Daha önce 1951-1952, 1954-1955 ve 1961 yıllarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde geçici üye olan Türkiye uzun yıllar sonra 2008 yılında tekrar aday olmuş, Batı Avrupa ve Diğer Ülkeler Grubu (WEOG) adına katıldığı yarışta 151 üyenin desteğini alarak dördüncü kez seçilmişti. Aradan çok kısa bir süre geçmesine rağmen Türkiye yeniden aynı pozisyona talip oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, dışişleri bakanlığı sırasında yaptığı açıklamalarda, “bu kadar kısa bir süre içinde yeniden aday olmayı riskli” bir karar olarak değerlendirse de dışişleri bürokrasisi söz konusu riski minimize etmek için son bir yılda yoğun bir diplomasi takip etti. Sadece dışişleri değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere birçok bakan da yurtdışı ziyaretlerinde mutlaka üyelik kampanyasını ajandalarına aldılar. Erdoğan, BM'nin geçen Eylül ayındaki genel kurul toplantısı sırasında birçok ülke lideriyle bu kapsamda bir araya geldi. Adaylığından bugüne ise bu yönde yürütülen diplomasi trafiği kendi başına Türkiye’nin birçok farklı bölgeyi yeniden keşfetmesini sağladı.
Bütün yoğun diplomasi trafiğine rağmen 16 Ekim’de BM Genel Kurulu’nda yapılacak oylamada Türkiye’nin işi 2008 yılındaki oylama kadar kolay olmayacak. WEOG adına açılan iki sandalye için Türkiye’nin rakipleri İspanya ve Yeni Zelanda. Yani üç adaya karşılık iki koltuk boş durumda. Bu şu anlama geliyor: İlk turda geçici üyelik koltuğunu almak için 129 oy almak gerekli. Türkiye’nin ilk turda 129 oy alarak seçilmesi oldukça zor görünüyor. İkinci tura diğer adaylardan biriyle kalması halinde ise Türkiye yine aynı oya ulaşmak zorunda. Böylesi bir senaryo Türkiye’nin adaylık ihtimalini kuvvetlendirebileceği gibi zora da sokabilir.
RAKİPLER: İSPANYA VE YENİ ZELANDA
Türkiye’nin adaylığını zorlayacak iki önemli rakibi var. Bunlardan ilki İspanya daha önceki tecrübelerini de kullanarak adaylık kampanyası sürecindeki söylemini krizler karşısında “önleyici diplomasi, dinler ve kültürler arası diyalog” üzerinde inşa etti. Bunun yanı sıra İspanya kampanyası sırasında BM Barış Gücü operasyonlarındaki son 25 yıllık tecrübesini ön plana çıkardı ve silahsızlanma başta olmak üzere nükleer yayılma ve terörizmle mücadele gibi konularda ülkesinin tecrübesini BM platformlarında paylaşma vaadinde bulundu.
İkinci aday Yeni Zelanda ise Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini 2014 yılının en önemli dış politika gündemi olarak belirledi ve kampanyasını çatışmalarının önlenmesi için erken diplomatik müdahale ve BM üyesi ol(a)mayan devletlerin Güvenlik Konseyi’nde daha fazla temsil edilmesi üzerine inşa etti. Öyle ki müttefiki ABD hilafına İsrail’in Gazze saldırısı sırasında İsrail karşıtı açıklamalarda bulunarak Arap dünyasının oylarına talip olduğu sinyalini verdi.
Türkiye ise diğer iki adayla karşılaştırıldığında çok kısa bir süre önce yaşadığı konsey tecrübesini ön plana çıkardı. Söz konusu dönemde Türkiye hem bölgesinde hem de uluslararası sistemde yükselen profili ve konseyin gündemine alınmasını sağladığı birçok konu ile farklı bir görüntü çizmişti. Bu dönemde İran nükleer müzakereleri konusunda Brezilya ile birlikte inisiyatif alarak Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden ayrılarak Tahran’ın nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğunu ileri sürerek Konsey’de “hayır” oyu kullanması en çok hatırda kalanlar arası