Yenilenen İstanbul seçimlerinin hemen ardından, farklı muhalefet yapıları, “sistem tartışması” başlattı.
Yeni siyasal sistemle ilgili tartışmanın, iki tarafı ve birbiri ile kesişen farklı amaç ve hedefleri var.
İki taraftan biri, CHP ve İYİ Parti. Bu iki parti, parlamenter sisteme dönmeye yönelik bir referanduma gitmeyi öneriyor.
Diğer taraf ise, geçmişte AK Parti içinde siyaset yapmış ve yeni bir “siyasi hareket” kurma çalışmalarını sürdüren çevrelerden oluşuyor. Bu çevreler, “partili cumhurbaşkanlığını” hedefe koyarak mevcut sistemi eleştiriyorlar.
Bu tartışmaların kesişen yönlerine bakıldığında…
CHP ve İYİ Parti’nin hedeflediği sistem tartışması değildi. Erken seçim tartışması başlatmak istiyorlardı. Ancak, kesintisiz seçim dönemlerinden dolayı toplum erken seçim tartışmasını başlatan parti ve siyasilere karşı tepki gösterecekti.
Dolayısıyla muhalefet, dolaylı yoldan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni hedefe koydu. Bu tartışmanın alacağı seyre göre erken seçim tartışmasını da başlatmayı deneyecekler.
Parlamenter sisteme dönüş tartışması ile Millet İttifakı bileşenlerinin birlikteliğini korumak istedikleri anlaşılıyor. Ortaklaşabilecekleri bir muhalefet aktivizmi ile iktidar karşıtı çevrelerin motivasyonunu devam ettirmeye çalışacaklar.
Ayrıca Millet İttifakı partileri, yeni bir siyasi hareket ya da parti kurmaya çalışan çevrelerin AK Parti’nin içine yönelik eleştirilerine katkı sunmayı hedefliyorlar. Muhtemel bir ayrışmanın derinleşmesine malzeme taşıyarak destek olmak istiyorlar.
Parti başkanı ile cumhurbaşkanlığının aynı kişide toplanmasına karşı çıkanların gerekçesi bile belli değil.
Eğer yeni dönemde, geleneksel partilerden daha çok, ittifaklarla desteklenen “siyasi hareket modeli” üzerinden cumhurbaşkanlığı seçimlerinde başarılı olmak hedefleniyorsa bu Türkiye’nin siyasi geleceği açısından sorunludur.
Çünkü küçük siyasi oluşumları aktörleştirerek, bu küçük yapılar üzerinden sistemde etkili olmaya çabalamak siyasal alanı parçalayıcı işlev görür. Bu tip yapılar, sistemin istikrarına katkı yapmayacağı gibi demokrasinin gelişmesine de fayda sağlamaz.
Türkiye’de siyasal kültürün bugün için var olan dinamiklerini dikkate aldığımızda, cumhurbaşkanı ve parti başkanı farklılaşmasının yarardan daha çok zararı olur. Böyle bir ayrışmada, yeniden çift başlılık tartışmasının yaşanması kaçınılmaz hâle gelir.
Cumhurbaşkanı ve parti başkanının farklılaşan ajandaları ve anlayışları sistemde yeni krizleri beraberinde getirir. Parti grubu, parti başkanı ve cumhurbaşkanı arasında yaşanabilecek gerilimler, bürokrasi karşısında seçilmişlerin kırılganlığını artırır.
Parti başkanı isterse, kendi partisinin destekleyerek seçtirdiği cumhurbaşkanın ihtiyaç duyduğu yasama desteğini bile engelleyebilir.
Kaçınılmaz olarak partiyi kendisine göre dizayn edebileceği ihtimali düşünüldüğünde, parti başkanı zamanla parti içinde cumhurbaşkanından daha etkili bir konuma gelebilecektir.
Bu açıdan bakıldığında parti başkanı bir anlaşmazlık yaşadığında, cumhurbaşkanını partisinden ihraç etmeyi bile gündeme getirecektir.
Sorun sadece parti başkanı ve cumhurbaşkanı arasında yaşanacak ayrışmalarla sınırlı olmayacaktır. Aynı zamanda yöneten ve yönetilenler arasında da bir mesafe oluşacaktır.
Cumhurbaşkanının parti başkanı olmaması durumunda, özellikle ikinci dönem seçildiğinde, tekrar seçilme kaygısı olmayacağı için popülist icraatlara ve söylemlere kolayca kayabilecektir.
Ayrıca, seçmen iyi bir yönetim gerçekleştirmeyen başkanların yönetiminin sorumluluğunu yükleyebileceği bir muhatap bulamayacaktır.
Bu açılardan bakıldığında, bugün için sistem üzerinde yapılması gereken tartışma, parlamenter sisteme dönüş ya da parti başkanı-cumhurbaşkanı ayrımı değildir.
Odaklanılması gereken konular; sistemin kurumsallaşması ve geçiş sürecinin iyi yönetilmesine yönelik katkılar olmalıdır.
[Türkiye, 4 Temmuz 2019].