Tunus’ta 17 Nisan 2023 akşamı Nahda Hareketi lideri ve eski Meclis Başkanı Raşid Gannuşi iftar saatinde gözaltına alındı ve 48 saatlik gözaltı süresinin dolmasının ardından tutuklandı. Daha önce de defalarca gözaltına alınan Gannuşi’nin bu sefer evine baskın düzenlenerek sorgulama için götürülmesi rejim tarafından kendisine yönelik tutumun giderek daha da sertleştiğini ortaya koyuyor. Bu süreçte Gannuşi’nin avukatlarıyla da görüşmesine izin verilmemesi de dikkat çekicidir. 11 Şubat 2023’ten bu yana “devlet güvenliğine karşı komplo” suçlamasıyla yürütülen soruşturma kapsamında birçok gazeteci, siyasi parti yöneticileri, sendikacılar ve avukatları tutuklandı.
Tunus muhalefetinin çatı oluşumu Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) 19 Nisan’da yaptığı açıklamada faaliyet gösterdikleri merkez ve Nahda Hareketi merkezinin kapatıldığını bildirdi. Gannuşi’nin gözaltına alınmasının ardından Nahda Hareketi genel merkezi güvenlik güçleri tarafından arama yapmak için boşaltılmıştı. Nahda Hareketi Siyasi Danışmanı Riyad Şuaybi yaptığı açıklamada genel merkezlerinin boşaltılmasını “çalışmalarının ve örgütlenme özgürlüğünün açık bir ihlali” olarak nitelendirmiştir. Tunuslu otoriteler ise Nahda Hareketi merkezlerinin kapatılmasının “kanıtların yok edilmesini önlemek için alınmış bir tedbir” olduğunu ileri sürmektedir.
Diğer taraftan Gannuşi’nin ne ile suçlandığına ilişkin resmi makamlar tarafından henüz bir açıklama yapılmamıştır. Bu da durumun vahametini dair bir işarettir. Bununla birlikte yerel medyada 15 Nisan’da UKC liderleriyle yaptığı bir konuşmanın video kaydının sızdırılması üzerine Gannuşi’nin gözaltına alındığı ile ilgili haberler bulunuyor. Bu video kaydında Gannuşi, eğer sol partiler ve Nahda Hareketi gibi siyasal İslam’dan esinlenen partiler kapatılırsa Tunus’un bir iç savaşa sürüklenebileceği ihtimalinden bahsediyor. UKC tarafından yapılan açıklamada Gannuşi’nin bir sohbet sırasında söylediği sözlerden dolayı tutuklanması ifade özgürlüğünün ihlali ve ülkedeki özgürlüklerin hiçe sayılması olarak nitelendirilmiştir.
Gannuşi’nin tutuklanmasını 2019’da Cumhurbaşkanı seçilen Kays Said’in 25 Temmuz kararları çerçevesinde ele almak gerekir. Esasen 25 Temmuz 2021’de “ülkenin içinde bulunduğu olağanüstü” koşulları gerekçe gösteren Said, Meclisin tüm yetkilerini dondurduğunu, Başbakan Hişam Meşişi’yi görevden aldığını ve milletvekillerinin dokunulmazlığını askıya aldığını ilan etmiş ve böylece Tunus’ta darbe yönetiminin tesis edildiği bir süreç başlamıştır. Olağanüstü hal durumlarında cumhurbaşkanının tüm yetkileri ele alma hakkını kullanmasını öngören Anayasa’nın 80. maddesini çok keyfi ve geniş bir şekilde yorumlayan Said, Tunus'un içinde bulunduğu yağma, yangın ve olağanüstü durum karşısında ülkeyi kurtarmak için acil önlemler alması gerektiğini öne sürmüştür. Arap Baharı’nın sembol ülkesi haline gelmiş olan Tunus’ta demokrasiye geçiş adımlarının ardından tüm zorluklara rağmen demokratik süreçler işletilmeye çalışılırken, 25 Temmuz kararlarıyla birlikte demokrasiden net bir kopmanın yaşandığını gözlemlemek mümkündür.
