Avustralya, İngiltere ve ABD'nin (AUKUS) sürpriz bir şekilde ilan ettiği yeni askeri ittifak uluslararası siyasette son yıllarda atılmış en önemli dış politika adımlarından biri. Üç ülkenin İngilizce kısaltmalarından oluşan A-UK-US, ortak yeteneklerin gelişimini ve teknoloji paylaşımını söz konusu üç ülke arasında geliştirerek, güvenlik ve savunma ile ilgili bilim, teknoloji, endüstriyel üsler ve tedarik zincirlerinin mevcut halinden daha kapsamlı bir entegrasyonunu hedefliyor. Ancak anlaşma bununla da sınırlı değil, zira ABD ve İngiltere Avustralya'ya "mümkün olan en kısa zamanda" nükleer denizaltı tedarik etmeyi taahhüt ediyor. Anlaşmanın belki de en can alıcı noktası da burası. Üç ülke lideri yaptıkları açıklamalarda Çin'in adını anmasalar da bu yeni paktın, Çin'e karşı Hint-Pasifik Okyanusu ölçekli bölgesel bir caydırıcılık oluşturmayı hedefleyen yeni bir hamle olduğu açık.
Böylesi bir hedef, anlaşmayı uluslararası siyasetin kapsamlı bir dönüşüm yaşadığı bir dönemde daha önemli hale getiriyor.
Anlaşmaya Neden İhtiyaç Duyuldu?
Her üç ülke için sebepler farklı olsa da hedef Çin'in askeri yükselişini ve genişlemesini dengeleyecek caydırıcılığı yüksek bir savunma bloğu oluşturmak. İlk bakışta ABD'nin böylesi bir anlaşmaya daha fazla ihtiyacı olduğu açık. Biden yönetimi Amerikan liderliğini tahkim edecek yeni bir büyük strateji ortaya koyma noktasında uğraştı ancak bunu hayata geçiremedi. Afganistan çekilmesi ise ABD'nin uluslararası siyasete geri dönüşünden daha çok Çin eksenli yeni bir mevzi oluşturma çabası olarak okundu. Çin'in yükselişini uzun zamandır kendi küresel liderliğine bir meydan okuma olarak gören ABD, Çin'i dengeleyerek Asya Pasifik'te kapsamlı (ekonomik, askeri ve diplomatik) bir Çin hegemonyasının önüne geçmek istiyor. AUKUS paktı ABD'ye Çin'e karşı yeniden mevzileneceği önemli bir imkan sağlıyor ve Soğuk Savaş döneminin nükleer caydırıcılık stratejisini yeniden devreye sokarak küresel güç rekabetinde Çin'e askeri olarak bölgede "daha fazla güçlenme" mesajı vermek istiyor.
İngiltere için ise Çin doğrudan hedef tahtasına yerleştirilmiş görünmüyor. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, paktın Hint-Pasifik bölgesindeki "İngiltere'nin çıkarlarını koruyacak" en önemli adım olduğunu söyledi. Ancak elbette İngiltere, ABD'nin Çin'e karşı geliştirdiği karşı-dengeleme stratejisinin önemli partnerlerinden biri olarak kendini konumlandırmış durumda. Tam da bu noktada söz konusu paktın İngiltere için BREXIT sonrası en önemli açılımlardan biri olduğunu söylemek mümkün. "Küresel İngiltere" kavramıyla açıklanan bu yeni açılım, İngiltere'ye hem Hint-Pasifik bölgesine yeniden dönme imkanı tanıyor hem de İngiltere'nin küresel siyasette yeniden konumlandırılması için yeni bir stratejik açılım sağlıyor. Bu noktada İngiltere'nin Avrupa kıtası içinde giderek belirginleşen stratejik ayrışma sürecinin bir kanadı olma ihtimali de oldukça yüksek. Diğer bir ifadeyle, transatlantik bağlantıda İngiltere, Anglo-Sakson jeopolitik kanat içinde kendisini konumlandırarak Almanya-Fransa eksenindeki geleneksel jeopolitik merkezin dışında bir hamle yapmış görünüyor. İngiltere için küresel siyasete yeniden dönüşün Avrupa siyaseti için oluşturacağı etki de daha fazla tartışılmaya muhtaç. Zira BREXIT sonrası İngiltere'nin büyük stratejisinin ne olması gerektiği hala izaha kavuşturulmuş değil. Evet, İngiltere'nin yeni bir küresel jeopolitik açılım yapması konusunda bir uzlaşı olsa da bunun ABD ile birlikte Çin'e karşı yapılmasının "aşırı yorulma" ve "yıpranma" anlamına geleceğini düşünenler de söz konusu.
