SETA > Yorum |
Vize Krizi ve DEAŞ Sonrasında Türk-Amerikan İlişkileri

Vize Krizi ve DEAŞ Sonrasında Türk-Amerikan İlişkileri

Trump yönetimi Irak’ta Barzani’yle ve Suriye’de YPG’yle alabileceği yolun sınırlı olduğuna ve İran’a karşı geleneksel müttefikleriyle çalışması gerektiğine karar verirse, ABD politikalarının sahadaki etkin aktörleri desteklemekten geleneksel müttefik devletlerle çalışmaya doğru evrilmesini bekleyebiliriz.

Türk-Amerikan ilişkilerinde uzun zamandır yaşanan problemler en son vize kriziyle doruk noktasına ulaştı. Vize krizinin kısa zamanda aşılabilmesi için diplomatik görüşmeler yapılıyor ve şimdiye kadar verilen pozitif mesajlar iki tarafın da problemin aşılmasını tercih ettiğine işaret ediyor. Son yaşanan krizin aşılması yakında mümkün olsa bile Türkiye’yle Amerika arasında devam eden stratejik farklılıkların yarattığı sorunlar ilişkinin geleceği açısından daha farklı krizlerin yaşanmasına zemin hazırlayabilir. 2014’ten beri PYD konusunda yaşanan stratejik farklılıklar ve 15 Temmuz sonrası darbenin sorumlularının bulunması noktasında iki ülke arasındaki koordinasyonun oldukça düşük seviyede olması karşılıklı güveni aşındırdı. Önümüzdeki dönemde bu konularda mesafe alınamadığı takdirde Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni krizlere gebe olduğu açık. Trump yönetiminin geçen hafta açıkladığı yaptırımlar ve sert önlemlere dayalı yeni İran politikasının yarata-cağı bölgesel gerginlikler de Türk-Amerikan ilişkilerinin test edilmeye devam edeceğine işaret ediyor. Vize krizinin ortaya çıkmasında karşılıklı güvensizliğin belirleyici bir rol oynadığının en önemli göstergelerinden birinin göçmen olmayan vize başvurularının durdurulmasıyla sivil halkın cezalandırılması olduğunu söyleyebiliriz. Daha çok hukuki ve siyasi yönü ağır basan bir meselede ve özellikle iki ülke arasında diyaloğa en fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemde alınan bu kararın orantısızlığı Amerikan tarafının siyasi bir mesaj verme ihtiyacı duyduğunu gösteriyor. Bu siyasi mesajı vermek için kullanılabilecek başka metotlar varken vize başvurularının hedeflenmesi de Trump yönetiminin iç siyasette göçmenlik meselesinde takındığı tavırla uyuşuyor. Trump yönetiminin nüfusu Müslüman çoğunluklu ülkelere karşı uygulamaya çalıştığı ancak mahkemelerden dönen seyahat yasağı hatırlandığında, Türkiye’ye karşı alınan vize kararının böyle bir yanı olduğu da düşünülebilir. Diğer bir deyişle, ABD’nin en önemli NATO müttefiklerinden birine karşı sivil toplumu cezalandıran vize kararını alması Trump öncesinde gündeme bile gelmezdi. Obama döneminde artan karşılıklı güvensizlikle Trump yönetiminin anti-göçmen tavırlarının vize krizine giden süreçte belirleyici olduğu aşikâr.

RAKKA’DAN SONRA NE OLACAK?

Obama yönetiminin 2014 sonbaharından itibaren Suriye’nin kuzeyinde PYD’yle geliştirdiği siyasi ve askeri ilişkinin son üç senede iki ülke arasındaki ilişkileri dinamitleyici bir etkisi oldu. PYD’nin silahlı kolu YPG’yi sahada DEAŞ’a karşı en önemli müttefik gören ve hem siyasi hem de askeri meşruiyet sağlayan Obama dönemi politikasını DEAŞ’a karşı zafer almak isteyen Trump da devam ettirdi. Türkiye ise YPG’nin alanını daraltmak adına bir yandan diplomatik baskı yaparken bir yandan da Fırat Kalkanı operasyonuyla sahada varlığını gösterdi. Kuzey Suriye’de üç kantonunu birleştiremeyen PYD Amerikan desteğiyle en son Rakka’da DEAŞ’a karşı savaşarak ABD desteğini kalıcı hale getirme peşinde. Türkiye’nin itirazlarına cevaben YPG’yle ilişkilerinin ‘geçici ve taktiksel’ olduğunu salık veren Trump yönetiminin Rakka sonrası nasıl bir politika isteyeceği merak konusu. YPG’ye yapılan yatırımdan bir anda vazgeçilmesini beklemek gerçekçi olmaz ve muhtemelen Kuzey Suriye’de hâlihazırda kontrol ettikleri alanı DEAŞ’a geri kaptırmamak tezi Amerikan yardımının belli bir seviyede devamını sağlayacaktır. Ancak Trump yönetimi YPG’yle ilişkinin gerçekten geçici olduğunu ve ‘geleneksel müttefik’ Türkiye’yle çalışması gerektiğini düşünüyorsa iki ülke arasındaki ilişkilerin iyileşmesi için bir fırsat doğabilir.

