Türkiye uzun zamandan beri birbirinden farklı terör örgütleri ile mücadele ediyor. Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C), Maoist Komünist Partisi (MKP), Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML), Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Kürdistan İşçi Partisi (PKK), YPG ve DEAŞ bu terör örgütleri arasında öne çıkanlardır. Bu ülke neredeyse kurulduğu günden beri, terörün bin bir yüzü ile karşı karşıya gelmiştir. Terör bazen Sağ'ın, bazen Sol'un, bazen milliyetçiliğin bazen de dinin rengine bürünerek bu ülkenin genç demokrasisini zehirlemekle kalmamış; toplumsal ve siyasal bilinci de sakatlamıştır. Bundan dolayı, toplumun demokratik olgunluğa kavuşması ve belli bir standarda ulaşabilmesi için terör ile mücadele edilmeli ve mücadele bilinci daima canlı tutulmalıdır. Kırk yıldan beri devletin kılcal damarlarına kadar sızan ve 15 Temmuz gecesi darbeye teşebbüs eden FETÖ ile nasıl mücadele edildi ise binlerce insanımızın ölümüne neden olan PKK ile de mücadele devam etmelidir.
İstikrarsızlığa zemin hazırladı
Türkiye Cumhuriyeti, 1984 yılından beri terör örgütü PKK ve onun uzantıları ile yurt içinde ve yurt dışında çok boyutlu olarak mücadele etmektedir. Devam eden mücadelenin ekonomik ve toplumsal bilançosu ise oldukça ağır olmuştur. Bu ülke, 40 binin üzerinde insanını ve yaklaşık 350-400 milyar dolar civarında da ekonomik sermayesini teröre kurban etmiştir. Terörün maliyetinin daha anlaşılır olması için bu rakamı biraz daha anlaşılır hale getirelim; bu rakamın ekonomi-politiği, kendi kalkınmasını tamamlamış bir Türkiye'dir. Bu rakam 87 Atatürk Barajı, 100 Yavuz Sultan Selim Köprüsü, 100 nükleer santral ve en az 70 Marmaray'ın bedeli kadardır. Teröre harcanan para ile tüm bu büyük projeler kolaylıkla yapılabilirdi. Kısacası, ortaya çıktığı günden bu yana insanımızın canına kasteden terör, ekonomik ve toplumsal sermayemizi sömürmüş; istikrasızlığa ve siyaset mühendisliklerine zemin hazırlamıştır. Geçmişte bu ülkenin 70 sente muhtaç hale gelmesinde terörün büyük payı vardır. AK Parti hükümetleri döneminde, PKK başta olmak üzere terör örgütlerine karşı etkili, caydırıcı ve başarılı mücadele ortaya konuldu. Son yıllarda bir taraftan devletin güvenlik aygıtlarının olağanüstü mücadelesi diğer taraftan Diyarbakır Anneleri gibi sivil direnişler, terörün yeşerdiği bataklığı kurutmaya başlamıştır. Marjinal sol grupların, DEAŞ veya FETÖ gibi dinden beslenen yapıların varlık göstermesi artık zorlaşmıştır. Bu başarılı mücadele sayesinde, teröre verilen toplumsal destek azalmış ve terör örgütlerine katılım sayısı oldukça düşmüştür. Ancak terör, yeni stratejilerle varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır. Ne demek istediğimizi açıklayalım:
PKK'nın vesayetini devam ettirenler...
1979 yılında kurulan PKK, sadece insanların canına kast eden bir terör örgütü değildir. Aynı zamanda kriminal faaliyet yürüten en büyük illegal yapılardan birisidir. Baskı yoluyla haraç toplama, fuhuş̧, adam öldürme, adam kaçırma, uyuşturucu, insan kaçakçılığı, özel mülkiyete saldırı, kamusal saldırı, rehin alma, kara para aklayarak terörü finanse etme ve terör için militan devşirme gibi yasa dışı faaliyetler terör örgütü PKK'nın kabarık suç dosyasında yer alan bazı maddeler olarak sayılabilir.
PKK, bütün bu terör eylemlerini bazen doğrudan bazen de kurduğu paravan örgütler üzerinden dolaylı olarak gerçekleştirmiştir. Bu ve benzeri eylemler üzerinden siyasal ve toplumsal alanı terörize etmeye çalışmıştır. Doksanlı yıllarda yaşananlar bunun örneğidir.
