2013’ten beri gündemimizde DAİŞ. Daha öncesinde Irak’ta “Irak İslam Devleti” örgütü adıyla El-Kaide bağlantılı olarak faaliyet göstermiş, Suriye’ye girmesiyle birlikte hızlıca büyüyüp DAİŞ ismini alarak kabuk değiştirmişti. Yine çok hızlı bir şekilde ele geçirdiği Musul, DAİŞ yayılması için bir dönüm noktası olurken, Kobani saldırısından sonra kurulan uluslararası koalisyon da DAİŞ’i birkaç cephe dışında savunma pozisyonuna sokan başka bir dönüm noktası olmuştu. Suriye ve Irak’ta saha hâkimiyeti ve dışarıdan mezkûr sahaya akan yabancı terörist savaşçılara dayalı yapısı uzun süre devam etti. Son zamanlarda gerçekleştirdiği saldırılar ise DAİŞ’in kabuk değiştirdiğine dair işaretler veriyor.
Daha önce Belçika’daki Yahudi Müzesi saldırısı gibi irili ufaklı örnekleri olsa da artık periyodları sıklaşan ve Ankara, Paris, Şarm el-Şeyh ve Dahiye ile dünya gündemine oturan saldırılarıyla DAİŞ, çatışmayı Irak ve Suriye coğrafyası dışına hatta Dahiye’yi saymazsak Ortadoğu dışına taşımaya başladı. Suruç, Diyarbakır ve Ankara’da Türkiye’yi, Paris’te iki kere Fransa’yı, Şarm el-Şeyh’te Rusya’yı hedef aldı.
Saldırı metotları arasında bir örüntü oluşturabiliyoruz ama saldırdıkları ülkeler arasında aynı örüntüyü kurmakta zorlanıyoruz. Açıklayayım; genelde yerel ve Suriye-Irak dışına ihraç ettikleri teröristler üzerinden saldırılar gerçekleştiriliyor. İntihar saldırıları yaygın metot olarak kullanılıyor. Zira intihar saldırıları arkada istihbari açıdan daha az iz bırakıyor ve organizasyonel anlamda daha az karışık. Yeter ki kendini patlatmaya gönüllü bir terörist bulunsun ki DAİŞ’te bundan fazlasıyla var. Yaptıkları ana vurgu da Batı’da kimsenin güvende olmadığı mesajını vermek ki olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasakları gibi uygulamalara bakarak özellikle Paris’te bu mesajın güçlü bir şekilde alındığını söyleyebiliriz.
Şimdiye kadar saldırdıkları ülkeler açısından da bir örüntü kurmak oldukça zor. Türkiye ve Fransa, hem DAİŞ’le mücadele eden hem de Esed rejimine karşı muhalif grupları ki bu gruplar DAİŞ’in başdüşmanları, destekleyen iki ülke. Rusya ve Lübnan Hizbullahı ise Esed rejimini ayakta tutan iki aktör ve ikisi de DAİŞ ile mücadele konusunda ön plana çıkmıyor. Rusya DAİŞ ile mücadele ettiğini söylüyor fakat en iyi DAİŞ biliyor ki hava saldırılarının kahir ekseriyeti DAİŞ’i değil DAİŞ’in can düşmanı Suriyeli muhalifleri hedef alıyor. Halep’in güneyinde özellikle Kuveyris’te Ruslar DAİŞ’e karşı Esed’e hava desteği veriyor ama bu da kaideyi bozmuyor. Hizbullah da DAİŞ’le mücadeleyi önceleyen bir aktör değil. Hal böyleyken Türkiye, Fransa, Rusya ve Hizbullah’ı bir araya koyduğumuzda DAİŞ bağlamında anlamlı bir örüntü oluşmuyor. Bu sebepten ya bu saldırıların rastgele yapıldığını çıkarmalıyız ya da DAİŞ’i aşan yönlerinin olabileceğini.
DAİŞ’i örneklerini ortaya koyduğu bu kadar sofistikasyondan sonra rastgele hareket edecek bir örgüt olarak değerlendirmek doğru olmaz. Bu da bizi bu saldırıların DAİŞ’i aşan yönlerinin olabileceği fikrine sevk ediyor ki bu da DAİŞ’in ontolojisiyle alakalı bazı soruları gündeme getiriyor. DAİŞ’i doğal bir ortamda, sosyolojik bir itme kuvvetiyle ortaya çıkmış bir örgüt olarak kabul edenler bence DAİŞ’e kolaycılıkla yaklaştıkları gibi Ortadoğu’ya da istihbarat örgütlerinin cirit atmadığı steril bir bölge olarak bakarak hata yapıyorlar. Dünyada içerisine istihbarat örgütlerinin sızmadığı bir terör örgüt yoktur. DAİŞ de karanlık geçmişi ve şu ana kadarki performansıyla bence istihbarat örgütlerinin gayri meşru çocuğu olduğunu fazlasıyla kanıtladı. Bu noktadan hareketle Ankara’nın, Dahiye’nin, Paris’in veya Şarm el-Şeyh’in izi Rakka’yı ve hatta Suriye ve Irak’ı aşan geniş bir çeperde aranmalı.
[Akşam, 20 Kasım 2015]