“Utanıyorum” diyor Dmitri. “Hiç adil değil”
Mülteci meselesini şimdilerde konuşmaktan bahsediyor. Sunumuna başlamadan önce, bu can yakan meselenin C20 gündemine neden daha önce değil de, şimdi girdiğini eleştiriyor.
“Avrupa'ya sıçradığı için mi birden sorun oluverdi?” diye aklına geliyor herkesin.
Evet, elbette bunun payı büyük. Kimse inkâr edemiyor.
Ve tabii bir sebebi daha var, meselenin C20'de nihayet mesele edilebilmesinin: Türkiye'nin üstlendiği “vicdanlı” başkanlık.
Sonuç bildirgesine mültecilere dair bir madde ekletebilmenin, hiç öyle kolay olduğunu sanmayın. Hassas bir konu ve herkes için yansımaları farklı. Kaygılar da farklı, buna bağlı olarak. Bakın; Türkiye, nicedir meselenin insani olduğunu haykırıp dünyayı vicdan dinlemeye çağırırken, gelişmiş ülkelerden çıkan sesler ise, aynı sorunu, kendilerine zarar veren ve üstesinden gelemedikleri bir mesele olarak yansıtıyor. Acıyla izliyoruz.
BİR ZULÜMDEN DİĞERİNE
Bu hafta 15-16 Eylül tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen C20 (Civil Society-20 / Sivil Toplum-20) Zirvesi'nde yer alan bir oturumdan dikkat çeken o cümleyle başladım yazıma. Çok önemli... Yeni mi fark ediyor dünya? Daha da ötesinde, fark ediyor da ne yapıyor?
Konuyu daha önce yazdım. Yine yazmadan edemiyorum. Bir yavru kıyıya vururken, nicelerinin o sularda kaybolup gittiğini cümle âleme nefessiz anlatırken, Avrupa ise insanlık testinde yanlışları işaretlemeye devam ediyor.
Macaristan, zulümden kaçanlara yeni zulümlerle karşılık verirken, bir de kalkmış “Müslümansan aklından bile geçirme” diyor. Slovakya'dan da gelen aynı yaklaşıma karşı sönük kalan tepkiler, Avrupalılık “insaniyetini” toptan sorgulatıyor.
Oysa Macaristan kapılarından döndürülen mültecilerin, Hırvatistan'ın mayın tarlalarıyla dolu topraklarına yönelmesi, sorun olmasa gerek. Ne de olsa, ülkelerinde her gün benzer risklere alışmışlardır. Onlara yarım da olsa göz kırpan Almanya'ya varmak istiyorlarsa, bu ve benzer birçok riski göze alabilirler.
Timsah gözyaşı döken birkaç aktör var, ne de olsa. Tabii onlar için de bu işin, birden kabaran merhametten ziyade bir fırsat olduğunu görmek zor değil. Almanya Maliye Bakanı Schäuble, bunu açık açık ifade ediyor zaten: “Kısa vadeli maliyetler yönetilebilir, uzun vadeli faydalar ise büyük”. İşgücü piyasasına taze kan bulmaktan bahsediyor. Yaşlanan ülkenin, eğitimlilere ve gençlere kapı açacak olması, bu açıdan gayet anlamlı olacak.
Peki ya diğer dev kitleler ne olacak? İnsan haysiyetine olacak?
FÜTÜVVET SAHİBİ TÜRKİYE
Öte tarafta Türkiye'ye bakalım. Avrupa'ya ani bir felç indiren mültecilere yıllardır kucak açan Türkiye, BM verilerine göre, dünyanın en cömert ülkesi. Ve biliyoruz ki; bu yükü, ne devlet ne de millet olarak taşımak hiç kolay değil. Sızlananlarımız, kızanlarımız oluyor elbet ancak genelde gıkımız neredeyse hiç çıkmıyor. Makbul olan da, çıkmaması değil mi zaten?
Bu şanssız insanların bir şansları var ki; o da kaçıp geldikleri bu toprakların, yüzyıllar boyunca Anadolu ahileriyle yoğrulmuş ve onların sadece iktisadi hayata değil, sosyal hayata da aktardıkları fütüvvet kültürüyle bereketlenmiş topraklar olması. Bu toprakların insanları ise, o ahi nesillerin genlerini bugünlere taşımış insanlar. Zira nedir fütüvvet? Fedakârlıktır, insan severliktir, yardımdır, tevazudur, mertliktir. Şefkatli olmaktır, cömert olmaktır, sabırlı olmaktır. Hülasa, iyi olmaktır.
İşte Türkiye devletinin ve milletinin yıllardır yaptığı da, fütüvvet değildir de nedir? Bugün 2,5 milyona ulaştığı tahmin edilen dev bir nüfusu, onca zorluğa rağmen elinden geldiğince ağırlayan Türkiye'nin gösterdiği fütüvvet örneği, Batı dünyasının hangi köşesinde vardır?
Peki ya Arap ülkeleri nerededir? Ülkelerinden kaçanların birçok açıdan daha kolay adapte olabilecekleri “zengin ve Müslüman” Körfez ülkelerinin kapıları, bu insanlık dramına neden kapalıdır? Milyonlarca mülteciyi, neden Türkiye, Lübnan ve Ürdün sırtlanmaktadır?
Elbette sırtlanıyoruz ve insaniyet testinden geçiyoruz ancak yurtsuz kalan bu insanlara daha çok ulaşmak, daha çok yardım ulaştırmak için, uluslararası bir dayanışma şart. Zira yeme içme ile barınmanın da ötesinde, bu insanların ömürleri akıp gidiyor. Bilhassa çocuklar çok önemli. Büyük bir kısmı okul yüzü görmüyor. Okul çağındakiler çoktan yıllar kaybetti, savaşla doğan bebekler ise okulla tanışamıyor.
C20 VE G20
Ne mutlu ki, Türkiye bu insanların derdini kendine dert ediniyor. Zira C20 Zirvesi'nde Dr. Sare Davutoğlu'nun da ifade ettiği gibi, “Aylan'ın acısını kendimize dert etmezsek, bir gelecek kuramayız”. Keşke dünya bunun farkına varsa. Yaşananların bir imtihan olduğunun farkına varsa…
Tabii bu arada, denizde yitirilenlere, karadakiler de eklenmeye devam ediyor. Dün Halep'ten gelen katliam haberi neden dünyayı hala ayağa kaldıramıyor? Aylan'ın yürekleri parçalayan fotoğrafı, o daha bu dünyada yokken öldürülmeye başlanan Aylan'ların bugün hala katledildiğini neden hatırlatamıyor?
Dolayısıyla, ancak başa gelince “kriz” olduğu anlaşılan mülteci akını bir yana, bunun kaynağı olan savaşlar için vicdanlar ne zaman açılacak? Asıl bunun bir uluslararası kriz olduğu, acil çözüm beklediği ne zaman anlaşılacak?
İşte dünyanın asıl cevaplaması gereken sorular bunlar.
Bu dertlerle yıllardır dertlenen Türkiye, başkanlığını yürüttüğü G20'nin Zirvesi'nde de, bu soruları sormaya devam etmeli. Amaç ise, zaten bilinen gizli cevapları duymaya çalışmak değil elbet. O cevapların kendilerini sorgulatmaya, sarsmaya, değiştirtmeye çalışmak.
Çok zor olsa da, bu yapılmalı. Bu G20 dönemi, dünyayı insaniyete davet ederek kapatılmalı.
[Yeni Şafak, 18 Eylül 2015]