Sanatçı “eleştirel olmak zorunda”ymış. Doğası gereği “muhalif olmak zorunda”ymış. Zorunluluk mudur değil midir ayrı bir tartışmanın konusu ama öyle diyorlar. Eleştirel olsunlar. Muhalefet etsinler. Ediyorlar da zaten.
Böyle bir "zorunluluk" getirenlerin eleştiriden anladıkları sadece “demokrasi karşıtlığı” mıdır?
Sadece “halkın demokratik yollarla seçtikleri”ne mi karşıtlıktır?
Ya da “kendileri gibi düşünmeyen toplumun geniş kesimleri”ne düşmanlık mıdır?
Düşmanlaştırma, idam isteme ve darbe çağrısı yapmak da eleştiri midir?
Bu tip söylemleri sanatçılar dile getirdiğinde, onların bu sözlerini “eleştirel olma” ve “muhalif olma” zorunluluğuna verip, görmezden mi gelelim? Biz de kendi “eleştiri zorunluluğumuzu” kullanmayalım mı?
Çok geriye gitmeyelim...
AK Parti döneminde neye ve kime eleştirel yaklaştıklarına ve kimin yanında hizalandıklarına bakarak, bu çevrelerin eleştiriden ve muhalefetten ne anladıklarına bir bakalım. “Özgürlük” ve “demokrasi” anlayışlarına bir göz atalım.
Sadece onların değil, bugün ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanını “ayağından asma”dan bahsedenlerin, “mahzenlerde zehirlenmesi”nden dem vuranların ve onların bu sözlerini destekleyenlerin de ne dediğine bir bakalım...
27 Nisan 2007’de cuntacılar seçilmiş hükûmete muhtıra verdi. Hükûmeti iktidardan silah zoruyla düşürmek istedi. Bu çevreler, “eleştiri” adı altında darbe girişimine destek veren şu tip görüşleri medyada dile getirdiler:
“Gerektiğinde biz siviller de durumdan vazife çıkarabiliriz.”
“Asker devreye girdi, 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanımızı rahatlattı.”
“Asker Çankaya’yı asla ve asla dincilere bırakmayacak.”
“Yalnız bundan sonraki mesaj, internetten gelmez. Kapıya iki subay gelir. Üst rütbeli de olmayabilir.”
Devam edelim...
Gezi Parkı şiddet eylemleri devreye sokuldu. Bu çevreler, en hafif olanı ile “Gezi eylemleri amacına ulaştı. Tayyip ve partisi feci bir biçimde korkutuldu” gibi sözler ettiler.
17-25 Aralık 2013’te FETÖ’cüler seçilmiş hükûmete organize bir şekilde yargı ve emniyet üzerinden darbe girişiminde bulundu. Sadece hükûmeti iktidardan düşürmenin ötesinde, devleti tüm kurum ve kurallarıyla çökertemeye çalıştı.
Bunlar, “Bizim yapamadığımızı Fetullah’la ekibi başardı” diye sevinç çığlıkları attılar. “Şimdi Cemaat'i savunma zamanı” diye, iktidar karşıtı çevrelere çağrı yaptılar.
FETÖ, 15 Temmuz’da bir darbe ve işgal girişiminde bulundu. 251 insanımızı şehit etti. 2 binin üzerinde insanımızın yaralanmasına sebep oldu. Ülkenin kurumları devletin uçakları ile bombalandı. Tankları ile ülke işgal edilmeye çalışıldı.
Bunlar, darbenin ilk saatlerinden itibaren darbe girişimini; “film”, “AKP tiyatrosu” ve “oyun” olarak değerlendirdiler. “Sokağa çıkmayın” diye sosyal medyadan çağrı yaptılar. FETÖ’cü darbecileri derdest eden millî ordunun mensuplarını, “İŞİD kafalılar” olarak tanımladılar.
Darbeyi bastıran millete hakaret ettiler. Ama aynı hakaretin binde birini bile darbeci FETÖ’cülere yapmadılar.
Şimdi de yine aynı isimler ve çevreler...
“Demokrasiye ulaşamazsak her faşizmin karşılaştığı gibi belki liderini ayağından asarlar, belki mahzenlerde zehirlenerek ölür, belki başka liderlerin yaşadığı gibi kötü sonlar yaşayabilir!” gibi sözlerle “mizah” yaptıklarını söylüyorlar.
“Tarihte yüzünü Sovyetler’e dönüp koltukta kalan bir tek Mustafa Kemal var. Sonrasında Adnan Menderes döndü ihtilal oldu, Demirel döndü ihtilal oldu, darısı kimin başına...” gibi cümlelerle seçimle değiştiremedikleri hükûmetten kurtulmak için darbeden medet umuyorlar.
Bu tip söylemleri “mizah” diye savunuyorlarsa; yaptıkları kötü bir “kara mizah” bile değil. Eleştiri yaptıklarını söylüyorlarsa bu ancak “eleştirinin sefaleti”dir...
[Türkiye, 25 Aralık 2018].