Trump koltuğa oturur oturmaz seçim kampanyasındaki en tehlikeli vaatlerini hayata geçirmeye başladı. Meksika sınırına duvar örmekten yedi ülkeden gelen Müslümanların ABD’ye girişlerinin yasaklanmasına kadar, önyargıyla bezenmiş uygulamalara start verdi. Trump’ın seçmen kitlesinin bel kemiğini oluşturan sosyolojik trendleri dikkate aldığımızda mezkur uygulamalara şaşırmamamız gerekiyor.
Ortadoğu’da son dönem radikalizminin babası olan oğul Bush ve DEAŞ’ın pasif “izleyicisi” Obama’dan sonra Trump yönetiminin de radikalizmle mücadeleden ziyade yeni radikalleşmeler üretmeye vakit harcayacağı anlaşılıyor. Trump’ın politikalarını Obama’nınkinden veya Hillary’nin çizdiği projeksiyondan da ayrı okumamak lazım. Obama yüz binlerce insanın ölmesine sebep olan Ortadoğu’daki facia politikalarıyla mevcut tabloya belki de Trump kadar katkıda bulundu. Bush Ortadoğu’yu işgal ederek, Obama ise Ortadoğu’dan kağıt üzerinde uzak kalarak “düşmanı” yok edebileceğini düşündü. Elde kalan yıkılmış bir coğrafya, evsiz barksız kalan milyonlar, güçlenme zemini bulan terör örgütleri ve bu sorunlara ayrımcı politikalarla çözüm arayan bir ABD yönetimi.
Trump yönetimi 11 Eylül sonrasına benzer bir psikoloji oluşturmaya çalışıyor ve bunu Bush dönemini andıran “ulusal güvenlik” tezleriyle ve Obama döneminin umursamazlığıyla yapıyor. Dünya Müslümanlarının 11 Eylül sonrasında cehenneme dönen hayatları yetmezmiş gibi şimdi de ABD’de kazanılmış hakları olan Müslümanlar hedef tahtasına oturtuluyor. Oysa ABD toplumunun uzak ara en barışçıl öğelerinden birisidir Müslümanlar. Müslümanların eğitim oranı yüksek, girişimcilik açısından oldukça ilerideler, istatistiklere bile girmeyecek kadar suçtan uzaklar. Mesela CATO Enstitüsünün araştırmasına göre adı geçen yedi ülkeden gelen göçmenlerin 1975’ten beri terör saldırısında öldürdüğü ABD’li sayısı sıfır.
Ne var ki Trump’ın seçmen kitlesinin özünün bu tür politikalarla tatmin edilmesi gerekiyor. Bu yüzden “öteki” olarak kodladıkları Müslümanlara yönelik ayrımcı politikaların ABD’nin ulusal güvenliğini güçlendireceği şeklindeki temelsiz ve tehlikeli fikri tam gaz dolaşıma soktular. Oysa DEAŞ’ın lideri El-Bağdadi’ye atfedilen argümanın da işaret ettiği gibi Trump’ın bu politikaları ideolojik açıdan DEAŞ ve türevlerine verilen en büyük hayat öpücüğü olabilir.
Sahte kanıtlarla başlatılan Irak işgalinin, ABD’nin ulusal güvenliğinden ziyade tehditleri güçlendirmesine benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Bush’un yanlış hesabı Bağdat’tan dönmüştü, Bağdat’ı yerle bir ederek. Müslüman yasağı tarzı yanlış ve tehlikeli politikalar da bir şekilde dönecek; fakat ABD’nin tüm toplumsal ve siyasi fay hatlarını tehlikeli bir şekilde harekete geçirerek. 2016’da ABD’de Müslümanlara karşı nefret suçlarının %67 oranında artması ve yasağın hemen akabinde Teksas’ta bir caminin kundaklanması ABD’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi gözler önüne seriyor. Yani yine olan Müslümanlara olacak.
Bu esnada birkaç tavsiyede bulunmakta fayda var:
- Dünyanın en fazla mülteci kabul eden ve hala “mazluma kapılarımız açık” diyen ülkesi olan Türkiye’nin vatandaşı olmaktan övünün.
- Seçmece üç beş mülteci kabul eden Batılı lidere aşk mektupları yazıp, Halepli Bana’ya dede şefkatiyle sarılan Cumhurbaşkanı’na, mazlumların hamisi Türkiye’ye burun kıvıranları ciddiye almayın.
- ABD’de Müslümanlara samimiyetle arka çıkanları takdir edin. Fakat Obama-Hillary ekibinin “Müslüman yasağı” üzerinden siyaset yapmalarına ihtiyatla yaklaşın.
- Türkiye’de “Seçilirsem mültecileri geri göndereceğim” diyenlerin peşine takılıp şimdilerde duyar kasanlara aldanmayın.
- En önemlisi mazlumun duasıyla Allah arasında perde olmadığını unutmayın.
[Akşam, 30 Ocak 2017].