SON beş ayın siyasi gündemini oluşturan Kürt sorunu ve Demokratik Açılım tartışmaları, sorunun özüyle yüzleşme noktasına Ekim ayının ortasında ulaştı. Ancak hemen hiçbir kesim ve kurumun bu yüzleşmeye hazır olmadığı ortaya çıktı. Savaş simülasyonlarına o kadar alışmışız ki barış uygulaması, üstelik de barışı en fazla telaffuz edenler tarafından, yüzümüze gözümüze bulaştırıldı.
Türkiye’de yüzyıllık bir “milletleşme” sorunu var. Millet olma sorunu içerisinde bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu içerisinde kanlı bir mücadele var. Yıllardır akan kanın içerisinde bir terör sorunu var. Terör sorunu içerisinde PKK var. PKK sorunu içerisinde güvenlik sektörümüz, dış mihraklar, enerji, Ortadoğu jeopolitiği vs. var. Onlarca farklı dinamiğin içerisinde Türkiye’nin büyüme sancıları var. Türkiye bir karar noktasında: Sınır tartışmasından bağımsız olarak; ya Kürt sorunu üzerinden büyüyeceğiz ya da küçüleceğiz. Anlaşılan o ki devlet aklımız büyümekten yana. Lakin son beş aydır, aklıselim sahibi herkesin dile getirdiği gerçek, PKK’ların teslim olma görüntüleriyle bir kez daha tescillendi: Bu süreçte üslup içerikten önemlidir.
Peki, nasıl oldu da sürece yeniden değerlendirilmek üzere ara verildi? Öncelikle silahsızlanma denilen süreçten kimin ne anladığını masaya yatırmak lazım. PKK’nın silahsızlanmadan anladığı, yenilmiş asiler tadında kahramanlık ile toplumun arasında olabildiğince belirgin bir şekilde var olabilmek. Dağda bulunmanın karizmasını ovada da sürdürmeye kalkmak. DTP’nin anladığı, yıllardır siyaset yapmak yerine dağın tercümanlığı yapmaktan imtina etmezken, işin sahibi dağdan inince paniklemek. Kürt sorununun çözülmesinin, cari DTP kadroları ve söyleminin de çözülmesi anlamına geldiğini iliklerine kadar hissedip afallamak. Şimdiye kadar “Muhatap İmralı’dır” sloganıyla siyaseti kilitleyip milleti bıktırmalarına karşın; devletin, işin sahiplerini ismi konulmamış bir şekilde muhatap aldığını görünce ne yapacağını şaşırmak. Şaşırdıkça, bir üniversite kantinini kurtarılmış bölge ilan eden, mürit sayısı tek haneyi geçmeyen ama çift haneli eş başkana sahip marjinal sol öğrenci örgütü düzeyini bir türlü aşamamak.
“Gerekirse dağa çıkarız” diyen MHP ise “Dağdakiler inerse ne yaparız?” sorusunun cevabını henüz bulabilmiş değil. Yakın zamanda da bulacağa benzemiyor. MHP lideri Devlet Bahçeli, herkesin takdir ettiği soğukkanlılığını kaybetmiş bir şekilde, toplumsal gerginliğe çok kolay teşne olabilecek çıkışlarını sürdürüyor. MHP ile birlikte CHP de bu sürece karşı iki temel yaklaşım sergiliyor: Birincisi, Doğu ve Güneydoğu’da temsil edilmemelerine yaslanan bir siyasi sorumluluk düzeyi göstermek. İkincisi, mezkur meseleyi Türkiye’nin sıradan bir sorunuyla muhatap olur gibi ciddiyetsizce ele almak. MHP ve CHP yöneticileri, son 25 yılda on binlerce insanın can vermesine, binlerce askerin şehit olmasına sebep olan bu yarayı iyileştirmeyi hedefleyen bir süreçle ilgili eleştiri haklarını, bu ciddiyetsiz dili kullanmaya devam ettikleri sürece kendi elleriyle neshediyorlar.
Teslim oluş süreci elbette içerisinde birçok sıkıntıyı da barındırıyor. Bu da oldukça normal. Türkiye’nin güvenlik bürokrasisi terörle mücadele konusunda hemen her detayda tecrübe kazandı. Tecrübesinin olmadığı tek alan silahsızlanma ve teslim oluş süreci. Bu tecrübesizlik doğal olarak hükümetin çözüm sürecine de yansıyor. Aylardır herkes, “Nasıl bir silahsızlanma yaşanacak?” diye soruyordu. Bu soruya devletten önce Abdullah Öcalan cevap verince ne yapılacağının bir simülasyonunun olmadığı anlaşıldı. Hepsinden önemlisi, PKK “Silah bırakıyoruz” dese, Türkiye’nin nasıl bir yol haritasını takip edeceği belirsiz.
