Batılı ülkelerde ciddi bir liderlik krizi dönemi yaşanıyor.
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya ekonomik açıdan bakıldığında en çok öne çıkan ülkeler. Hepsinde de lider olarak öne çıkan kişi ile devlet aygıtı ya da halk arasında önemli sorunlar söz konusu.
Bu ülkelerin içeriden ve dışarıdan önemli meydan okumalarla karşı karşıya kaldıkları bir dönemde yönetim kademesinde bu tür sorunlar yaşıyor olmaları, 200 yılı aşkın süredir devam eden “Batı’nın üstünlüğü” fenomeninin sona ermesini hızlandırıyor.
Bu, dünyanın geri kalanı açısından olumlu bir gelişme kuşkusuz. Zira Batı’nın askerî ve ekonomik açıdan üstünlüğü döneminde dünya sayısız haksızlığa ve barbarlığa maruz kaldı.
Afrika, Güney Asya ve Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesi, dünya savaşları ile Vietnam ve Irak’ın işgali bu dönemin geride bıraktığı kanlı mirasın sadece bazıları.
Batı’nın üstünlüğü sona ererken çok konuşulan Uzak Doğu’nun yükselişinin dünyayı nasıl bir ortama sürükleyeceği ve bu dönüşümün ne kadar sancılı olacağı bilinmiyor. Ancak bilinen açık bir şey var ki, o da Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin dünyada güç dengelerinde bu kayma yaşanırken kendilerini sağlam bir pozisyonda konumlandırmalarının zorunlu olduğudur.
Uluslararası ilişkilerde hukuk yerine gücün öne çıktığı gerçeği hatırlandığında, Türkiye’nin kendisini başkalarının insafına terk etmeyecek kadar güçlü olması gerekiyor. Bunun için yapması gereken ise, bir yandan kendi ekonomik ve askerî kapasitesini artırması, diğer yandan ise kendisine uzun süre ortaklık yapabileceği müttefikler bulmasıdır.
Türkiye’nin ekonomik ve askerî kapasitesini artırması ve dış politikada doğru adımları atabilmesi için istikrarlı bir yönetimin ne kadar önemli olduğu son dönemde yaşanan gelişmelerle iyice anlaşıldı. Bürokratik vesayet, yargı vesayeti ve ordunun vesayeti nedeniyle yaşanan çok başlılık gerek dış, gerekse iç politikada alınması gerekli kararların gecikmesine neden oluyordu.
Ancak bu vesayet mekanizmalarının tasfiye edilmesi ve Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçilmesiyle birlikte, artık Türkiye dış politikada daha hızlı ve etkin hareket edebilme imkânına kavuştu. Bu da Türkiye’yi uluslararası sistemden gelen meydan okumalara karşı daha hazırlıklı hâle getirdi.
Türkiye bu adımları atarken, demokratik ülkelerde liderlik ve istikrar arasındaki ilişkiye baktığımızda, genel olarak iki tip liderlikle karşılaştığımızı söyleyebiliriz: Güçlü liderler ve tartışmalı liderler.
Demokratik ülkelerde uzun süredir iktidarını koruyan ve bir süre daha koruması beklenen liderlerin güçlü liderler olduğu kuşkusuzdur. Buna örnek olarak Türkiye gösterilebilir. Seçimlerle devrilebileceği hâlde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin her seçimi kazanıp iktidarını sürdürdüğü ve Türkiye’yi dış politikada etkin karar alabilen bir ülke hâline getirdiği görülüyor.
Buna karşılık Türkiye’nin Suriye konusunda çok fazla karşı karşıya geldiği ABD’nin ikinci kategoriye girdiği söylenmelidir. Demokratik seçimlerle işbaşına gelmesine rağmen Başkan Trump’ın Amerikan devlet aygıtına söz geçiremediği birçok başka konuda olduğu gibi, Suriye meselesinde de açık bir şekilde görülüyor. Amerikan Başkanı net bir şekilde Suriye’den askerlerini çekmek istediğini açıklamasına rağmen, Pentagon’un ve hatta kendi atadığı Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’un ve Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bu konuda ayak sürüdüğüne ve Başkan'ın emrini yerine getirmek istemediğine şahit oluyoruz.
Liderlik krizi açısından bakıldığında Avrupa’da da durumun çok farklı olmadığını görüyoruz. 13 yılı aşkın süredir iktidarda olan Angela Merkel’in kendi partisi tarafından siyasetin dışına itilmeye çalışıldığı Almanya, yine kendi partisi tarafından Brexit krizinin üstesinden gelmesi engellenen Theresa May’in “topal ördek” olarak yönetmeye çalıştığı İngiltere ve Sarı Yelekliler’in haftalardır süren gösterileriyle ülkeyi yönetemez hâle gelen Emmanuel Macron’un Fransa’sı içeride yaşanan istikrarsızlıklar yüzünden dış politikada doğru adımları atmaktan giderek uzaklaşıyorlar.
Dünya, güçlü liderlere sahip ülkelerin uluslararası güç mücadelesinde öne çıktığı, liderlik krizi yaşayanların ise geride kaldığı bir dönem içerisinde.
[Türkiye, 12 Ocak 2019].