Özellikle, 1990 ile 1995 yılları arasında PKK terörü, siyasal ve toplumsal alanda ciddi düzeyde akıl tutulmasına yol açmıştır. Bir yandan toplumsal alanda kaos oluşturmaya, korku iklimini yeşertmeye ve anarşiye zemin hazırlamaya çalışmış diğer taraftan da kendi adına siyasal alanda varlık gösteren yeni uzantılar oluşturmuştur. Bu dönemde "de jure" Kürtlerin sorununu çözmek "de facto" PKK'nın vesayetini devam ettirmek için siyasi partiler kurdurulmaya başlanmıştır. Bu anlamda Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP), Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) PKK'nın vesayetini politik alanda devam ettirmeye çalışmıştır. 1990 yılından itibaren kurulan bu partilerin temel özelliği, terör örgütü PKK ile olan organik bağları, irtibatı veya iltisakıdır. Bu bağ, bazen saklanmış bazen de itiraf edilmiş ve halkın gözüne sokulmuştur. Bu hareketin içinde aktif olarak yer alan ve DTP'nin de Genel Başkanlığını yürüten Ahmet Türk'ün "DTP uzaylıların örgütü değil, PKK de uzaylıların örgütü değil. PKK ile DTP'nin tabanı ortak. Bana oy veren insanın çocuğu dağda. Bunu görerek gerçekleri tahlil etmemiz gerek" sözü veya HDP'li yöneticilerin yapmış olduğu PKK güzellemeleri bu ifşanın ifadesidir.
Marjinal sol ve PKK
PKK ile içli dışlı olan, terör ve şiddetten nemalanan, terör ile aralarına mesafe koymayan bu partilerin bir diğer özelliği de sol tandanslı olmaları veya marjinal sol siyaseti benimsemeleridir. Bunun önemli bir gerekçesi de vardır. Kan ve İnanç isimli kitabında PKK terörünü inceleyen Aliza Marcus'un da ifadesiyle bölgede yaşayan Kürtler, sol partilere daha fazla eğilim göstermiştir. Bu bağlamda PKK da diğer Kürtçü partiler gibi marjinal sol ideolojiyi benimsemiş ve sol değerlerin üzerine çökmüştür.
1990'lı yıllardan itibaren kurulan bu partilerin bir diğer özelliği de nüfus yoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehirlerinden oy almalarına rağmen, Türkiye'nin diğer bölgelerinden yeteri düzeyde oy alamamalarıdır. Bu siyasal gerçekliğin bir sonucu olarak PKK'nın vesayetini devam ettiren bu partiler, sosyal demokrat partilerle ve marjinal sol örgütlerle stratejik ittifak siyaseti gütmüşlerdir. Bu ittifak, bazen aleni bazen de gizli yürütülmekte ama her halükârda yapılmaktadır. 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde Türkiye'nin bazı illerinde CHP adayının, bazılarında da Saadet Partisi adayının desteklenmesi, bu tarz bir siyasetin dışavurumudur. Peki son dönemde adından sıkça bahsedilen ve dahi "kutsallaştırılan" HDP ile CHP arasındaki "nikahsız birliktelik" bu çerçevede değerlendirilebilir mi? HDP, AK Parti iktidarının sonlandırılmasında CHP'nin kazanmasına zemin hazırlayabilir mi? Bu ittifak, ne kadar meşrudur?
HDP dublör mü?
Bu soruların cevabı, aslında HDP'nin siyasi profilinde saklı. Bundan dolayı öncelikle HDP'nin siyasi profilini ortaya çıkarmalı ve terör ile olan promil sınırını tespit etmeliyiz. Siyasal partiler, demokratik bir toplumda, farklı siyasal projelerin tartışılmasına imkân tanıyan, toplumsal taleplerin parlamentoya taşınmasına zemin hazırlayan oluşumlardır. Siyasi bir organizasyonun temel özelliklerinden birisi, terör veya şiddet ile arasına mesafe koymasıdır. Siyaset ve terör aynı çatı altında barınamaz; biri diğerinin ötekisi ve hatta düşmanıdır. Bir siyasi partinin, herhangi bir terör örgütünün siyasi uzantısı olarak politik alanda faaliyet göstermesi, siyasetin ontolojisine, varlık gerekçesine aykırıdır. Bu durum başta demokrasi olmak üzere, tüm siyasal-toplumsal alanın zehirlemesine yol açar. Peki, bu durumda HDP, nasıl bir siyasi profile sahiptir?
HDP, PKK'nın politik alanda varlık gösteren dublörü hükmündedir. HDP'nin üst düzey yöneticilerinin açıklamaları veya faaliyetleri, onların PKK'nın siyasi uzantısı ve dublörü olduklarını kanıtlar niteliktedir. Bu kanıtlardan bazıları; HDP'li vekillerin PKK'lı militanları gizlice kaçırmaya çalışmaları veya saklamaları, HDP il veya ilçe merkezlerinin PKK adına gencecik çocukları dağa çıkarmaları, HDP'lilerin PKK'lı teröristlerin cenazelerine katılmaları ve HDP'li belediyelerin belediye imkanlarını PKK için seferber etmeleridir.