Avustralya'nın AUKUS için birçok gerekçesi var. İlk bakışta paktın Avustralya dış politikası açısından devrimsel bir mahiyeti olduğu açık. Avustralya basını, paktın getireceği avantajlar kadar Çin'e karşı oluşturacağı sorunlardan da bahsetmeye başladı bile. Zira Çin, Avustralya'nın birinci ticaret partneri durumunda. Daha da önemlisi nükleer denizaltı tedariki her ne kadar nükleer silah sahibi olma anlamına gelmese de bölgedeki silahlanma yarışını daha fazla hızlandırarak Avustralya'nın yeni bir güvenlik ikilemi sarmalına girmesine neden olabilir. Anlaşılan ekonomik çıkarlar değil güvenlik korkuları baskın geldi ve bu adım atıldı. Avustralya için bir başka sebep ise 2016 yılında Fransa ile vardığı denizaltı tedariki anlaşmasının zamanında tamamlanmaması ve giderek maliyetinin artacak olması nedeniyle bu alımdan vazgeçmek istemesi. Ancak bunun bir bahane olduğunun herkes farkında. Pakt ile birlikte Avustralya nükleer denizaltılara kavuşacak ve böylece askeri caydırıcılığı yüksek bir askeri güce kavuşmuş olacak.
Transatlantik Çatlak Derinleşir mi?
Anlaşmaya Çin ile birlikte en fazla tepki veren ülke ise Fransa oldu. 2016'da tahmini olarak 40 milyar dolara yakın bir sözleşme bedeli ile Avustralya'ya 12 adet dizel yakıtlı Fransız saldırı denizaltısı tedarikinin AUKUS ile iptal edilmiş olması Fransız Dışişleri Bakanı Le Drian tarafından "sırtımızdan bıçaklandık" şeklinde tanımlandı. Le Drian'ın bu ifadesi elbette sadece Avustralya'ya yönelik değil; Biden yönetimine karşı bir mesaj olarak da okundu. Zira ABD Dışişleri Bakanı Blinken zaman kaybetmeden, "Fransa bizim için hayati bir partnerdir" açıklaması yaparak Fransa'yı yumuşatmayı tercih etti. Ancak tepki Fransa ile de sınırlı kalmadı. AB'nin dış politikadan sorumlu ismi Borrel, anlaşmanın Avrupa'nın kendi ayakları üzerinde durabilmesine yönelik hayata geçirilen "stratejik özerklik" politikasını daha fazla düşünmesi gerektiğini ifade ederek anlaşmaya karşı genel Avrupa kanaatini göstermiş oldu. Stratejik özerklik, AB'nin uzun zamandan bu yana üzerinde konuştuğu bir yaklaşım ve AB'yi daha otonom bir aktöre dönüştürmeyi hedefliyor. AUKUS'un İngilizce konuşmayan Avrupalı aktörleri dışarda tutması ise Ursula Vonderleyen tarafından "haberimiz yoktu" şeklinde karşılandı.
Peki AUKUS transatlantik ittifakta yeni bir çatlak yaratabilir mi? Biden'in en son yapılan NATO zirvesinde, NATO üzerinden yaşanan çatlağı kapatmak için yoğun bir mesai harcaması pek çok Avrupa ülkesi tarafından, ABD'nin Avrupa güvenliğine ve transatlantik jeopolitik eksenine önem verdiği şeklinde yorumlanmıştı. Ancak Çin ve Rusya konusunda mücadeleye yönelik yaşanan farklılıklar Biden'in eve daha güçlü bir çekilde dönmesine mani oldu. Şimdi önceliğini daha fazla Çin'e veren ve Avrupa'yı yakından ilgilendiren Kuzey Afrika ve Ortadoğu bölgesinden çekilerek bölgede uzaktan angajmanlarla yeniden mevzilenen bir ABD karşısında Avrupa'nın daha fazla transatlantik ortaklığa yatırım yapacağını düşünmek naiflik olur. Bunun yerine kendi otonomisini güçlendirerek askeri kararları ABD olmadan alabilen bir Avrupa'nın dizayn edilmesi beklenmeli. Fransa-Almanya kanadının böylesi bir Avrupa jeopolitiğinde iki önemli ekseni oluşturacağı ise oldukça açık. Merkel sonrası Almanya'nın nasıl bir dış politika stratejisi geliştireceğinden bağımsız olarak Fransa'nın Amerika'sız Avrupa'ya daha fazla yatırım yapmaya hevesli olduğu da açık. Dolayısıyla AUKUS, transatlantik jeopolitik ekseni dağıtmasa bile önceliklerini farklılaştıracak yeni bir dönemin daha hızlı ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Çin'in Resti
AUKUS her şeyden önce küresel güç rekabetinin askeri cephesinin nasıl şekilleneceğine yönelik önemli bir ipucu sunuyor. Askeri cephe elbette mücadelenin sadece bir ayağını oluşturuyor. Ekonomik cephede uzlaşı arayışı olsa da askeri cephede kimse işini şansa bırakmak istemiyor. Bu nedenle ilk etapta Çin'in nasıl bir karşılık vereceği oldukça önemli. Pekin'in yatıştırma mı yoksa karşı-dengeleme mi oluşturacağını şimdiden kestirmek zor olsa da her iki yöntemi de hayata geçireceğini söyleyebiliriz. Zira bu anlayış Çin'in yükseliş stratejisinin de ana gövdesini oluşturuyor: Korkutmadan, ürkütmeden ve çatışmaya girmeden yükselmek. Çin'in AUKUS'a verdiği tepki ise beklendiği gibi oldu ve bunu bir "sorumsuzluk" olarak değerlendirdi.
