Avrupa'nın Kıyıya Vuran Değerleri - Yavuz Güçtürk
Avrupa 1992 Bosna Savaşı'ndan bu yana en büyük mülteci krizi ile karşı karşıya. 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki en yüksek mülteci sayısına 2014'ün başında ulaşılmış olmasına rağmen AB liderleri için Kuzey Afrika ve Orta Doğu'da büyüyen mülteci krizi dünyanın herhangi bir yerindeki uzaktan izlenen diğer gelişmelerden farksız bir konu idi. BM ve insan hakları örgütleri tarafından sürekli dile getirilmekte olan mülteci akını Suriye'deki iç savaşın yakın bir zamanda sonlanmasına yönelik umutların azalmasıyla son aylarda AB'ye doğru yoğunlaştı. Nisan 2015'te İtalya'ya ulaşmaya çalışan bir teknede 800 kişinin ölümü sonrasında ise mülteci krizi Avrupa'da da gündemin ilk sırasına yerleşti. Nisan 2015'ten itibaren Avrupa kamuoyunda geniş bir biçimde tartışılmaya başlanan AB'nin göç politikaları, ailesi ile birlikte Yunanistan'a geçmek isterken boğularak yaşamını yitiren ve cansız bedeni Bodrum kıyısında bulunan 3 yaşındaki Aylan isimli Suriyeli çocuğun fotoğraflarının medyaya yansımasıyla zirve noktasına ulaştı.
Mültecilerin Avrupa yolunda 2015 yılı içerisinde kitlesel ölümleri sonrası bir araya gelen AB liderleri ise bu konuda şimdiye dek etkili kararlar alabilmiş değil. AB karasuları ve kara sınırlarını korumak için yürüttüğü operasyonların bütçesini arttırmak ve insan kaçakçıları ile mücadeleyi sürdürmek gibi güvenlik tedbirlerini artırırken, mülteci yükünün paylaşılmasını öngören kota uygulaması getirilmesi ve mültecilerin yasal yollardan AB'ye ulaşmaları için vize kolaylığı sağlanması gibi konularda ortak karar alamadı. AB liderleri yaşanan krizin siyasi bir kriz olduğunu, AB'nin mültecilerin statüsünü düzenleyen Dublin Düzenlemesi'nin yeniden gözden geçirmesi gerektiğini, bazı siyasetçilerin önerdiği gibi sınır kontrollerini artırmanın hiçbir faydasının olmadığını, mülteci yükünü sadece İtalya, Yunanistan, Almanya ve İsveç gibi ülkelerin üstlenmesinin AB'nin birlik değerine aykırı olduğunu artık AB hükümetleri görmeli. Bununla birlikte Macaristan Başbakanı gibi siyasi liderler kafalarını kuma gömerek gerçekten uzaklaşabileceklerini sanıyorlar. Mülteci akınının kıtanın "Hıristiyan kökenlerini tehdit" ettiğini savunan Macar Başbakan Victor Orban daha da ileri giderek "Avrupa'nın bir mülteci krizi olmadığını, mülteciler Almanya'ya gitmek istedikleri için Almanya'nın bir mülteci sorunu olduğunu" açıkladı. Trajik olan şu ki Orban gibi siyasetçiler azınlıkta değil. Bilakis Avrupa'da yabancı düşmanlığı ve İslamofobi üzerinden güç devşiren partiler giderek destek kazanıyor.
Türkiye'nin Mülteci Politikası - Can Acun
Görece çok daha az bir yükle karşı karşıya olmasına rağmen Avrupa ülkelerinin mülteci-göçmen akınına karşı verdiği olumsuz yanıt, Türkiye'nin bu husustaki ilkesel duruşunu bir kez daha gündeme taşıdı. Avrupalı ülkelerin sınırlamaları sebebiyle kaçak yollarla bu ülkelere ulaşmaya çalışan başta Suriyeliler olmak üzere, Afganlar, Filistinliler, Eritreliler ve diğer birçok ülke vatandaşı Akdeniz'de can verirken, Türkiye gerekli lojistik, idari ve hukuki altyapıyı oluşturarak 2011 yılından günümüze "misafir" olarak isimlendirdiği 2 milyondan fazla mülteciye kapılarını açarak kendini Avrupalı ülkelerden ayrıştırmıştır.
Yoğun mülteci akınından ötürü oluşabilecek olası siyasi ekonomik, toplumsal ve güvenlik maliyetlere rağmen insani kaygılar ön planda tutularak "açık kapı politikası" uygulanmış, bu politika çerçevesinde Türkiye'ye sığınan tüm mülteciler etnik ve mezhepsel herhangi bir ayrıma tabi tutulmadan kabul edilmiştir. Mültecilerin en iyi şekilde ağırlanabilmesi adına Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) koordinasyonunda birçok kamu kurumu ve STK'nın dahil olduğu kuşatıcı bir sistem inşa edilmeye çalışılmıştır. Hatay, Gaziantep, Şanlı Urfa, Kilis, Mardin, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana ve Malatya illerinde 18'i çadır ve 6'sı konteyner kent olmak üzere toplam 24 adet barınma merkezi oluşturarak buralarda 250 bine yakın mülteci ağırlanmaya başlanmıştır.
Mültecilerin eğitim, sağlık yardımı almaları için altyapı oluşturulmuş, çalışabilmeleri adına düzenlemeler yapılmıştır. Mültecilere yönelik harcamalar 2015 yılı itibariyle 6 milyar dolarıgeçerken, dünyadan anlamlı bir destek görmediğini de belirtmek gerekmektedir. Türkiye tamamen kendi imkan ve kabiliyetleri ile mülteci meselesine yanıt vermeye çalışmaktadır.
Mevcut uygulamalara ilişkin aksaklıklar veya iyileştirme için atılabilecek adımlar olmakla birlikte, Türkiye hem uyguladığı koşulsuz "açık kapı politikasıyla" hem de mültecilerin ağırlanması, ihtiyaçlarının karşılanması noktasında Avrupa ülkelerinden çok daha iyi bir sınav vermektedir.
[Sabah Perspektif, 5 Eylül 2015]