Öncelikle, silahsızlanma süreci ile PKK’nın illegal bir örgüt olmaktan vazgeçmesinin birbirinden ayrılması gerekiyor. Silahsızlanma, adı üstünde, elinde silah olanların silahlarını bırakmasıdır. Bu oldukça basit görünen durum, teslim oluş sürecinde kolayca karmaşık bir soruna dönüştü. Şöyle ki, Mahmur Kampı’ndan gelenlerin elinde silah olmadığının bilinmesine rağmen, bu kişilerin Kandil Dağı’ndan gelenlerin arasına karışmasına müsaade edildi. Buna kesinlikle izin verilmemesi gerekiyor. Silahsızlanma sadece elinde silah olan ve sayıları 3-5 bin arasında olduğunu söylenen kişileri içeriyor. Daha bir ay öncesine kadar 3-5 bin kişi silahsızlandırılmaya çalışırken, şu an 11 bin Mahmur’dan, 15 bin kadar da Avrupa’dan gelecek PKK’lıdan bahsediliyor. Bu da PKK’yı “3-5 bin terörist”ten “25-30 bin terörist”e terfi ettirmek oluyor ki, bunun açıklanabilir hiçbir tarafı bulunmuyor. Bütün bu kafa karışıklıklarından dolayı, sürecin inkıtaa uğraması geri bir adım değil aksine hayırlı bir adım oldu.
Kürt sorunu 150 yıllık siyasal tarihimizin bütün sorunlarının mikro temsili gibi. Elinde silah olmayanlar nasıl silahsızlanma sürecinin dışında değerlendirilmeli ise; silahsızlanma da Kürt meselesinden gerekirse bağımsız bir şekilde değerlendirilmeli. Son tahlilde, ne PKK Kürtçe TV için dağa çıktı; ne de TRT-Şeş PKK’yı dağdan indirecek. Gelinen noktada, PKK’nın dağda kalmasını orta vadede sağlayacak şartların hepsi hızla ortadan kalkıyor. Enerji anlaşmalarının Rusya’yı Irak’a, Suriye’yi Türkiye’ye, Mısır’ı Gürcistan’a, İran’ı Almanya’ya, Erbil’i Bakü’ye bağladığı bir denklemde, PKK bir araç değil ancak sorun olabilir. Irak ve Suriye ile ortak bakanlar kurulunu toplayan, yalnız İran’ın dünyaya açılan kapısı olan bir Türkiye karşısında; PKK artık İran, Irak ve Suriye’nin de sorunu olacaktır. ABD’nin Güçlerin Statüsü Anlaşması (SOFA) gereğince Irak’tan çekilme takvimi yaklaştıkça, Erbil de Irak gerçeğiyle yüzleşecektir. Yüzleştikçe de PKK’nın nasıl bir maliyet getireceğini fark edecektir. Hal böyleyken silahsızlanma sürecini yönetmek Türkiye Cumhuriyeti’nin boynunun borcudur. Dünyada başka hiçbir örgüt, bu denli köşeye sıkışmışken silahsızlanmamıştır. Aksine savaşın en karanlık ve en zor anını müteakiben barış ve aydınlık gelmiştir. Bu imkânı değerlendirmek, bu kadar olumlu bir havadan bir başarı hikâyesi çıkarmak zor olmasa gerek.
Çatışma çözümlerinin stratejisi ve ekonomi politiği her zaman tahmin edilenden daha zor ve karmaşıktır. Kırmızı çizgiler siyasetinden basamaklar siyasetine geçiş sürecini yaşayan Türkiye, maliyetleri kontrol edebilir. Basamaklar siyasetinde iki önemli unsur bulunmalıdır:
1) Alternatifler çeşitlendirilmelidir. Sorunlar ve krizler karşısında alternatiflerin hazırlanmadığı bir planın hayata geçirilmesinden kaçınılmalıdır.
2) Provokasyonların olabileceği baştan kabul edilmeli ve sabır payı bırakılmalıdır. Unutulmamalıdır ki her çözüm ve tasfiye belli miktarda siyasal boşluk oluşturur. Bu boşlukları doldurmaya çalışacak birçok kesim, siyasi parti ve illegal yapı zuhur edebilir. Hükümet, boşlukları dolduran bir siyaseti hayata geçirdiği takdirde, muhalefet partileri bölge partisinden şehir partisi olmaya ve Türkiye siyaseti ciddi anlamda normalleşmeye başlayacaktır. Yeter ki PKK’ya silahlarını nasıl ve nereye bırakacağını gösterelim!
Anlayış - Kasım 2009.