Orta Doğu’da uzun yıllardır vekiller üzerinden yürütülen savaşlarda artık sona gelindiği ve bu vekillerin arkasındaki güçler arasında doğrudan çatışma riskinin arttığı epeydir konuşuluyor.
Suriye, bu vekiller üzerinden yürütülen savaşın en büyük sahası oldu.
ABD, Rusya, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi aktörler ise bu savaşta vekilleri üzerinden yer aldılar.
ABD, Rusya, İran ve Türkiye doğrudan yaptıkları operasyonlarla da zaman zaman savaşa müdahale ettiler. Bu müdahalelerde hedef DEAŞ, Nusra (HTŞ), PKK/YPG, Esad güçleri, ÖSO ve diğer muhalifler oldu. Ancak birkaç istisna/kaza dışında, Suriye’de aktif olan küresel ve bölgesel güçler doğrudan birbirlerini hedef almadılar.
Peki, İsrail’in bu tablodaki yeri neydi?
Son dönemde Suriye’de Esad/İran/Hizbullah güçlerine karşı doğrudan saldırılar gerçekleştiren İsrail adına bu ülkede savaşacak bir vekil yok muydu?
Orta Doğu’daki geçmişi ve Suriye topraklarının bir kısmını 1967’den beri işgal altında tutuyor olması İsrail’in Suriye savaşında doğrudan bir vekile sahip olmasını mümkün kılmadı belki, ancak bu durum Tel Aviv’in Suriye’de kendisi adına sahada olacak bir vekile hiç sahip olmadığı anlamına gelmiyor kuşkusuz.
Bilakis İsrail, Suriye savaşında en etkili vekile sahip olduğunu düşünüyor. Bu “vekilin” adı ABD.
ABD’de sahip olduğu güçlü lobi sayesinde Washington yönetimini kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmeye zorluyor.
Trump’ın, defalarca Suriye’den çekileceğini söylemesine rağmen, etrafındaki danışman, siyasetçi ve bürokratlar tarafından ikna edilip geri adım atmak zorunda kalması İsrail lobisinin etkisini açık bir şekilde gösteriyor.
Aslında İsrail, ABD’deki etkili lobisi aracılığıyla Washington’a ve dünyaya şu mesajı vermiş oluyor: İsrail istemedikçe Amerikan askerleri Suriye’den çekilemez ve iç savaş sona eremez.
Peki, İsrail neden Amerikan askerlerinin Suriye’den çekilmesini istemiyor?
Çünkü yanı başında ikinci bir Lübnan istemiyor.
İran’ın Lübnan’da yaptığı gibi, Suriye’de de Hizbullah benzeri bir güç oluşturup bu ülkeyi kontrolü altına almasını kendi çıkarları açısından ciddi bir tehdit olarak görüyor. Zira 2006 Lübnan Savaşı da gösterdi ki, İran kontrolündeki Hizbullah benzeri silahlı güçler İsrail’in bölgedeki etkinliğini sınırlandırıyor.
İstediklerinde İsrail’i kısa menzilli füzelerle vurabilecek olan bu güçler, ayrıca İsrail’in İran’ı vurmasının önünde de engel oluşturuyorlar.
Pazar günü Hama ve Humus vilayetlerinde vurulan hedeflerde çok sayıda İran askerinin öldüğüne ve bu saldırıların arkasında İsrail’in olduğuna dair haberler, Netanyahu yönetiminin İran konusunda büyük riskler almaya hazır olduğunu gösteriyor.
Bu noktada şu soruların sorulması gerekiyor:
İsrail, İran ile doğrudan çatışma riskini de göze alacak mı?
Şimdiye kadar İran konusunda daha çok ABD’yi devreye sokmayı tercih eden Netanyahu yönetimi neden bu kadar risk alıyor?
İçeride yolsuzluk davalarıyla köşeye sıkışan Netanyahu ile benzer şekilde Rusya soruşturması ve seks skandallarıyla başı dertte olan Trump’ın, kendilerini iç siyasetin cenderesinden kurtarmak için İran’a karşı bir savaş başlatma ihtimali nedir?
Netanyahu, bir yandan Suriye’deki İran ve Hizbullah hedeflerine saldırı emrini verirken, bir yandan da İran Nükleer Anlaşmasını sona erdirmek için yoğun çabalarını sürdürüyor. İran’ın gizlediği nükleer silah programına dair elde ettiğini iddia ettiği bilgileri uluslararası medya ile paylaşıp dünya kamuoyunu ikna etmeye çalışıyor.
Netanyahu’nun hafta sonu İsrail’de kendisini ziyaret eden ve “kalbinde özel bir yeri olan” yeni Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu ikna etmesine gerek yok belki, ancak AB, Rusya ve Çin’i İran’a karşı yeni yaptırımlar konusunda harekete geçirmesi mümkün görünmüyor.
İşte Moskova, Pekin ve Brüksel’i ikna edemeyeceğini bildiği için Netanyahu, ABD’yi İran konusunda tek taraflı harekete geçmeye zorluyor.
Yani 2003’te Irak’a karşı olduğu gibi.
ABD’yi harekete geçirmek için de bir yandan Suriye’de İran’ı provoke edip doğrudan kendisine saldırmaya zorluyor, bir yandan da nükleer meselede Tahran’ı daha fazla sıkıştırmaya çalışıyor.
Şimdi, Suriye’de doğrudan İsrail saldırılarına hedef olan İran’ın nasıl tepki vereceği önemli. Bu saldırılara tepki veremeyen Ruhani yönetimi, Trump’ın nükleer anlaşmayla sona erdirilen yaptırımları yeniden yürürlüğe koyması durumunda iyice köşeye sıkışmış olacaktır.
[Türkiye, 2 Mayıs 2018].