2001’deki Amerikan müdahalesinin ardından Afganistan’da, devlet başkanlığı ve eyalet meclisleri seçimlerinin ikincisi 20 Ağustos’ta birleştirilerek yapıldı. Seçimlerde gözlemci olarak bulunmanın verdiği avantajla, asıl gerekçenin maliyetten ziyade güvenlik kaygısı olduğunu söyleyebiliriz.
Zira seçimlerin yapıldığı hafta boyunca değil Taliban ile NATO kuvvetleri arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı güney ve doğu eyaletlerinde, başkent Kabil’de bile oy vermek için dışarı çıkmak neredeyse mümkün değildi. Tam da bu nedenle Afganistan seçimleri ile ilgili yapılacak her türlü seçim analizi güvenlik sorununu tartışmadığı takdirde eksik kalacaktır. Afganistan seçimlerindeki asıl mesele, kimin mükerrer oy kullandığı ya da hangi adayın sandıklarda ne kadar oy aldığından ziyade, güvenlik sorunundan dolayı istese bile oy kullanamayan milyonların olduğu bu ülkede yapılan seçimin meşruiyetinin derecesidir.
Afganistan’daki seçimlerde başkan adayları ayrılık ve çatışmayı artırabilir endişesiyle parti adı yerine kendi adlarıyla temsil edildiler. İlk turda %50’yi bulan aday çıkmazsa (ki büyük ihtimalle çıkmayacak), en çok oyu alan iki aday Ekim ayının ilk haftasında yapılacak ikinci turda kozlarını paylaşacak. Afganistan’da ülke nüfusunun yarısına denk düşen 15,6 milyon kayıtlı seçmen vardı. Bu sayının yaklaşık %35’i kadınlardan oluşuyordu. Taliban ve Hizb-i İslami lideri Gulbettin Hikmetyar dışındaki siyasi grupların ekseriyeti seçimlere katıldı. Etnik ve mezhebî kimliğin çok önemli olduğu Afganistan’da, 30’un üzerinde aday seçimlerde yarıştı. Bunlardan ikisi ipi göğüslemeye en yakın aday durumunda: Halen başkan olan ve hakkındaki yolsuzluk eleştirileri nedeniyle uluslararası kuruluşlar ile ABD nezdinde artık pek makbul görülmeyen Peştu asıllı Hamid Karzai (bir yardımcısı Hazara, bir yardımcısı Tacik); Rabbani çizgisinin önemli ismi, eski dışişleri bakanı, Peştu-Tacik melezi Abdullah Abdullah. Eski planlama bakanı, Fransız okullarında yetişmiş, insan hakları vurgusunu öne çıkaran Hazara kökenli Ramazan Beşerdost ile Karzai hükümetinde maliye bakanlığı yapmış, Dünya Bankası ve BM’de üst düzey görevler almış, halen Brookings Enstitüsü’nde görevli, ABD ve uluslararası kurumların öne çıkardığı Peştu kökenli Eşref Gani öne çıkan diğer isimler arasında. Adayların profili Afganistan’daki seçim dengesini de izah ediyor. Ülke içinde memnun edilmesi gereken etnik gruplar, mezhebî gruplar, Taliban, sistem dışı radikal gruplar, ABD, uluslararası kuruluşlar ve komşu ülkeler var. Tüm bunların hepsini bir araya getirmek çok da mümkün olmadığından mücadele de başkanın ekibinin kim olacağına dayanıyor.
Tüm bu veriler ışığında değerlendirildiğinde Afganistan’daki seçimlerin sonuçları kesinleşse bile, tartışmaların devam edeceğini söyleyebiliriz. Zira ABD sistemine göre düzenlenmiş başkanlık sisteminde her şey yolunda gitse bile nüfusun %55’ini oluşturan Peştu kökenliler arasında ciddi desteği bulunan Taliban sorunu halledilmeden Afganistan’ın normale dönme ihtimali ufukta görünmüyor. Seçimlerde silahlı gruplara yer verilmeyeceği, savaş ağalarının seçim dışında tutulacağı, aşiret ilişkileri ve eski bağlılıkların paranteze alınacağı gibi Afganistan gerçeğini ciddiye almayan masa başı önermeleri, başta bizzat General Raşid Dostum ve Muhammed Kasım Halili gibi savaş ağaları ile işbirliği yapan Karzai olmak üzere diğer adaylar tarafından da ciddiye alınmadı. Güvenlik sorunu çözülmediği takdirde, bu seçimlerin anlamı uluslararası kurumların ve yabancı ülkelerin yaptığı yardımları kimin paylaşacağı etrafında düğümleniyor. Seçim kurumunun başını Karzai’nin seçtiği, uluslararası yardım kuruluşları konusunda bile onlarca yolsuzluk iddiasının olduğu ülkede, bu nedenle kısa vadede bir umut görünmüyor.