Konunun uzmanları uzun zamandır ABD’nin Türkiye’den vazgeçip YPG’yle uzun vadeli stratejik ilişkiye girmesinin mümkün olmadığını söyleyip Türkiye’yi bu konuda yatıştırmaya çalışıyor. Irak örneğinde Kerkük’te yaşananlara bakıldığında ABD’nin Barzani’nin yanında yer alacağı söylentilerine rağmen İbadi hükümetinin -yani ‘geleneksel müttefiki olan ‘Irak devletinin’- yanında yer aldığını söylemek mümkün. Trump yönetimi DEAŞ sonrasında ABD’nin sahada desteklediği ‘devlet altı’ gruplara desteğini sınırlı tutar ve geleneksel müttefikleriyle yakın çalışmayı merkeze alan yeni bir bölge stratejisine doğru evrilirse Türk-Amerikan ilişkilerinde neredeyse ‘stratejik çatışma’ alanı olarak nitelenebilecek bir dinamik ortadan kalkabilir. Türkiye’yle ABD arasında bölgesel meselelerde hep farklılıklar olagelmiştir ve bu normal de kabul edilmelidir. Ancak YPG’nin ABD desteğiyle güçlenmesi Türkiye’nin doğrudan ulusal güvenliğini tehdit eden bir konu olması itibariyle diğer politika farklılıklarından ayrı bir önem arz etmektedir. Trump yönetimi DEAŞ sonrasında Türkiye, Irak ve Suudi Arabistan gibi geleneksel müttefikleriyle İran karşıtı bir cephe oluşturmak isterse, Türkiye tarafından YPG’yle ilişkisini sınırlamak, azaltmak ve tamamen kesmek seçeneklerine zorlanacaktır. Trump yönetimi Irak’ta Barzani’yle ve Suriye’de YPG’yle alabileceği yolun sınırlı olduğuna ve İran’a karşı geleneksel müttefikleriyle çalışması gerektiğine karar verirse, ABD politikalarının sahadaki etkin aktörleri desteklemekten geleneksel müttefik devletlerle çalışmaya doğru evrilmesini bekleyebiliriz.

TRUMP’IN YENİ İRAN POLİTİKASI

DEAŞ’ın Irak ve Suriye’nin bütünlüğüne kasteden bölgesel bir tehdit olmaktan çıkması sonrasında, Trump yönetiminin İran’a karşı ilan ettiği yeni kuşatma ve baskı politikasının Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dinamik yaratması kaçınılmaz. Obama’nın en önemli dış politika başarısı kabul edilen İran nükleer anlaşmasını başkanlığının ilk günü yırtıp atma sözü veren Trump nihayet geçtiğimiz hafta yeni İran politikasını ilan etti. İran’ın anlaşmaya uyduğunu tasdik etmeyi reddederek topu Kongre’ye atan Trump, ABD’nin anlaşmadan çekilmesi yönünde önemli bir adım atmış oldu. Devrim Muhafızları’na karşı yeni yaptırımlar da açıklayan Trump yönetiminin bundan sonra İran’ı kuşatmaya ve bölgede manevra alanını daraltmaya çalışacağı anlaşılıyor. Ancak sahada bedel ödemeye hazır görünen İran’la Ortadoğu ‘bataklığına’ daha fazla saplanmak istemeyen Amerikan kamuoyu arasında kalan Trump’ın yeni İran politikasını ne kadar etkili uygulayabileceği şüpheli. Suudi Arabistan ve İsrail eksenli yeni İran politikasının ilk adımı olarak nükleer anlaşmayı hedef alması Rusya tarafından dahi eleştirilen Trump’ın uluslararası bir koalisyon olmadan İran’ı köşeye sıkıştırması oldukça zor görünüyor. Avrupalı müttefikler İran’ın bölgesel faaliyetlerine karşı koyma gereğinde hemfikirler ancak bunu nükleer anlaşmayı koruyarak yapmak istiyorlar. Bu durumda Trump yönetiminin geniş bir koalisyon oluşturmaya çalışmaktan çok geleneksel müttefiklerinden destek isteyeceğini öngörebiliriz.

