Pazar günü Avrupa Birliği’nin 27 üyesinin devlet ve hükûmet başkanları Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinden ayrılmasını öngören Brexit Anlaşmasını oy birliğiyle onayladı. Böylece AB tarihinde ilk defa bir üye ülkenin Birlik'ten ayrılmasının yolu açılmış oldu.
Şimdi artık geriye Birleşik Krallık Parlamentosunun AB ile varılan anlaşmayı onaylaması kaldı.
Bu konuda birtakım sorunlar çıkabileceği konuşuluyor. Brexit karşıtları ile Muhafazakâr Parti içindeki Başbakan Theresa May karşıtlarının Brexit Anlaşmasının onaylanmaması için çaba sarf ettiği görülüyor.
Her ikisinin de gerekçesi farklı.
Brexit karşıtları, anlaşmanın onaylanmamasını ülkelerinin AB üyesi olarak kalması için isterken, Theresa May’in pazarlığını yaptığı anlaşmanın Birleşik Krallık’ın çıkarlarına zarar verdiğini düşünen radikal Brexit taraftarları daha iyi bir anlaşma için bastırıyorlar. Bu ikinci grubun niyeti anlaşmanın oylamasında Başbakan May’in başarısız olup istifaya zorlanması ve ardından Birleşik Krallık’ın daha uygun şartlarda ve hızlı bir şekilde AB üyeliğinden ayrılması için yeni bir anlaşmanın yapılması.
Radikal Brexit taraftarları, mevcut Brexit Anlaşmasındaki, Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinin sona ereceği 29 Mart 2019 tarihinden sonra da 2020 sonuna kadar AB’ye karşı yükümlülüklerini yerine getirmesine dair düzenlemenin ülkeleri açısından kabul edilemez dezavantajlara yol açacağını ileri sürüyorlar. Anlaşmayla, Londra’nın karar mekanizmalarında yer almadan Brüksel’in aldığı kararlara iki yıl kadar daha uymak zorunda kalacak olmasını eleştiriyorlar.
İçinde bulunduğumuz ay ortasında Brexit Anlaşmasının detaylarıyla birlikte duyurulmasının ardından istifa eden Brexit Bakanı Dominic Raab ile birlikte bu süreçte istifa eden bakanların sayısı altıya ulaştı. Bu istifalar Theresa May hükûmetinin Brexit sürecini yürütmesine yönelik memnuniyetsizliğin giderek arttığının göstergesi.
Bu memnuniyetsizliğin Birleşik Krallık Parlamentosu’nda oylanacak olan Brexit Anlaşmasının reddedilmesi sonucunu doğurup doğurmayacağını ise zaman gösterecek. Anlaşmanın arkasında olan Başbakan May, anlaşma oylamasında ret kararı çıkarsa ülkenin AB üyesi olarak kalacağını söyleyerek radikal Brexit taraftarlarını ret oyu vermemeleri konusunda uyardı.
Brexit karşıtlarının, anlaşmanın parlamentodan geçmesini engelleyerek ülkelerinin AB içerisinde kalmasını sağlamaya yönelik planlarına karşı ise Başbakan May’in yapabileceği fazla bir şey yok. Ancak Brexit karşıtlarının, Birleşik Krallık halkı bu konuda karar vermişken ve ayrılma süreci bu kadar ilerlemişken süreci tersine çevirmelerinin mümkün olabileceğine de pek ihtimal verilmiyor.
Brexit, Birleşik Krallık için olduğu kadar Avrupa Birliği için de önemli bir dönüm noktasına işaret ediyor.
İlk defa AB üyesi bir ülke üyelikten ayrılıyor.
45 yıl AB üyesi olarak kalan bir ülke bu uzun sürenin sonunda Birliği terk ediyor.
Bu ayrılış, başka üyelerin de AB ile yollarını ayırmalarının ilk adımı olabilir mi?
Brexit, çatışma ve savaşlarla dolu bir geçmişe sahip olan Avrupa’da, AB ile birlikte oluşturulan ortak hukuk alanının sonunun başlangıcına mı işaret ediyor?
Giderek artan bir şekilde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve AB karşıtlığına evrilen aşırı milliyetçiliğin girdabına sürüklenen Avrupa ülkeleri, Birleşik Krallık’ı AB çatısı altındaki iş birliği ve entegrasyon projesinden koparan bu girdabı engelleyebilecekler mi?
Yoksa daha fazla ülke bu girdaba kapılıp AB’den koparak aşırı milliyetçiliğin pençesinde Avrupa’da yeni çatışma ve savaşların zeminini hazırlayacak politikalara mı sürüklenecek?
Polonya, Macaristan, Çekya ve İtalya’nın Brüksel ile yaşadığı ciddi sorunlar, Brexit’in tek örnek olarak kalmayabileceğini, egemenliklerine fazla müdahale edildiğini düşünen başka ülkelerin de zamanı geldiğinde AB’den ayrılık sürecini başlatabileceğini gösteriyor.
Bu noktada, AB’nin temel eksenini oluşturan Almanya ve Fransa’nın bu süreci nasıl yönetecekleri önem kazanıyor. Bu da özellikle Almanya’daki en önemli parti konumunda olan Hıristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) başına Merkel’den sonra geçecek kişinin, aşırı sağcı AfD’nin yükselişini önleyecek politikalar geliştirip geliştiremeyeceğine bağlı.
Eğer Almanya ve Fransa da ırkçı hareketlerin esiri olurlar ve AB içerisindeki aşırı milliyetçilik dalgasına engel olamazlarsa, o zaman hem AB’nin hem de Avrupa’daki barış döneminin sonuna yaklaşıldığı tespitini yapmak yanlış olmayacaktır.
[Türkiye, 28 Kasım 2018].