SETA > Yorum |
Gezi'den Bugüne Riskler ve Faiz

Gezi'den Bugüne Riskler ve Faiz

Faiz artışıyla gelen tatminle, gerginlik bir miktar yatışırken, yerel seçimler havayı daha da yumuşattı. Bununla beraber, FED'den sık sık gelen mesajlar ile jeopolitik gelişmelerin, piyasalara rahat vermediğini de belirtmek önemli.

Son yazımızda, TÜFE'deki son gelişmeleri değerlendirmiş ve direnen enflasyon nedeniyle TCMB'nin işinin giderek zorlaştığını söylemiştik. Yeni haftaya, yarın açıklanacak büyüme verilerinin heyecanıyla girdik. Sonuçları Cuma günü analiz edeceğiz. Bu bekleyiş sürerken, gelin bugün, TCMB'nin içinde bulunduğu zorlu süreci ele almaya başlayalım.

Aylardır bir faiz-enflasyon dilemmasıdır, sürüp gidiyor. Bu konuda, enflasyon ve faiz arasındaki ilişkinin farklı boyutlarından kaynaklı fikir ayrılıkları var. Ayrıca, işin içinde sadece enflasyon değil, faizin etkilediği birçok dinamik var. Dolayısıyla, tarafların çeşitli gerekçeleri var.

FAİZİN PERDE ARKASINDAKİ AKTÖR: RİSK

Gerekçeleri tartışmak önemli ancak önce, faizin 2013'ten bu yana yaşadığı süreci iyi anlamak gerek. Bu noktada öne çıkarmamız gereken anahtar kavramın, 'risk' olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle konuya, risk ve faizlerin ortak tırmanış hikâyesiyle girmek anlamlı olacak.

Hikâyemiz, 2013'ün Mayıs ayında başlıyor. Bu dönemde IMF'e olan borcunu sıfırlayan Türkiye, tam 20 yıl sonra Moody's'ten de 'yatırım yapılabilir ülke' notu almış. Faizlerin ise, bu gelişmelere paralel olarak inişe geçtiği bir tablo var.

Hikâye ilerlemeden önce, konuya aşina olmayanlar için bir ön bilgi verelim. Türkiye gibi dış finansmana ihtiyaç duyan ülkelerde, istikrarsızlık endişeleri algıyı bozarak sermaye çıkışlarına neden olur. Bu ise, finansman sıkıntısı yaratmanın yanı sıra, ekonomideki birçok dinamiği de peşi sıra etkiler.

Risklerin hâkim olduğu bir ortamda çıkışları önlemenin yolu ise, yatırımcıyı kaçmamaya ikna etmektir. Peki, bu nasıl olur? Faiz oranlarına, ülkenin risk bedeli de eklenerek... İşte bu nedenle, artan riskler, faizlerin de yükselmesini tetikler. Bu bağlamda, ülke riskini ölçen Credit Default Swap (CDS), dikkate alınan önemli bir göstergedir.

FED SÜREÇLERİNİ GEZİ VE 17 ARALIK TIRMANDIRDI

Mayıs 2013'e geri dönelim: Bahsettiğimiz olumlu tablonun arkasında, nispeten düşük risk seviyeleri de yatmaktaydı. Ancak aynı ay, FED'in parasal genişlemeden çıkış sinyalleri vermesiyle, çoğu gelişmekte olan ülkede olduğu gibi, Türkiye piyasalarında da bir endişe oluştu ve aybaşında 113 puan olan CDS, 131 puana yükseldi.

Sadece günler sonra ise, Gezi olayları patlak verdi. Bu dönemde Türkiye'nin aleyhine yürütülen algı yönetimini kimse inkâr edemez. Sonuçları ise ortada: Bu süreçte CDS ciddi bir sıçrama ile 242 puanla tavan yaparken, piyasalarda kaçınılmaz bir karmaşa yaşandı. Grafiğimiz, CDS ve dövizin ne denli paralel hareket ettiğini açıkça gösteriyor.

Sonrasında dalgalı seyreden piyasalar, Aralık ayında gelen 3. çeyrek büyümesiyle rahatlarken, FED'in sinyalini verdiği tapering beklentileriyle ise gerilmişti. Ve FED, beklenen açıklamayı yaptı. Aynı günlerde ise, 17 Aralık sürecinin şokuyla, Türkiye'ye yönelik algı tam anlamıyla zedelendi. Sahte ve maksatlı ekonomi haberleriyle de, Türkiye dünyaya, yıkımın kaçınılmaz olduğu ülke olarak aksettirildi.

Bu minvalde, olayların başında 188 puan olan risk primi, sadece 2 hafta içinde 248'e fırladı. Borsa, kur ve gösterge faizde sert hareketler yaşandı. TCMB bu dönemde kurlar üzerindeki baskıyı yumuşatmaya çalışsa da, sonuç alınamadı. Tam bu noktada, spekülatif müdahalelerin, rolünü iyi oynadığının da altını çizelim! Nihayetinde, risk ve dövizin rekorlar kırdığı süreci kontrol altına alabilmek amacıyla, TCMB Ocak sonunda radikal bir faiz artışına gitmeye mecbur kaldı.</p