Afganistan’da Yeni Strateji Ufukta umudun görünmediği Afganistan neden öyleyse uluslararası politikada bu kadar merkezî bir yer işgal ediyor? Afganistan 8 yıldır işgal altında. NATO’nun kendisine varlık nedeni araması çerçevesinde, ilk kıta dışı görev yeri olarak öne çıkan Afganistan’da işgalin ardından sağlanan kısa süreli başarı, zamanla yerini gerilemeye bıraktı. Ciddi bir inşa çabasının olmaması ve ABD’nin dikkatini Irak’a çevirmesi Taliban’a güçlenme fırsatı verince, NATO güçleri daha önce kazandıkları mevzileri de kaybetmeye başladı. Son iki yılda ise giderek güçlenen Taliban artık ülkenin neredeyse yarısını etkisine almış durumda. Zira Kabil’e 30 kilometre uzaklıktaki Vardak’ta bile şehir merkezi geceleri Taliban’ın eline geçebiliyor. Afganistan sorununun bu kadar öne çıkması bir yanıyla da ABD iç siyasetine dayanıyor. George W. Bush’un Irak’taki şiddeti kontrol altına almayı başaran “Takviye Asker Stratejisi” ve karşı-isyan vurgusu, şimdiki başkan Barack Obama’da, kendisinin de aynı başarı hikâyesini Afganistan’da tekrarlayabileceği algısını oluşturdu.
Küresel mali krizle birlikte görülmemiş bütçe açıklarına hazırlanan ABD, 3 trilyonu aşan savaş maliyetlerini kısmak gerektiğinin farkında. Bunun için de ne yapıp edip Afganistan’dan Amerikan çıkarlarını garantiye alan bir geri çekilme planı üzerinde çalışılacak. Obama bu nedenle Afganistan’daki askerî kuvvetlerin yapısını, stratejisini ve komutanını bile değiştirdi. Buna göre önce aşırı askerî kuvvetle savaşın ritmi yükseltilecek, daha sonra Taliban bizzat hâkim olduğu şehirlerde karşılanacak, şehir ve kasabalar teker teker geri alınacak, kazanılan mevzilerden çekilmeyerek buralarda kalkınma ve inşa çalışmalarına başlanıp istihdam alanı açma, savaşan kesimleri sürece katma gibi projeler uygulanacak. Elbette tüm bu sürecin yolunda gideceği, daha sonra ise Afganistan’ın ABD’ye dost, istikrarlı, güvenlik sorununu çözmüş, gerekli askerî üslerin alındığı, yolsuzluğun azaldığı bir ülke olacağı varsayılıyor.
Obama Afganistan’dan bir başarı hikâyesi istiyor. Kararlı, hesaplı ve inatçı kişiliği ile bilinen Obama’nın bu nedenle konuyu gündemde tuttuğunu söyleyebiliriz. Bu çerçevede önceleri 30.000 olan Amerikan askeri sayısını 60.000’in üzerine çıkaran, ülkedeki tüm kalkınma örgütlerini bölge için seferber eden, Afganistan’daki komutanını değiştiren, ülkeye önemli bir ismi büyükelçi olarak atayan Obama, 12 ila 18 aylık sert bir çatışmadan sonra işlerin düzeleceğini umuyor. Eksik de olsa seçimlerin yapılabildiği bir ülkenin hem Afganlılara umut vereceğini hem de kurumsal yapının oturmasını sağlayacağını düşünüyor. Peki ABD, petrolü olmayan Afganistan için neden bu kadar para, insan kaynağı, emek ve asker harcıyor? İşte bu sorunun cevabını bulmak için kafamızı Afganistan’dan kaldırıp bölge ülkelerine, halen Orta Asya’da devam etmekte olan iktidar ve nüfuz mücadelelerine, yani “Büyük Oyun”a bakmakta fayda var.