22 Eylül 2021’de Said, Anayasa’nın çoğu maddesini askıya aldığını, yasama ve yürütme yetkilerini tek başına üstlendiğini, Anayasa’ya uygunluk denetleme organını kaldırdığını ve sistemde değişiklik içeren taslaklar hazırladığını açıklamıştır. Böylece yeni kararnamelerle yetkilerini genişleterek yürütme organını kendisine bağlayan Said’in 25 Temmuz kararlarının ardından 22 Eylül kararları “darbenin tamamlanması” olarak ele alınabilir. 7 Şubat 2022’de “taraflı” davrandığı gerekçesiyle Yüksek Yargı Konseyinin feshedildiğini açıklayan Said, bu karardan birkaç gün sonra 12 Şubat’ta geçici bir yargı konseyi oluşturulmasını öngören kararnamenin imzalandığını duyurmuştur. Yeni oluşturulan geçici konseyde hakimlere grev yasağı getirilmesi ve görevden alınmaları yetkisinin cumhurbaşkanına verilmesi kararnamede en tartışmalı nokta olarak öne çıkıyordu. Esasen 25 Temmuz’da Meclisi ve hükümeti fesheden, yasama ve yürütme yetkilerini elinde toplayan Said’in önünde iktidarı kontrol etmek için tek bir engel kalmıştı. Bu nedenle Said Konseyi feshederek yargı erkini de kontrol altına almıştır. Ayrıca Konseyi reform gerekçesiyle doğrudan feshetmesi gücü tek elde toplama girişimi olarak görülebilecek çok kritik bir adımdır.
Bu gelişmelerin ardından 30 Haziran 2022’de kamuoyuna sunulduktan sonra yeterince tartışılmasına izin verilmeyen yeni Anayasa için 25 Temmuz 2022’de referanduma gidildi. Seçmenlerin sadece yüzde 30,5’inin katıldığı Anayasa değişikliği referandumunda yüzde 94,6 “evet” oyuyla yeni Anayasanın kabul edildiği açıklanmıştır. Toplumda farklı kesimlerin uzlaşması sağlanarak oluşturulmayan ve kapsamlı olarak tartışılmadan kabul edilen yeni Anayasa, cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanıyor ve cumhurbaşkanı üzerinde herhangi bir kontrol mekanizması öngörmüyor. Bunun yanı sıra 17 Aralık 2022’de yapılan erken seçimlere katılımın yüzde 11,2 gibi düşük düzeyde kalması ise Said’in darbe yönetiminin halk tarafından protesto edilmesi şeklinde yorumlandı. Bu aşırı düşük katılım oranı aynı zamanda oylamanın meşruiyetini de tartışmalı hale getirmiştir. Sandığa gitme oranının hayli düşük olduğu bu seçimler Nahda Hareketi, Tunus’un Kalbi, Demokratik Akım ve Afak Tunus gibi siyasi partiler ile muhaliflerin çatı oluşumu Tunus Ulusal Kurtuluş Cephesi tarafından da boykot edilmişti. 25 Temmuz 2021’den başlayarak Said tarafından atılan bu adımlar, aşama aşama darbenin pekişmesi ya da tek adam rejiminin kurumsal temelinin oluşturulması şeklinde okunmalıdır. Böylece Arap Baharı ile başlayan ve 2021’e kadar devam eden demokratik süreç rafa kaldırılmış ve Tunus adım adım Kays Said öncülüğünde yeniden otoriter bir rejime dönüştürülmüştür.
Nitekim Raşid Gannuşi’nin 17 Nisan 2023 akşamı güvenlik güçleri tarafından evinden alınması ve sonrasında tutuklanmasını yukarıda ifade edilen gelişmelerden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir. Tüm bunlara ek olarak Raşid Gannuşi’nin Tunus siyaseti açısından Nahda Hareketi lideri olmasının ötesinde bir anlam ve önem taşıdığını da vurgulamak gereklidir. Gannuşi’nin, Bin Ali’nin 1987-2011 yılları arasında devam eden diktatörlüğünün bedelini yirmi yıl sürgünde kalarak ağır bir şekilde ödeyen ve otoriter yönetim karşısında onurlu direnişi temsil eden bir siyasi önder olduğu da hatırlanmalıdır. Entelektüel birikimi, uzlaşmacı, çözüme ve diyaloğa açık duruşuyla Raşid Gannuşi, Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’e de benzetilebilir. Tüm bu yönleri birlikte değerlendirildiğinde Raşid Gannuşi’nin demokrasi, insan hakları ve bağımsızlık yolunda yürüttüğü mücadelenin sadece Tunus değil aynı zamanda tüm İslam dünyası açısından yol gösterici bir niteliğe sahip olduğu unutulmamalıdır. Gannuşi 1980’lerde İslami Yöneliş ve sonrasında Nahda Hareketi ile Tunus’ta otoriter yönetime muhalefet eden en etkili isimlerden biri olmuştur ve bütün hayatını bu direnişe adamış bir rol modeldir. Yine Gannuşi, Tunus’un demokrasiye geçiş sürecinde de önemli tavizler vererek sürecin devam etmesi için büyük bir özveri göstermiştir. Siyasi geçmişi ve demokrasi için mücadelesi Gannuşi’nin darbeci rejim tarafından bir tehdit olarak görülmesinde etkili olmuştur.
