Bir terör örgütü silah ve militan desteği dışında en çok neye ihtiyaç duyar? Kendisi ile ilgili pozitif bir algı oluşturmaya. Meşruiyet alanını genişletmeye. Militanlarını sahaya sürmesine yardımcı olacak mitlere. Kısacası "moral motivasyon"a! PKK, yıllarca bu "moral motivasyon"u "hak savaşı" retoriğinden aldı. "Biz Kürtlerin hakları için savaşıyoruz" diyerek kendisini pazarladı. Bu propagandayla militan devşirdi. Aynı dönemlerde uluslararası güç odakları "Türkiye'de ağır insan hakları ihlalleri var" söylemini kullanarak PKK'ya alan açmaya çalıştı. Gün geldi, Türkiye'de devlet PKK'nın "hak savaşı" retoriğini ve uluslararası güç odaklarının kullandığı "insan hakları ihlalleri" söyleminin zeminini tamamen yerle bir etti. PKK'nın ve onun uluslararası destekçilerinin dillerine pelesenk ettiği sorunlar, yeni Türkiye'nin demokratikleşme programı çerçevesinde çözüme kavuşturuldu. PKK bir süre, "silahlı mücadelemiz olmasa devlet bu hakları Kürtlere tanımazdı" yalanına sarıldı. Ancak o yalanın kullanım süresi kısa sürede doldu. PKK'nın meselesinin "Kürtlerin hakları" olmadığı, "bir grup teröristin egemenlik mücadelesi" olduğu kısa sürede ortaya çıktı. KCK'nın Suriye kolu, PKK'nın kardeş kuruluşu PYD, Suriye'deki iç savaş koşullarının yarattığı fırsatlardan istifade Kuzey Suriye'de özerk bir egemenlik alanı elde edince neyin ne olduğu ayan beyan ortaya çıktı. PKK, her tür terör enstrümanına başvurarak Türkiye devletini PYD'nin statüsünü tanımaya zorladı. Bütün bunları Türkiye siyasetinde bir boşluk olduğunu düşündüğü, 13 yıldır ilk defa seçimlerin herhangi bir partiye tek başına iktidar imkânı sunmadığı 7 Haziran seçimlerinin ardından hayata geçirdi. "Devrimci halk savaşı" başlattığını duyurdu. Kendince, Türkiye'nin Güneydoğusunda "şehir işgalleri" ile bir özyönetim sürecinin hayata geçtiğini ilan etti. Ne var ki Türkiye, bu dayatmayı kabul etmedi. Aksine, PKK'ya karşı tarihinde hiç görülmemiş kapsamlı bir operasyon başlattı. PKK, bunun önüne geçebilmek için "halk"ı isyana çağırdı. Güya kendisi için savaştığını iddia ettiği halkı. Halbuki o halkın bir kısmı AK Parti'ye, bir kısmı ise HDP'ye oy vermiş ve siyasetle temsil edilmeyi tercih etmişti. Bir terör örgütüyle değil. Nitekim halk bu isyan çağrılarına kulak asmadı. Zora, baskıya, tehdide rağmen herhangi bir toplumsal kalkışma olmadı. Terör örgütü yeni bir faza geçti ve "devrimci demokratik yangın" adı altında sivil katliamlarına yönelmeye başladı. PKK, bütün bu süreçte çok ciddi moral motivasyon kaybetti. Bu kaybı telafi etme işi Erdoğan düşmanlığı ortak paydasında birleşen yazar- çizer takımına düştü. Sadece bir örnek. Türkiye solunun bilinen isimlerinden Ömer Laçiner bakın Nokta dergisine (bu detayı bir kenara not edip geçelim) verdiği söyleşide neler demiş: "PKK eğer 'Ben çatışmayı sürdüreceğim' derse, Filistinlerin İsrail'e karşı sürdürdüğünden çok daha etkili sürdürebilir. (...) Şehir gerillaları (nın) o kadar fazla eğitim almalarına da gerek yok. İyi atış yapmak, nokta hedefi vurmak, iyi kaçmak, iyi bomba hazırlamak... Kriterleri bu. (...) Şehir savaşı, bütün masrafları yüzde 70 oranında düşürür. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve ordusu, böyle bir savaşa hazır değil!" Yazar değil, PKK'nın üst düzey sorumlusu sanki. Hem Sur'da, Cizre'de, İdil'de vs. PKK'yı kazıyıp söken Esed'in ordusuydu değil mi sayın Laçiner? Hem bir terör örgütü yöneticisi bu cümleleri görünce ne hisseder? Daha çok katliam, daha çok kan, daha çok gözyaşı için motive olmaz mı? Ha bu durumda Ömer Laçiner'in yaptığına ne denir?
[Sabah, 23 Mart 2016].