Ortadoğu’da son günlerin en merak edilen konularından birisi yeni kral ile birlikte Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarında oyun kurucu bir değişikliğin olup olmayacağı. Normal şartlar altında pek de dinamik olmayan bir dış politika çizgisine sahip Suudi Arabistan, ideoloji ile reel politiği ayırt edebileceğine dair bazı sinyaller vermekte. Bu sinyallerden hareketle Suudi Arabistan’ın bölgesel harekat planında potansiyel bir değişimin bölge için ne anlam ifade edeceği sorusu Mısır’dan Suriye’ye, Birleşik Arap Emirlikleri’nden İsrail’e kadar birçok ülkeyi yakından ve derinden ilgilendirmekte. Bu sebepten bir süredir bu konuda birçok yazı kaleme alınılıyor.
Arap basınından özellikle Suudilerle bağlantılı mecralarda bir değişimin olabileceğine dair analizler ağırlıkta. Geçtiğimiz günlerde Al-Hayat gazetesinde yayınlanan Halid el-Dahil’in makalesi özellikle dikkat çekiciydi. Yazı boyunca Suudi Arabistan’ı reel politiğe davet eden el-Dahil, hem İsrail hem de İran yayılmacılığına karşı Türkiye-Suudi Arabistan-Mısır’ın ittifakının bir gereklilik olduğunu söylüyor ve özellikle Suudi Arabistan’ı dış politikasında bir ince ayar yapmaya çağırıyor. Aslında benzer yazılar yakın zamanda Abdulrahman al-Rashid gibi Suudi yönetimine yakınlığıyla bilinen gazeteciler tarafından da yazıldı.
HAMAS ÜZERİNDE BASKI HAFİFLEYEBİLİR
El-Dahil’in yazısını konu alan yazısında Haaretz yazarlarından Zvi Barel de Suudi Arabistan’daki değişimin ne anlama geleceğini analiz etmiş. Muhtemel bir değişimin İsrail’i yakından ilgilendiren iki aktör için güçlü sonuçlar çıkarabileceğini yazmış. Barel’e göre Suudi Arabistan’ın Mısır politikasını gözden geçirmesi ile Hamas tekrar Arap dünyasının desteğini alan bir parti haline gelebilir. Eğer Suudi Arabistan yeni bir stratejik okuma yaparsa Müslüman Kardeşler gibi mutedil Sünni hareketlerle ilişki kurmak hem İran’a ve hem de IŞİD’e karşı etkin bir silah olabilir. Tabii ki bu durumdan Suudi Arabistan’ın İslamcıfobisi’ni körükleyerek istifade etmeye çalışan İsrail olumsuz olarak etkilenecek. Hem sağlam müttefiki olan Sisi’nin Mısır’ı dizginlenecek hem de baş düşmanı olan Hamas üzerindeki baskı hafifleyecek.
KAYBEDEN İSRAİL VE İRAN OLUR
Her iki yazı da ortaya koydukları analiz itibarıyla değerli ve isabetli. Daha önce bu köşede yazdım: İsrail ve İran yayılmacılığına karşı Mısır ve Suriye’de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın asgari müştereklerde buluşması ve yeni bir strateji ortaya koyarak birlikte hareket etmesi gerekiyor. Buna Türkiye’nin fazlasıyla hazır olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Suudi Arabistan’ın bir öncelikler sıralaması yapması gerekiyor. İslamcıfobisi üzerinden Suudi Arabistan’ın ve bölgenin içerisine çekildiği stratejik kuşatmadan akılcı ve gerçekçi bir dış politika okumasıyla sıyrılması mümkün olabilir. İki ülke- Mısır ve Suriye- tüm bölgede yeni bir dönemin başlamasına sebep olabilecek enerjiye sahip. Eğer bu iki ülkede İsrail ve İran gerilerse Suudi Arabistan’ın da dahil olduğu bölge kazanır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyareti bu stratejinin hayata koyulabilmesi için hayati bir öneme sahipti. Hem Suudi hem de Türk kaynaklardan gelen haberler, ziyaretin ortak stratejinin gerekliliği anlayışı çerçevesinde yapıldığı yönünde. Anlaşılan ikili ilişkilerin kriz noktaları üzerinden değil, ortaklık gerekliliği perspektifinden hareketle yürütülmesi her iki tarafın da üzerinde mutabık kaldığı bir husus. Bu sebepten Mısır’ı bir paranteze alarak bölgesel meselelere yaklaşma konusunda bir eğilim var. Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sarf ettiği hem de Suudi kaynaklarda geçen “Suriye’de sahaya direkt olarak yansıyacak bir işbirliği” ifadesi ziyaretin ana temasını anlatmaya yeter.
Bölgede krizler birbiri ardına gelirken Suudi Arabistan’ın “İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri” ekseninde hareket etmesi, en çok İran ve İsrail’in işine geldi; en çok da bölge halkları kaybetti. Suudi Arabistan için zaman bu “felaket ekseninden” çıkma zamanı.
[Akşam, 6 Mart 2015]