AK Parti on sekizinci yaşını kutluyor. Geçtiğimiz on sekiz yıl boyunca AK Parti modern Türkiye siyasi hayatını belki de başka hiçbir partinin tarihte yapamadığı kadar etkiledi. İç siyasette yaşanan köklü dönüşümün yanı sıra Türkiye'nin dış ve güvenlik siyasetinde de geçtiğimiz on sekiz yıl boyunca büyük dönüşümler ve kırılmalar tecrübe edildi ve hala edilmeye devam ediliyor. AK Parti söz konusu dönüşüm ve kırılmaların hem öznesi ve muhatabı hem de hedefi oldu.
AK Parti iktidara geldiği yıllarda ulusal, bölgesel ve küresel sistem ağır bir güvenlik kriziyle karşı karşıya kalmıştı. Ulusal ölçekte 1990'ların ağır terörle mücadele politikalarının ve etrafı düşmanlarla çevrili içe kapanmacı güvenlik söylem ve pratiklerinin etkisi halen devam ediyordu. Terörle mücadele ve aşırı güvenlikleştirilmiş iç ve dış politika orduya siyaset arenasında muazzam bir manevra alanı sağlarken aynı zamanda rejimin bekçisi sıfatıyla orduya siyaseti dizayn edecek bir yetki, güç ve toplumsal kabul sağlıyordu. Siyaset ordunun özne olduğu sözde siyasal alan içinde hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Bu kurumsal çarpıklık ve anti-siyasal kamusal düzen Türkiye'nin güvenlik siyasetinde orduyu özne konumuna getirmiş, sivil-asker ilişkilerinin demokratik denetimini ya da demokratikleşmesini ise imkansız kılmıştı.
Bu dönemde AK Parti anti-güvenlikçi söylem ekseninde siyaset yapmaya çalışırken kendisi ağır bir güvenlik söyleminin hedef tahtasına yerleştirilmişti. Ne var ki bütün meydan okumalardan başarılı bir sınav vererek geçmeyi başarabildi. Özellikle güvenlik siyasetinin demokratikleştirilmesi söz konusu meydan okumaların aşılmasında büyük rol oynadı. Ulusal ve küresel ölçekte 11 Eylül sonrasında ağır bir güvenlik iklimi söz konusu olduğu yıllarda AK Parti liderliği eşliğinde Türkiye güvenlik-özgürlük denkleminde dengeyi sağlayan bir ülke görüntüsü çizdi. Özellikle Kürt meselesine getirilen yeni bakış açısı, ordunun konumunun demokratikleştirilmesi ve siyasetin sivilleştirilmesi bu dönemin anti-güvenlikçi politikalarının temel sütunları olarak yükseldi.
Nihayetinde AK Parti liderliğindeki Türkiye içine doğduğu güvenlik krizlerine geleneksel cumhuriyetçi güvenlik asabiyesini dönüştürerek cevap üretti. İçeride demokratik bir ulus-devlet yorumu etrafında anti-güvenlikçi bir siyaset, bölgede normatif bir üst kimlik olarak medeniyet ve kültür etrafında yeni bir bölgesel düzen ve küresel sistemde Türkiye'nin konumunu yeniden yorumlayan yeni bir dış politika. Büyük ölçüde Arap devrimlerine kadar geçen sürede bu siyaset başarılı oldu. Ancak Arap devrimleri tek başına olmasa da AK Parti'nin ve Türkiye'nin yeni bir güvenlik asabiyesine geçişini beraberinde getirdi ya da zorunlu kıldı.
Yeni güvenlik asabiyesi
Arap devrimleri belki ilk yıllarında AK Parti'nin sahip olduğu güvenlik ve dış politika asabiyesinin tatbik imkanı bulması açısından önemli fırsatlar sunuyordu. Ne var ki Arap devrimleri bir imkan olmaktan ziyade Türkiye'nin güvenliğin merkezde olduğu yeni bir iç ve dış güvenlik asabiyesinin oluşmasına neden oldu.Ulusal ölçekte anti-güvenlikçi siyaset PKK, DEAŞ ve FETÖ terörü sayesinde yeniden güvenlikçi siyasete dönmek zorunda kalırken, bölgesel ölçekte Arap devrimlerini takiben yaşanan yeni çatışma dinamikleri askeri gücün yeniden keşfine ve kullanımına olanak sağladı. 2015 yılı çözüm sürecinin sona ermesi ve hendek terörüyle terörizmle mücadelede yeni bir güvenlik stratejisinin ortaya çıkmasını sağlarken, 15 Temmuz darbe girişimiyle de askeri imkanın gerçek potansiyeli ortaya çıktı. PKK ve DEAŞ terörünün içeride minimize etmeyi başaran bu yeni güvenlik siyaseti bölgede ise Türkiye'yi özellikle de Suriye ve Irak'ta gerçek bir oyuncu haline dönüştürdü. Küresel ölçekte ise Türkiye'nin dış ve güvenlik politikalarında özerk bir aktör olma halini pekiştirmesine olanak sağlayacak yeni bir durumun oluşmasına kapı araladı.
Ancak gerek yeni bölgesel güvensizlik kuşağı ve dönemi gerekse de küresel sistemdeki yeni belirsizlik durumu Türkiye ve AK Parti'yi direnç/direniş eksenine itti. Bu direnç ve direniş ekseni, içerde güvenliği merkeze yerleştiren siyasal bir söylemin yeniden doğmasına zemin hazırlarken, bölgede dış politikaya daha az askeri siyasete ise daha fazla alan açtı. Küresel sistemde ise Türkiye'nin otonomi ve özerklik arayışını daha yapısal bir zemine kaydırmış oldu. Bugün Türkiye'nin uluslararası ilişkilerindeki ağırlıklı meseleler güvenlik bu siyasetin merkezinde ise ağırlıklı olarak Milli Savunma Bakanlığının yer alıyor olması bu açıdan bir tesadüf değil.
Şimdi AK Parti liderliğindeki Türkiye bu direniş ekseninde hayatta kalma ve Türkiye'nin uluslararası siyasetine yeniden yön vererek yeni bir güvenlik ve dış politika asabiyesi oluşturmak zorunda. Bu yeni güvenlik ve dış politika asabiyesi öncelikle kapsayıcı bir norma, gerçekçi bir güç imkan ve kapasite inşasına ve uzun dönemli stratejik bir yol haritasına ihtiyacı var.
Bunu yapabilecek tecrübe ve birikim ise AK Parti'de mevcut.
[Sabah, 17 Ağustos 2019].