SETA PANEL Oturum Başkanı: Talip Küçükcan, SETA Konuşmacılar: Ceyda Karan, Habertürk Selin M. Bölme, SETA Akın Emre Karagülle, S. Haber TV Tarih: 14 Nisan 2011 Perşembe Saat: 16.00 - 18.00 Yer: SETA, Ankara
17 Şubat’ta Kaddafi’nin gitmesi ve reform talebi ile Bingazi’de başlayıp diğer şehirlere sıçrayan gösterilerin rejim güçleri tarafından şiddetle bastırılmaya çalışılması ile birlikte Libya’da değişim rüzgârı bir iç savaşa dönüşmüştür. Bir ay sonra BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı Libya’da uçuşa yasak bölge oluşturulması ve sivillerin korunması yönündeki kararın ardından, Fransa’nın başını çektiği koalisyonun müdahalesi, BM kararının kapsamını aştığı gerekçesi ile eleştirilerin hedefi haline gelmiştir. Bu süreçte Türkiye, operasyonun hedefi, NATO’ya devri ve sivillerin korunması yönünde yaptığı ısrarlı vurgu ve Libya’da tüm taraflarla görüşebilen tek ülke olması vasfı ile ön plana çıkmıştır.
Libya’da devam eden operasyon muhalifler ve Kaddafi arasındaki savaşı daha karmaşık bir hale getirmiştir. Operasyon ve çatışmalar devam ederken Türkiye’nin ateşkes planının ardından en son Afrika Birliği’nden sundukları barış planının Kaddafi tarafından kabul edildiği açıklaması gelmiştir. Buna karşın Libya’nın geleceğine ilişkin birçok belirsizlik varlığını sürdürmektedir.
• Kaddafi iç ve dış baskılara rağmen iktidarını sürdürebilecek mi? • Muhalifler kimler, amaçları ne? • Libya’daki operasyona uluslararası güçler nasıl bakıyor? • 1973 sayılı BM kararının kapsamı ve operasyonun hukuki boyutu nedir? • Operasyonun hedefi Libya’da rejim değişikliği mi? Libya’yı neler bekliyor? • Türkiye Libya politikası ile neyi amaçlıyor? • Türkiye, bu süreci nasıl etkiler, bu süreçten nasıl etkilenir?
SETA’nın 14 Nisan 2011 Perşembe günü düzenlediği oturum başkanlığını SETA Dış Politika Koordinatörü Prof. Dr. Talip Küçükcan’ın yaptığı “Batı ve Kaddafi Çıkmazında Libya” başlıklı panele Habertürk TV Dış Haberler Müdürü Ceyda Karan, SETA Dış Politika Uzmanı Selin M. Bölme ve Samanyolu Haber TV Dış Haberler Editörü Akın Emre Karagülle konuşmacı olarak katıldılar.
Ceyda Karan, Libya’nın Tunus ve Mısır’dan çok farklı bir ülke olduğunu, Libya’da henüz yerleşik bir ulus-devlet sisteminin olmaması sebebiyle buradaki karışıklığın bir iç savaşla ya da bölünmeyle sonuçlanmasının pekala mümkün olduğunu anlattı. Aşiretlerin öbekler halinde yaşadığı Libya’da bir ulus hissiyatını duymanın çok zor olduğunu söyleyen Karan, Kaddafi’nin böyle bir yapıda kendisini bir devlet başkanı gibi değil, bir rehber gibi konumlandırdığını ifade etti. Dışarıda, bilhassa sanal alemde, sanki Libya’daki muhaliflerin ülkedeki kontrolü ele geçirdiği ve Kaddafi’yi her an yıkabilecekleri yönünde bir izlenim oluştuğunu ancak bunun sahada hiç de öyle olmadığını söyleyen Ceyda Karan, kendisinin Libya’da bulunduğu günlerde bunu bizzat müşahede ettiğini de ekledi. Kaddafi’nin etrafındaki güvenlik gücünün küçümsenmemesi gerektiğine işaret eden Karan, muhaliflerin zayıf ve dağınık olmasının da önemli bir handikap olduğunu savundu. Liberal müdahalecilik anlayışıyla Batı’nın biraz da aceleci bir şekilde hava saldırılarına başladığını anlatan Ceyda Karan, Türkiye’nin en başından itibaren savaşsız ve diplomatik/siyasal bir çözümden yana olmasının önemine işaret etti. Türkiye’nin Libya’daki ciddi yatırımlar ve yılların getirdiği birikimle olayları doğru okuduğunu söyleyen Karan’a göre Türkiye’nin mevcut koşullarda yapabilecekleri de sınırlıdır.