Bu durumda Trump’ın İran’a karşı sertlik politikasının ana sponsorlarından olan Suudi Arabistan ve İsrail’den başka Türki-ye’den de destek bekleyecektir. Ancak Türkiye’nin Astana süreciyle Suriye’de ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin referandumuna karşı çıkması itibariyle de Irak’ta belli oranda yakınlaştığı İran’la ilişkilerinde Trump’ın yeni politikasının zorlaştırıcı bir etki yaratacağı açık. En son yaşanan vize krizinin sebepleri arasında İran’la yakınlaşmanın da sayılması alttan alta bu konuda da bir rahatsızlığın olduğuna işaret ediyor. Trump’ın uluslararası anlaşmaları hedef alan ve İran nükleer anlaşmasında oluşan uluslararası koalisyonu adeta hiçe sayan retoriği göz önünde bulundurulduğunda, yeni politikasında da ikili ilişkileri tercih eden ulusalcı yaklaşımının ağır basacağını tahmin etmek zor değil. Önümüzdeki dönemde Türki-ye’yle ABD arasında İran üzerinden yaşanacak politika farklılıkları YPG meselesinde olduğu gibi ‘stratejik çatışmayı’ andıracak bir yola girerse Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni krizlerin çıkması ihtimali de artacaktır.

‘ORANTISIZ’ BEKLENTİLER

Türkiye-ABD ilişkilerinde sorunsuz bir dönem olduğunu iddia etmek zor ve bu aslında bir yere kadar da normal. Ancak bazı sorunların ‘stratejik çatışma’ boyutuna varması ve YPG örneğinde olduğu gibi sıradan bir politika farklılığının ötesin-de Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eder hale gelmesi ilişkilerin çıkmaza girmesi sonucunu doğuruyor. Bu durumda da vize krizinde olduğu gibi siyasi ve diplomatik diyalog gereken bir konuda alınan orantısız bir karar ilişkileri adeta dinamitleyebiliyor. Birlikte çalışma ve ortak politika geliştirme imkânları da bu şekilde ortadan kalkıyor. Bunun en önemli sonuçlarından biri de müttefikleriyle koordineli ve kapsamlı bir politika geliştirmekten imtina eden Washington’un aldığı tek taraflı kararların Türkiye gibi müttefiklerini zor durumda bırakması oluyor. Böyle bir riskin önümüzdeki dönemde İran konusunda ortaya çıkması kuvvetle muhtemel. Trump yönetimi uluslararası koalisyonlara ve çok taraflı kurumların rolü-ne son derece önem veren Obama yönetiminin aksine tek taraflı ve ulusalcı bir perspektiften hareket ediyor. Trump yönetiminin yeni İran politikasını da Obama’nın bu konudaki siyasi mirasını sonlandırmak adına aceleyle ortaya koyduğu ve müttefikleriyle yeterince müzakere etmediği aşikâr. Bu durumda ABD’nin İran politikasında yaşanacak değişiklikler bölgeye yeni bir istikrarsızlık unsuru olarak yansıma riski taşıyor. Dahası Trump yönetimi Türkiye gibi bölgesel müttefiklerinden ‘orantısız’ beklentiler içine girer ve İran politikasını desteklemeyenleri cezalandırma yoluna giderse Türk-Amerikan ilişkileri daha da zora girebilir. Bu konuda yaşanacak farklılıkların ‘politika farklılıkları’ olarak sürdürülebilmesi ve ‘stratejik çatışma’ seviyesine çıkmaması iki NATO müttefikinin ilişkilerinin geleceği açısından belirleyici olacak.

[Star Açık Görüş, 22 Ekim 2017].