Olaya ilişkin önce, BM İnsan Hakları Konseyi Veri Toplama Misyonu'nun Mavi Marmara raporu yayınlandı. Topladığı diğer dokümanların yanında Mavi Marmara yolcularından 100'ü aşkının şahitliklerine başvuran Misyon, raporda İsrail'in baskına dayanak olarak kabul ettiği Gazze ablukasının yasadışı olduğunu, aşırı güç kullanımı yoluyla 9 sivilin ölümüne sebebiyet verildiğini, uluslararası sularda gerçekleşen baskının yasadışı olduğunu ve baskın sonrasında alıkonulan yolculara hukuk dışı muamele edildiğini ifade etti. Yine bu süre zarfında Türk Dışişleri kendi raporunu kaleme alırken, İsrail de eski Yüksek Mahkeme yargıcı Yakov Türkel başkanlığında bir komisyon kurup Gazze ablukası ve Mavi Marmara saldırısı hakkında iç inceleme başlattı. Saldırının failleri olan askerleri sorgulamasına bile izin verilmeyen komisyon, sunduğu raporda tahmin edileceği üzere İsrail'i "aklamaktan" başka bir görev ifa etmedi.
Sızma rapor
En son olarak Ban Ki-moon'un kurduğu Palmer paneli, Flotilla raporunu önce basına sızdırdı ardından Ban Ki-moon'a sundu. BMİHK raporunun aksine Palmer raporu, Gazze ablukasını meşru bir güvenlik sağlama metodu olarak görmekte, İsrail'in saldırıda aşırı güç kullandığını ve 9 sivilin öldürülmesini hiçbir mantıklı şekilde açıklayamadığını not etmekte ve alıkonulan yolculara İsrail tarafından gayri hukuki muamele edildiğini iddia etmektedir. Rapora ilişkin özellikle altı çizilmesi gereken husus raporun herhangi bir hukuki bağlayıcılığının olmadığıdır. Raporun giriş bölümünde açıkça ifade edildiği gibi: "Panel bir mahkeme değildir. Panelden yasal konular üzerine yargıda bulunması ve sorumluluk konusunda hükme varması istenmemiştir." Bu sebepten hukuk eğitimleri olsa da iki siyasi figür, birer İsrailli ve Türk diplomatın gözetiminde iki ülkenin sunduğu raporlar üzerinden masabaşı bir derleme yapmış; iki ülkenin anlatımı arasında köprü kurmaya çalışmış, farkın köprülenemediği noktalarda ise komisyon başkanı ve başkan yardımcısı anlatımlardan birisine ağırlık vermiş. Ne hikmetse raporun en zayıf noktalarında ağırlık verilen rapor, İsrail'in kendisi de sorunlu olan Türkel raporu olmuştur.
Gazze ablukası yasadışıdır
Raporun en zayıf noktası İsrail'in Mavi Marmara saldırısının bahanesi olarak kabul ettiği Gazze ablukası yorumudur ve abluka yorumuyla başlayan yanlışlık zincirleme bir şekilde takip eden hataları beraberinde getirmektedir. İsrail'in ve raporun dayanak olarak aldığı denizlerde silahlı çatışma teamüllerini içeren San Remo El Kitabı gerçekten de ablukaya imkân tanımaktadır. Fakat San Remo, birçok şartla birlikte ablukanın sadece uluslararası silahlı çatışma şartları altında yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Diğer bir ifadeyle bir ülkenin abluka uygulayabilmesi için abluka uygulanan tarafın bir devlet olması ve bu devletle uluslararası hukukça tanınan silahlı çatışma içinde olunması gerekmektedir. Sorun şudur ki ne İsrail ne de uluslararası toplum Hamas hükümeti tarafından yönetilen Gazze şehrini bir devlet olarak tanımaktadır. İsrail her ne kadar 2005 senesinde Gazze şehrinin bir kısmından çekildiyse de şehrin bir kısmını, hava sahasının ve deniz sahanlığının tamamını fiili işgal altında tutmaktadır. Bir işgal toprağı olarak Gazze, San Remo El Kitabı'nın değil 4. Cenevre Sözleşmesi'nin kapsama alanına girmektedir. Sözleşme uyarınca bir birey kendisinin işlemediği bir suç sebebiyle cezalandırılamaz ve bir ahali toplu cezalandırmaya tabi tutulamaz. Olaya sadece bu yönüyle baktığımızda bile İsrail'in 2007'den beri "madem Hamas'ı seçtiniz sonuçlarına katlanın" zihniyetiyle sürdürdüğü Gazze ablukasının ve ablukanın yarattığı insani krizin uluslararası hukuka aykırı olduğu ortaya çıkar. İsrail ve Gazze arasındaki çatışma durumu, en fazla zorlama bir yorumla uluslararası nitelik taşımayan silahlı çatışma (bir devletle devlet olmayan bir aktör arasındaki çatışma) kapsamına girer ki bu durumda da San Remo'nun abluka izninin sınırları dışına çıkar. Bu noktada Palmer raporu zorlama bir yorum üzerine başka bir zorlama yorum yapmak suretiyle ablukanın uluslararası nitelik taşımayan silahlı çatışma şartlarında da nadir de olsa yapılacağını iddia etmekte ve buna sadece bir örnek verebilmektedir. Maalesef verilen örnek de tarihi açıdan yanlıştır.
Palmer raporu Amerikan İç Savaşı sırasında ABD'nin devlet olarak tanımadığı Güney Konfederasyonu'na uyguladığı deniz ablukasının İsrail'in Gazze ablukasına emsal taşıdığını iddia etmektedir. Oysa Abraham Lincoln'un liderliğinde uygulanan bu abluka tam aksine ablukanın "egemen devletler arasında uygulanan bir silah" olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Abluka kararı karşısında başta İngiltere olmak üzere diğer Avrupalı devletler tarafsızlıklarını ilan etmişler ve bu durum Konfederasyon'un "savaşan devlet" statüsüne girmesinin yolunu açmıştır. Savaşan devlet statüsü Konfederasyon'a, savaşı finanse etmek için kredi alma, tarafsız ülkelerden silah ve mühimmat temin edebilme gibi hayati hakları vermiştir. Bir diğer ifadeyle abluka sebebiyle ABD-Konfederasyon çatışması, uluslararası nitelik taşımayan silahlı çatışmadan uluslararası silahlı çatışmaya çevrilmiştir. Bu kritik noktada İsrail'in önünde iki seçenek bulunmaktadır: ya Hamas'a "savaşan devlet statüsü" vermek suretiyle çatışmayı uluslararası silahlı çatışmaya dönüştürecek, bu yolla Hamas'ın edineceği yasal hakları göze alacak ve şu an devam ettirdiği yasadışı ablukanın San Remo sınırlarına girmesini sağlayacak, fakat o takdirde bile ablukanın yasallığını korumak için ekstra adımlar atmak zorunda kalacak; ya da yasadışı ablukasını kaldıracak. Yasadışı bir ablukayı bahane ederek ve uluslararası sularda aşırı güç kullanarak 9 sivili katleden İsrail, uluslararası hukuku ihlâl pahasına iki seçeneğe de yanaşmamaktadır. İdareimaslahatçı dürtülerle yazılan Palmer raporu da bu ihlâle çanak tutmakta ve İsrail kamu diplomasisi aygıtına mühimmat sağlamak dışında bir amaca hizmet etmemektedir.