İki yılı aşkın bir süredir Suriye krizi temel anlamda iki hat üzerinden devam ediyor. Birinci eksen çatışmalar devam ederken aynı zamanda Türkiye ve Rusya'nın başlattığı müzakere zemini. Bu yılın başında Türkiye, Rusya ve İran'ın müzakereci ve garantör ülke rolüyle başlayan Astana müzakereleri bu sürecin bir ürünü. Soçi zirvesi ise Astana'nın yeni bir aşamaya taşındığının açık göstergesi.
Soçi'de bütün konular üzerinde bir mutabakat sağlanabilmiş değil. Bu durum da gayet doğal. Ancak krizin siyasi boyutta çözülme iradesinin perçinleştiği ortada. Buna yönelik somut mekanizmaların oluşturulması üzerindeki mutabakat da bu durumun önemli bir göstergesi.
İkinci eksen ABD'nin liderliğinde DEAŞ'a karşı başlatılan savaş. Uluslararası koalisyonun buradaki rolü hava saldırılarına destek vermek. Bu savaşın ana aktörleri ise ABD ve YPG. ABD savaşı planlayıp koordine ediyor; YPG ise bu savaşın kara gücü mahiyetinde. Tabi hikayenin bununla sınırlı olmadığı biliniyor. Bu süreçte ABD'nin YPG'ye yaptığı yatırım sonucunda bu örgüt Suriye'de hem insan gücü hem donanım ve teçhizat açısından paralel bir orduya dönüşmüş durumda.
Buna karşın ABD ise YPG'nin kontrol ettiği bölgelerde bir çok askeri üs kurarak Suriye sınırları içinde varlık sahibi oldu. Bu üslerin daha geniş bir stratejinin parçası olup olmadığı, İran'ın sınırlandırılması için bir işleve sahip olup olmayacağı soruları ayrı bir tartışma konusu.
DEAŞ'la savaşın sonuna doğru gelinmesi ABD'nin bu stratejisinin de sınırlarına ulaştığı anlamına geliyor. Dolayısıyla ABD'nin bu noktadan sonra nasıl bir tavır takınacağı sorusu önemli hale geliyor. PYD'nin gücünü tahkim ederek Suriye krizine başka bir denklemde müdahil olmaması bir seçenek. Bu durumda PYD'nin özerkliğini savunmaktan başka bir seçenek kalmayacak. Bu durumda başta Türkiye, İran ve Rusya başta olmak üzere birçok aktörü karşısına almayı göze almış olacak. Bir başka seçenek ise Cenevre üzerinden Suriye'nin yeniden dizayn edilme sürecine dahil olmak.
SOÇİ VE TRUMP – ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ
Trump'ın Erdoğan'ı arayacağını twitter'dan duyururken kullandığı ifadeler dikkat çekiciydi. Trump öncelikle Obama'dan bir karmaşayı devraldığını ifade etmekteydi. Aslında karmaşa dediği şey de ABD hava kuvvetleri ve YPG'nin DEAŞ'a karşı başlattıkları savaştı. Trump bu stratejiyi devralmış ve birkaç kez denemesine rağmen değiştirememişti.
Trump'tan gelen istek üzerine gerçekleşen görüşme hem bu stratejinin sınırlarına ulaştığı bir dönemde hem de Soçi zirvesinin hemen arkasından gelmiş olması tesadüf değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la birlikte Ortadoğu'ya barış getireceğine dair ifadeleri de ikinci dikkat çekici noktaydı.
Bu ifadeler ABD'nin Cenevre üzerinden Suriye krizine daha geniş bir bağlamda müdahil olmaya devam edeceğine işaret ediyor. Bu anlamda birlikte çalışabileceği müttefik olarak da Türkiye'yi görüyor. İki ülke arasında bu kadar sorun varken bu kolay olmayacak. YPG'ye artık silah verilmeyeceğine dair taahhüt bunun için iyi bir başlangıç olabilir, ancak yeterli değil. YPG'nin silahsızlandırılarak tasfiye edilmesine giden bir süreç başlamalı. Aksi takdirde Türkiye'ye uzatılan bu zeytin dalı havada iken kurumaya mahkum olacaktır.
Soçi'de üzerinde mutabakata varılan konuların Cenevre'de tartışılacak olması ve ABD'nin de bu masada yer alacak olması krizin gidişatı üzerinde etkili olacaktır. Söz gelimi Ulusal Diyalog Kongresinde kimlerin yer alacağı, Esed rejiminin bundan sonra oynayacağı rol, mültecilerin geri dönüşü, seçimler gibi birçok konuda ABD'nin takınacağı tavır Türkiye'yi doğrudan ilgilendirecektir. Bu anlamda Türkiye, ABD-Rusya dengesini gözetmeye devam etmelidir. Ayrıca ABD ile krizin başında olduğu gibi muhayyel bir gelecek üzerinden büyük angajmanlara girmemeye dikkat etmelidir.
[Fikriyat, 27 Kasım 2017]
.