Bu ve benzeri eylemlerden dolayı, HDP'nin pek çok vekili yargılanmış ve milletvekillikleri düşmüştür. Bu bağlamda Türkiyelileşmek iddiasıyla kurulan HDP ne Türkiyelileşebilmiş ne de toplumsal sorunlara dair sağlıklı ve kuşatıcı politikalar üretebilmiş ve siyasetin parçası olabilmiştir. HDP'nin, PKK'yı veya YPG'yi meşrulaştırma çabası dışında dişe dokunur bir faaliyeti de olmamıştır. Yine bundan dolayı, yüzde 13 gibi oldukça yüksek düzeyde oy almasına rağmen toplumsal ve siyasal alandaki nüfuzunu kaybetmeye başlamıştır. İşte tam bu evrede CHP, terörle irtibatını sorgulamak zorunda kalan veya kalacak olan HDP'nin yardımına yetişmiş, ona suni teneffüs yapmış veya can simidi olmuştur. Bu süreçten itibaren HDP ile CHP arasında "de facto" bir ittifak oluşmuştur. Bu ittifak, HDP'ye ve dolayısıyla PKK'ya yaşam desteği sağlamış görünmektedir.
Kaybeden kim olacak?
Aslında soru şudur: CHP-HDP ittifakı Türkiye'yi nereye götürmek istiyor? Bu ittifakın geleceği var mıdır? Bu ittifak, CHP'nin 2023 seçimlerini kazanması için yeterli midir? İYİ Parti ile ittifak yapan CHP, HDP ile de ittifak yaparsa iktidar olma ihtimalini artırır mı? Bu sorulara, CHP'nin tarihine atıf yaparak cevap vermek gerekir: 26 Mart 1989 tarihinde yapılan yerel seçimlerde büyük bir zafer elde etmiş olan SHP, kendinden sonra gelen Doğru Yol Partisi'ne 2, iktidardaki Anavatan Partisi'ne de 7 puanlık bir fark atmıştı. Seçimlerin açık ara galibi olmuştu. Başta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep ve Kayseri olmak üzere toplam 39 ilin belediye başkanlıklarını da kazanmıştı. 1991 seçimleri için umutlar yeşermeye başlamıştı. Sol, iktidara hiç olmadığı kadar yakındı, kapı aralanmıştı. İsmet İnönü'nün fizikçi oğlu Erdal İnönü, Sol'u iktidara taşıyordu.
Bu arada şu hatırlatmayı da yapmış olalım; SHP, 12 Eylül sonrası siyasete askerin temsilcisi olarak giren Necdet Calp'in Halkçı Parti'si (HP) ile Erdal İnönü'nün CHP'yi tekrar canlandırması için kurulan Sosyal Demokrasi Partisi'nin (SODEP) 2 Kasım 1985 tarihinde birleşmesiyle doğmuştur. HP'nin kurucuları arasında 27 Mayıs darbesinin içinde yer alan Mucip Ataklı ve Fahrettin Özdilek gibi askerlerin yer aldığını da belirtelim.
SHP, bugün HDP'nin oy aldığı bölgelerden oy alabilen, vekil çıkarabilen bir parti hüviyetindeydi. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan Türkiye Genel Seçimleri'nde dönemin CHP'si hükmünde olan SHP ile dönemin HDP'si olan HEP ittifak yapma kararı almıştı. İnönü, ittifak için oldukça hevesliydi. HEP üzerinden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden gelecek oylarla iktidar olma ve Sol'u iktidara taşıma hesapları yapmaktaydı.
Ve birleşme/ittifak süreci başlar. Fehmi Işıklar liderliğindeki HEP ile SHP arasında görüşmeler yapılır. İki taraf, bir protokol üzerinde anlaşır. Anlaşmaya göre, Hakkâri, Bitlis, Van, Mardin, Batman, Muş, Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa ve Mardin gibi Güneydoğu illerinde SHP'nin milletvekili adayları HEP tarafından belirlenecektir. Buna ek olarak, İstanbul ve İzmir'de de HEP'li adaylara listelerde yer verilecektir. Anlaşma sağlanır, İnönü'nün istediği olur ve 1991 seçimlerine SHP ile HEP ittifak yaparak girer. PKK'nın görüşlerini savunan ilk siyasi parti olan HEP ile SHP proje ittifakı yapar. Peki, bu ittifak sandığa nasıl yansıdı, bu ittifakın siyasi çıktısı nedir? SHP, Doğu ve Güneydoğu'da oylarını görünür biçimde artırdı ve tarihte hiç olmadığı kadar milletvekili çıkardı. Ancak buna rağmen oylar yüzde 20,7'ye kadar düştü. 1987'de yüzde 24,7, 1989 yerel seçimlerinde yüzde 28,6 oy alan SHP, 1991 genel seçimlerinde oyların sadece yüzde 20,7'sini alabildi. Gücünü büyük oranda kaybetti.
Kısacası, büyük umutlar beslenen ittifak, DYP ve ANAP'ın ardından üçüncü sıraya düştü. İktidar hevesi kursaklarda kaldı. Türkiye'nin Batı'sı, Karadeniz ve Marmara kaybedildi. Manisa, Balıkesir, Edirne veya Tekirdağ gibi SHP'nin kalesi olan illerde sıfır çekildi. Türkiye'nin sadece 30 ilinde milletvekili çıkarılabildi. Öyle ki bu başarısızlık, SHP'yi de İnönü'yü de tarihe gömdü. CHP, SHP deneyimini yeniden hatırlamalı ve o deneyimi doğru okumalıdır; yoksa dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var, günün sonunda.
[Star, 7 Ocak 2022].