Kays Said kendi yönetimine muhalif tüm sesleri susturmak ve Tunus’u Bin Ali yönetimindeki baskıcı döneme geri döndürme konusunda kararlı gözükmektedir. Gannuşi’nin tutuklanmasının ardından gelen uluslararası tepkiler dikkate alındığında, en net tavır koyan ülkenin Türkiye olduğu görülebilir. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Nahda Hareketi lideri ve Halkın Temsilcileri Meclisi Eski Başkanı Raşid Gannuşi’nin tutuklanmasını demokratik sürece darbe vuran endişe verici bir gelişme olarak nitelendirmiştir. Öte yandan Tunus’un yakın müttefiki Avrupa Birliği (AB) “Raşid Gannuşi’nin tutuklanması ve partisinin bürolarının kapatılmasını derin bir endişe ile takip ettiklerini” açıklamıştır. Yine Gannuşi’nin tutuklanması ile ilgili AB, “siyasi çoğulculuğun temel bir ilke” olduğunu vurgulamıştır. Benzer şekilde Almanya’dan yapılan açıklamada Tunus’taki durumun endişe verici olduğu ve “2011’den bu yana elde edilen demokratik kazanımların korunması gerektiği” vurgulanmıştır. Fransa ise Gannuşi’nin tutuklanmasının “endişe verici bir tutuklama dalgasının devamı” olduğunu belirtmiş, “ifade özgürlüğü ve hukuk devletine olan bağlılığını” vurgulamıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) yapılan açıklamada ise bu tutuklamaların “endişe verici bir tırmanış” olduğu belirtilmiş ve “Tunus hükümetine muhalif kişilerin tutuklanması, Tunusluların Anayasası’nda açık bir şekilde kabul ettiği düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırı” olarak nitelendirilmiştir.
Batı'nın Gannuşi’nin tutuklanmasına yönelik tepkileri önemli olsa da bu tepkilerin Kays Said’i muhalifleri sindirme politikasından vazgeçirmeye yetecek düzeyde olmadığının altını çizmek gerekir. Nitekim Kays Said, “içişlerimize açıkça müdahale edilmesi kabul edilemez bir durumdur. Biz bağımsız ve egemen bir ülkeyiz. İçişlerimize müdahale edilmesini kabul etmiyoruz. Sömürge ya da manda altında bir devlet değiliz” ifadelerini kullanarak geri adım atmayı reddetmiştir. Aynı zamanda Said, tutuklanan kişileri devlet güvenliğine karşı komplo kurmak ve temel gıda maddelerinin fiyatlarının yükselişinden sorumlu olmakla suçlamıştır. Öte yandan Gannuşi’yi tutuklayan Said rejiminin Batı ile iyi ilişkileri bulunduğunu da belirtmek gerekir. Tutuklamadan üç hafta önce Giorgia Melloni hükümetinde yer alan bakanlar Tunus’a gelmişti. Ayrıca Emmanuel Macron’un Kays Said ile yakın bir diyalog içinde olduğu biliniyor. Tunus’un Avrupa’daki en yakın iki müttefiki olan İtalya ve Fransa için asıl önemli olan ülkenin demokratikleşmesinden ziyade otoriter bile olsa istikrarlı bir yönetimle diyalog sağlamak. Her iki ülkenin de göç dalgasını kontrol edebilecek ve serbest ticareti sürdürecek darbeci ve otoriter bir yönetimi demokratik bir yönetime tercih edeceği rahatlıkla öngörülebilir..