Halep’te yaşanan katliamlar nedeniyle Türkiye kamuoyunda İran’a karşı ciddi bir tepki oluştu. Tahran tarafından desteklenen veya organize edilen silahlı grupların sivillere yönelik saldırılarda pay sahibi olmaları, haklı olarak İran’ın Türkiye’deki bazı temsilcilikleri önünde gösteriler yapılmasına ve Tahran’ın Halep ve Suriye politikasına yönelik eleştiriler getirilmesine yol açtı.
Taşkınlığa ve provokasyonlara sebep olmadan bu tür gösterilerin yapılması, İran yönetiminin, son dönemde izlediği yanlış politikalarla Orta Doğu’da nasıl bir İran karşıtı atmosfer oluşturduğunu fark etmesi ve belki yanlışlarından geri dönmesi açısından bir katkı sağlayabilir. Güvenlik paranoyasıyla hareket eden Tahran yönetimi, güvenliğini artırma gayesiyle attığını zannettiği adımlarla bölgedeki düşmanlarının sayısını her geçen gün artırıyor.
Peki, gerek Türkiye gerekse diğer birçok Orta Doğu ülkesinde İran karşıtlığının bu şekilde arttığı bir ortamda Türkiye’nin İran politikası nasıl olmalıdır?
Öncelikle, İran’ın kendi çıkarlarını esas alan bölge politikalarıyla Şiilik arasında ayrım yapılması doğru olacaktır.
Tahran yönetimi, Suriye, Irak ve Orta Doğu’nun diğer ülkelerine yönelik politikalarını şekillendirirken, başka ülkelerdeki halkların mezhepsel aidiyetlerini kendi çıkarları doğrultusunda suistimal ediyor olabilir, ancak bu tavrı onun bütün Şii dünyayı temsil ettiği anlamına gelmiyor. İran’ın kendi çıkarları doğrultusundaki politikalarını Şiilikle özdeşleştirmek, bölgedeki bütün Şiilerin İran’ın politikalarına destek verdiğini varsaymak olur ki, bu hem doğru değildir hem de İran’daki radikal kesimlerin değirmenine su taşımak anlamına gelir.
Nasıl ki, Batı’daki bazı çevrelerin “İslamcı terörist” tanımlamalarından rahatsızlık duyuyorsak, İran’ın desteklediği silahlı gruplar için de “Şii terörist” nitelendirmesini yapmaktan kaçınmak gerekir. Eğer bu silahlı gruplar terörist yöntemlere başvuruyorlarsa “İran destekli teröristler” ifadesi kullanılabilir, ancak bütün Şiileri zan altında bırakacak şekilde “Şii teröristler” ifadesinin kullanılması yanlıştır. Birilerinin “Orta Doğu’nun Otuz Yıl Savaşları’nın başında” olduğunu iddia ettiği bir dönemde, mezhep savaşları riskine karşı herkesin teyakkuz hâlinde olması ve bölgedeki çıkar çatışmalarını “Şiilik” ya da “Sünnilik” gibi kavramlar üzerinden yorumlamaktan kaçınması gerekiyor.
Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile ilişkilerinde son dönemde şahit olduğumuz gibi, devletler arasındaki düşmanlıklar geçicidir, karşılıklı çıkarlardaki çatışmalar, uzlaşıya dönüştüğünde düşmanlıklar da “dostluk” veya “iş birliği"ne dönebilir, ancak kültürel fay hatlarında yaşanacak büyük kırılmaların tamir edilmesi çok daha zor olur. Bu nedenle İran’ın son dönemdeki Halep ve Musul politikası nedeniyle Türkiye’de yaşanan öfkenin, genel olarak Şiileri değil, Tahran yönetimini hedef alması gerekiyor.
Tahran yönetimini hedef alacak tepkinin de ölçülü olması, Türkiye ile İran arasında doğrudan sıcak çatışmaya yol açacak boyuta ulaşmamasına dikkat edilmesi gerekiyor. Bu noktada sivil toplumun tepkisi ile devletin tepkisinin farklı olması doğaldır. Yukarıda ifade ettiğim gibi, sivil toplumun İran’ın politikalarındaki yanlışlıklara ve sivil katliamlara yönelik protestoları doğal tepkilerdir. Devletin görevi ise bu protesto gösterilerinin birtakım provokasyonlarla Türk-İran ilişkilerine daha fazla zarar verecek düzeye gelmesine engel olmaktır. Rusya’nın Ankara Büyükelçisine yönelik suikast Türkiye’nin bu tür provokasyonlara ne kadar açık olduğunu gösterdi.
Devletin sivil toplumdan farklı olarak yapması gereken bir başka şey, İran’la çıkar çatışması yaşanan konularda Türkiye’nin çıkarlarının korunmasına yönelik her türlü tedbiri almaktır. Türkiye’nin çıkarlarının korunması, yeri geldiğinde İran’ın Suriye ve Irak’taki saldırgan politikalarına karşı çıkmayı gerektirdiği gibi, yeri geldiğinde de ekonomik alanda ve hatta siyasi ve güvenlik alanlarında iş birliği yapmayı gerektirebilir.
İran’ın da Halep ve Musul’un kapılarında ne aradığını kendisine sorması ve bu politikasının uzun vadede kendisi açısından çok olumsuz sonuçları olacağını anlayıp nüfuz alanlarını genişletme arayışlarına son vermesi Ankara’nın Tahran ile diyalog kanallarını açık tutmasını kolaylaştıracaktır.
[Türkiye, 28 Aralık 2016].