1963'te Ankara Anlaşmasını imzaladık. 1996'da Gümrük Birliği'ne adım attık. 1999'da adaylığımız tescil oldu. 2005'te üyelik müzakerelerimiz başladı. 2006'da müzakere sürecinin ilk faslı açıldı. Evet, Türkiye'nin 50 küsur yıllık Avrupa Birliği macerasının dönüm noktalarından bahsediyorum. Sonuç ne peki? Türkiye uzun yıllar AB'ye girmek için tutkuyla mücadele verdi. AB'yi muasır medeniyet seviyesinin mütecessim hali gibi gördü. Ona erişmek için canla başla çabaladı. 2000'lere kadar "Batı kulübünün bir parçası" olmak için uğraştı. 2000'lerin ikinci yarısından itibaren, tam da üyelik müzakerelerinin başladığı tarihten bu yana Türkiye'nin AB ile ilişkileri yeni bir düzleme geçti. Bunun birinci nedeni artık önümüzde somut bir hazırlık süreci olmasıydı. Fasıllar açılacak, kapanacaktı. İkinci neden ise Türkiye'nin 2002 sonrasında adım adım "Batı'ya bağımlı dış politika" yaklaşımını terk etmesiydi. Türkiye için AB ile yürütülen ilişki çıkar temelli rasyonel bir ilişki olarak kendisini gösterdi. Türkiye açısından durum değişmiş değil. Ne var ki son 10 yılda gerek Avrupa siyaseti, gerekse AB'nin yapısı çok ciddi dönüşümlere sahne oldu. 2008'de yaşanan ekonomik kriz Avrupa ülkelerini çok ciddi şekilde sarstı. Bu krizin toplumsal ve siyasal alana yansımaları 2010 sonrasında çok net biçimde görüldü. Ekonomik daralmaya, aşırı sağın, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, şiddet ve nefretin damgasını vurduğu yeni bir sosyo-politik değişim süreci eşlik etti. Almanya ve Fransa başta olmak üzere Avrupalı ülkeler, bırakın kendilerini doğrudan ilgilendiren küresel sorunlara müdahil olmayı, kendi içindeki sorunları çözüme kavuşturamadı. Suriye krizi ile birlikte baş gösteren mülteci akını ise Avrupa'yı sadece siyasal ve toplumsal krize değil, kültürel ve ahlaki bir krize de sürükledi. Bu süreçte AB "siyasi birlik" özelliğini tamamıyla yitirdi. İngiltere'nin AB'den ayrılma kararı alması bu durumu net şekilde ortaya koydu. Bugün itibariyle AB ülkelerinde, ağır bir siyasi liderlik krizi yaşanıyor. Bürokratik akla ve hatta oligarşiye teslim olan Avrupa siyasetine en büyük tepkiyi Avrupa halkı veriyor. Daha da verecek. Böylesi bir ortamda Avrupa'nın siyasi ve bürokratik eliti, Türkiye'nin AB'ye üyelik talebini kullanarak onu baskılamaya çalışıyor. Köşeye sıkıştırmak için ellerinden geleni yapıyor. Siyaseten doğruculuk yapıp, içi boş kavramlarla Türkiye'nin iç işlerine, iç siyasetine müdahil olmaya çalışıyor. Erdoğan düşmanlığında sınır tanımıyor. Bu da yetmiyor. Türkiye'nin mücadele ettiği PKK ve FETÖ gibi kanlı terör örgütleriyle iş tutuyor. Onlara kucak açıp destekliyor. Böylesi bir ortamda Türkiye'nin AB ile ilişkilerini her şekilde gözden geçirme imkân ve hakkı vardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu görüyor ve söylüyor. AB, ABD'de oluşan yeni siyasi atmosferle birlikte kendi derdine yansın. Türkiye'yi yanında tutamamanın da faturasına katlansın...
[Sabah, 16 Kasım 2016].