Akın Emre Karagülle de olayların başlangıcında Libya’da bulunmuş gazetecilerden biri olarak bölgeye ilişkin somut gözlemlerini aktardı. Libya’daki başkaldırının ilk günleriyle gelinen noktadaki durumun çok farklı olduğunu anlatan Karagülle, ilk günlerde kendilerini muhalif olarak nitelendiren grupların son zamanlarda kendilerine isyancı dediklerine vurgu yaptı. Ayrıca ilk günlerde yoğun bir heyecan dalgası var iken Kaddafi güçlerinin atağa geçmeleriyle şu anda ümitsizliğin olduğunu anlatan Karagülle, ülkedeki gençlik hareketleriyle belli şehirlerde kurulan ulusal halk meclislerinin de birbiriyle tam olarak örtüşmediklerini ifade etti. Karagülle’ye göre Batı’nın ilk planı ülkeyi bölmek üzerineydi; ancak zaman içinde bu stratejiyi kolayca uygulamanın mümkün olmadığı görüldü ve planlar değişti. Batı’nın hala “sivil kayıplar” kozunu kullandığını anlatan Karagülle, bu konunun bugün ve yarın araçsal bir konu olarak kullanılabileceğini ifade etti. Sadece hava operasyonlarıyla Libya’da hiçbir şeyin yapılamayacağını vurgulayan Karagülle’ye göre (tabi ki arzu edilen bir durum değil) kara operasyonu olmadan Libya’da Batılı güçlerin bir sonuca varmaları mümkün değil. Türkiye’nin pozisyonunu freni boşalmış bir araçta fren yapmaya çalışmaya benzeten Akın Emre Karagülle, başından beri Türkiye’nin savaşsız çözümden yana istikrarlı bir şekilde durmasının çok önemli olduğuna dikkat çekti.
Libya özelindeki süreci uluslararası aktörler açısından değerlendiren SETA dış politika uzmanı Dr. Selin M. Bölme ise Afrika’daki ABD-Çin rekabetine dikkat çekti. Libya’da 30 bin civarında Çinlinin çalıştığını anlatan Bölme, bu süreçte Çin ve Rusya’nın benzer mülahazalarla aslında arada kararsız kaldıklarını anlattı. Selin Bölme, Batı’nın müdahaleci yaklaşımını benimsememekle beraber doğrudan onun karşısında da yer almayan bir temkinli tavırla davranan Çin ve Rusya’nın, Libya’daki süreçte Batılı güçlerin kolay kolay bir sonuca varamayacağını düşündüğünü anlattı. Aynı süreçte Almanya’nın da tavrının biraz karışık olduğunu ifade eden Bölme, Almanya’nın her halükarda askeri müdahalesiz bir çözüm isteyen yaklaşımının hem içeride hem de Avrupa genelinde sorgulandığına dikkat çekti. Yeni rekabet alanının Afrika olduğu bu süreçte ülkelerin bir anda net bir pozisyon belirlemelerinin zaten zor olduğunu ifade eden Bölme’ye göre Türkiye’den de hemen net bir pozisyon belirlemesini beklemek veya istemek doğru bir tavır olmayacaktır. İç içe geçmiş birçok ilişkinin olduğu Afrika denkleminin daha da zorlaştığına vurgu yapan Bölme’ye göre Batılı güçlerin Libya özelinde ve Ortadoğu/Kuzey Afrika genelinde net pozisyonlar belirmeleri zaman alacaktır. Türkiye’nin en başından itibaren belirli ilkelerle hareket ettiğini ve tam da bu sebepten dolayı diplomatik bir çözüm söz konusu olduğunda hala en güçlü unsurlardan biri olacağını anlatan Bölme, devrimlerin gerçekleştiği bu ülkelere emperyalist gözle bakmayan bir Türkiye’nin bölge için bir şans olduğuna da vurgu yaptı.
Panel soru-cevap bölümüyle sona erdi.