeden ekarte edilebilmektedir. Bu anlamda, AK Parti'nin tüm yerli terör örgütleri ve bunlarla dirsek teması içindeki siyasi parti ve toplumsal muhalif güçler tarafından DEAŞ ile özdeşleştirilme çabası anlam kazanmaktadır.
İkincisi ise, PKK çizgisindeki siyasi partilerin varlık nedeninin ortadan kalkmış olmasıdır. Hatırlanacağı üzere bu partileri var eden topluma laik -milliyetçi bir kimlik dayatan Kemalist bürokratik merkezin varlığıydı. Toplumun etkisine kapalı ve otoriter bir siyaset üreten bu devlet -toplum ayrışmasına dayalı siyasi yapı, AK Parti'nin çevreyi toparlayan, merkez ile çevre arasındaki bariyerleri kıran ve merkeze yerleşip dönüştüren devrimci siyasetiyle peyderpey dağıldı. Merkez, çevrenin temsilcisi konumundaki AK Parti tarafından muhafazakâr- demokrat kimlik temelinde belirlenmeye başladı. Aynı zamanda, AK Parti dışlanan Kürt kimliğini tanıma ve demokratik hak ve özgürlüklerini genişletme yolunda çok ciddi adımlar attı.
Böylece, PKK -HDP çizgisindeki siyasetin önünde iki seçenek yer aldı. Bunlardan biri kendisi de bir çevre hareketi olarak AK Parti ile yeni bir siyasi düzenin inşasına girişmek. Diğeri ise, Türkiye'den kopup kendi ulus -devletini kurmak için merkezin eski sahipleri Kemalistler de dahil olmak üzere tüm muhalif gruplarla iş birliği yapmak. Son yıllarda bu iki farklı eğilimin de zaman zaman PKK -HDP çizgisinde ön plana çıktığını gördük. Ancak zamanla ikinci eğilimin, özellikle AK Parti'nin ülkede iktidar haline gelmesinin uluslararası toplumda yarattığı endişe ve Suriye'de bir Kürt ulus- devleti için fırsatların doğmasıyla, ağırlık kazandı. Bu noktada, PKKHDP'nin merkezi tutan AK Parti ile arasına sınır çizmesi ve fark üretmesi durumu ortaya çıktı. Daha önce Kemalist merkeze karşı ağırlıklı olarak demokrasi ve özgürlükler söylemi üzerinden bir siyaset geliştiren PKK- HDP, muhafazakâr- demokrat AK Parti'ye karşı uluslararası ve bölgesel konjonktürün de etkisiyle ağırlıklı olarak laik kimlik ve laikçi söylemi ön plana çıkarmaya başladı.
DEVLET DİŞ GÖSTERDİ
Dolayısıyla, PKK -HDP Türkiye'de bir süredir mayalanan laikçi muhalif siyasi bloğun önemli bir unsuru olarak yer almaktadır. Bu minvalde, 7 Haziran 2015 seçimleriyle başlayan ancak PKK'nın Temmuz 2015'te "devrimci halk ayaklanması" ilan etmesi ve bunu takiben devletin terör operasyonlarıyla sekteye uğrayan CHP- HDP yakınlaşmasının taşlarının yeniden döşenmeye başlandığı gözlemlenmektedir.Hatırlanacağı üzere, 1 Kasım seçimlerine gidilen süreçte devlet Kürt vatandaşların yoğun yaşadığı bölgelerde otoritesini hissettirmeye başlamıştı. Hatta bu güvenlik odaklı siyaset AK Parti'nin bu bölgelerde PKK- HDP karşısında kaybettiği mevzilerin bir kısmını kazanmasıyla sonuçlanmıştı. Öyle ki, HDP'nin bir an için baraj altı kalması bile söz konusu olmuştu. Terörle mücadele sürecinde ayrıca, teröre destek olan belediyelere kayyum atanması gündeme geldi ve bazılarına kayyum atandı. Daha sonra yapılan bir anayasa değişikliğiyle milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması ve yargılanmanın önü açıldı. Yine, 15 Temmuz sonrasında OHAL ile birlikte tüm terör örgütleriyle mücadele kapsamında yazılı ve görsel medya organlarına yayın yasağı ve kayyum atanması eklendi. Elbette buna Suriye'de PYD güçlerine karşı son aylarda başlatılan aktif askeri mücadele de eklenmelidir. Ve en son olarak, Kışanak'ın gözaltına alınmasıyla daha üst düzey HDP'li yetkililere dokunulmaya başlandı. Demirtaş'a da son yaptığı açıklamalar nedeniyle soruşturma açılmış bulunuyor.
Burada HDP için ürpertici olan devletin bu süreçteki tüm bu diş göstermelerine kendi destekçileri de dahil geniş Kürt sosyolojisinden ciddi bir tepkinin gelmemesi, hatta belli ölçüde olumlu karşılanmasıdır. Barışa ramak kala PKK'nın hayalperest bir siyasete ve şiddete yönelmesinin böyle bir tepki yaratmış olması şaşırtıcı değil. Önümüzdeki süreçte HDP'nin bu daralmayı Kürt milliyetçiliğini geri plana itip Türk soluna yeniden ve daha güçlü bir şekilde açılarak aşmaya çalışacağını görebiliriz. Başkanlık referandumuna gidilen süreçte 7 Haziran öncesine benzer şekilde "seni başkan yaptırmayacağız" sloganı etrafında yeni bir CHP -HDP yakınlaşması olacaktır. Elbette bu, CHP'nin zaten gündemde olan terörle arasına mesafe koyamaması problemini daha da akut hale getirecektir. Hatta tabanda "CHP, PKK -HDP'nin payandası mı" sorusu eşliğinde belli bir tepkinin oluşması -ki son dönemde "yeni devlet" ile ilişkiler bağlamında Kemalist kesimde kısmi bir parçalanma gözlemlenmektedir- beklenebilir.
[Sabah Perspektif, 29 Ekim 2016].