Avustralya'nın nükleer denizaltı kabiliyetine kavuşması Çin için birkaç açıdan önemli ve riskli. Birincisi, ABD ve İngiltere'nin istihbarat ve askeri gücünü Hint-Pasifik bölgesine taşıyarak Pekin'in hareket kabiliyetinin sınırlandırılması. İkincisi, Avustralya'nın saldırgan savunma kapasitesinin arttırılarak Çin'e karşı askeri dengelemenin sağlamlaştırılarak Çin'in okyanus ölçekli askeri güç projeksiyonu yapmasının yavaşlatılması. Üçüncüsü, stratejik ölçekli caydırıcılığın AUKUS ile birlikte Çin'e karşı hazır tutularak mütecaviz bir Çin stratejisinin oluşumunun engellenmesi. Dördüncü ise Avustralya'nın nükleer bir güce dönüşme ihtimali. Bu açıkça Çin'in hem sınırlandırılması/kuşatılması hem de Japonya ve Güney Kore gibi bölgesel oyuncuların varlığıyla beraber düşünüldüğünde kapsamlı bir dengeleme stratejine tabi tutulması anlamı taşıyor. Böylesi bir gerginlik ortamında Tayvan meselesi de daha kritik bir noktaya taşınmış oldu ki bu durum Çin ile AUKUS'u askeri olarak da karşı karşıya getirebilir.
Böylesi bir strateji karşısında Çin'in elbette birçok tercihi bulunuyor. Bunlardan en önemlileri arasında karşı silahlanma noktasında agresif bir politikayı hayata geçirmesi, Kuzey Kore gibi sistem dışı aktörler üzerinden karşı silahlanma hamlelerini devreye sokması ve uzak alanlarda ABD'nin bıraktığı boşlukları doldurmak için dış ittifak arayışlarını hızlandırılması yer alıyor. AUKUS'un hemen ardından İran'ın Şangay İşbirliği Örgütü'ne tam üye olarak kabul edildiğinin açıklanması tesadüf mü bilinmez ama Washington için baş ağrısı olan Tahran'ı rahatlattığı kesin.
5 Soru: AUKUS Güvenlik Ortaklığı Anlaşması
Detaylar ⏩ https://t.co/2Pxegu3RwT | @rifatoncel_ pic.twitter.com/D128qy6H8H
— SETA (@setavakfi) 17 Eylül 2021
Daha önemli bir alternatif ise ittifak içindeki en zayıf halkayı hedef haline getirmek; yani Avustralya. Nitekim Çin gecikmeden resmi olmayan bir şekilde Avustralya'ya "ayağını denk al" mesajı yolladı. Çin hükümetinin uluslararası konular hakkındaki görüşlerini duyuran Global Times'ta çıkan editöryal değerlendirmede, Avustralya'nın Çin'e karşı oluşturulan ABD öncülüğündeki stratejide özellikle askeri olarak saldırgan bir pozisyon alması durumunda bunun karşılıksız kalmayacağı şeklinde ifadeleri yer aldı.
Yazının en çarpıcı kısmında ise can alıcı bir soru soruluyordu; Küresel kaosa kim daha fazla dayanabilir? Çin mi onlar mı? Anlaşılan o ki ABD-Çin gerginliği uluslararası sistemdeki güç rekabetini yeni bir safhaya taşıyacak. Uluslararası sistem değişiyor ve güç geçişi yaşanıyor. Asıl soru ise şu: Bu geçiş büyük bir çatışmayla mı olacak yoksa savaşsız mı? Tarih kanlı örneklerle dolu!
[Sabah, 18 Eylül 2021].