Rapor, 2016’da önceki yıla göre terör saldırıları ve bundan kaynaklı kayıpların azaldığını, ancak terör örgütlerinin halen otorite boşluğunun mevcut olduğu alanlar ve çatışma bölgelerinden fırsatlar yaratarak genişleme eğilimi içine girdiklerini ve terör eylemlerini emir ve teşvik ettiklerini değerlendirmektedir. Raporun bulgularından yola çıkarak kırılgan devlet sınırları ile dağ, çöl veya orman gibi sert arazilerde devlet güç ve otoritesinin tesis edilememesi gibi problemlerin terörle mücadeledeki temel zorlukları teşkil ettiği ileri sürülebilecektir.
EN BÜYÜK KÜRESEL TEHDİT DEAŞ
Rapor, beklendiği üzere DEAŞ’ı küresel güvenliğe yönelik en büyük tehdit olarak değerlendirmektedir. DEAŞ’ın savaş sahasındaki yenilgileri ve sahip olduğu büyük toprakların elinden çıkmasının yanı sıra, artan diplomatik çabalar sayesinde yabancı terörist savaşçı akışının azaltılmasının, örgütü 2014’ten bu yana en zayıf haline getirdiği ifade edilmektedir. Öte yandan DEAŞ’ın merkez coğrafyası dışındaki Afganistan, Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen’de artan oranda terör eylemleri gerçekleştirdiği belirtilmekte, DEAŞ’ın mülteci ve göçmen akımlarını fırsata çevirerek kendisine bağlı unsurların seyahatini sağlamaya çalıştığının altı çizilmektedir. 2016’da da sosyal medyanın DEAŞ’ın eleman temini için merkezi bir önemi haiz olduğu, ABD ve müttefik ülkelerin internetin terörist propaganda içeriklerinden temizlenmesi gayesi etrafında sosyal medya şirketleriyle çalıştığı belirtilmektedir. Bu çabaların sonucunda internetteki DEAŞ yanlısı içerik Ağustos 2015–Ağustos 2016 arasında yüzde 75 oranında azalmış, Twitter’daki DEAŞ ile alakalı trafik ise 2014–2016 yılları arasında yüzde 45’lik bir gerileme yaşamıştır. Aynı zamanda DEAŞ’ın yayınladığı görsel medyaların Ağustos 2015’te 761 iken, Ağustos 2016’da hızlı bir biçimde 194’e düştüğü; örgütün 2015’te en az 40 aktif medya organı varken bunun 2017 başında 19’a gerilediği ifade edilmektedir.
EL-KAİDE VE UZANTILARI
Rapor, El-Kaide ve bölgesel uzantılarının ABD iç güvenliğine ve ABD’nin uluslararası çıkarlarına yönelik tehdit olmayı sürdürdüğünü ifade etmektedir. Özellikle bölgesel ölçekte etkin ve güvenilir devlet kurumlarının yoksunluğu, istikrarlı terörle mücadele çabalarına karşın, El-Kaide’nin gücünü korumasına neden olmaktadır. Lider tasfiyeleriyle karşılaşmasına rağmen, Arap Yarımadası El-Kaidesi’nin özellikle Yemen’de ciddi bir tehdit teşkil ettiği vurgulanmaktadır. Raporda dikkat çeken diğer bir nokta ise imaj tazeleme ve yerel ittifaklar edinme gayesiyle isim değiştirip El-Kaide’den ayrıldığını iddia eden El-Nusra’nın, El-Kaide’nin Suriye kolu olarak tanımlanması, örgütün yeni ismi Şam’ın Fethi Cephesi’nin bu tanıma eklemlenmesidir. Rapor, Nusra’nın Kuzeybatı Suriye’de toprak hâkimiyetine dayalı güvenli barınakları elinde tutma gayreti içerisinde olduğunun altını çizerek örgütün taktiksel manevrasını tanımadığını vurgulamaktadır...
Diğer taraftan 2012’de El-Kaide’ye biat eden Eş-Şebab’ın, önemli liderlerinin tasfiyelerine ve artan oranda karşılaştığı firarlara rağmen, Somali genelinde ve Kenya’nın bazı bölgelerinde asimetrik saldırılarına devam ettiği belirtilirken, Mağrip El-Kaide’sinin ise operasyonel önceliğinin toprak hâkimiyetinden, devlet ve sivil hedeflere yönelik gerilla saldırılarına kaydığı ifade edilmektedir. Mağrip El-Kaidesi’nin Halife Haftar’a karşı, diğer devlet dışı silahlı aktörlerle işbirliğini artırması dikkat çekici başka bir husustur. Bu bağlamda, El-Kaide’nin, DEAŞ’ın aksine artan oranda uzun vadeli kazançlara dönük pragmatik yerel ittifaklar kurması örgütsel bir eğilim olarak göze çarpmaktadır.
TERÖR SPONSORU DEVLETLER
Rapor, terörizmi destekleyen ülkeler olarak İran, Suriye ve Sudan’ı saymaktadır. ABD, uluslararası ortamda gerek ekonomik gerekse askeri açıdan bu devletlerin yalnızlaştırılması amacı etrafında farklı tedbirler geliştirmiştir. Suriye rejim güçleriyle aynı safta savaşan İran destekli Iraklı Şii milislerin raporda terörist olarak nitelenmesi, bu milislerin Sünni sivillere karşı yoğun insan haklarını ihlalleri ve İran’ın Suriye içindeki paramiliter askeri operasyonları, bu ülkenin terörizm sponsoru devlet olma özelliğini güçlendirmiştir. Hamas’ın İran tarafından fonlanması da bir diğer gösterge olarak sunulmuştur. Öte yandan İran’ın gözaltında tuttuğu El-Kaide mensuplarının cezai yaptırımlarını yerine getirmemesi; bunun yanı sıra ülke içinde El-Kaide unsurlarına hareket serbestisi tanıyarak Suriye ve Orta Asya içlerine yönelik lojistik ve operasyonel faaliyetlerine izin vermesi ulus devlet ile devlet dışı aktör ilişkisi hususunda ilginç bir örnek vaka teşkil etmektedir. İdeolojik farklılıklara rağmen bu işbirliğinin yürütülebilmesi gerek İran’n bölgesel politikaları gerekse de El-Kaide’nin DEAŞ’ın aksine yürüttüğü ideojik esneklik bağlamında ipuçları vermektedir.
Raporda Suriye için göze çarpan bir argüman, bu ülkenin Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’nden doğan sorumluluklarını yerine getirmemesi olarak ifade edilebilir. ABD, Suriye rejiminin sözleşmeye taraf olmasından bu yana her yıl mütemadiyen Suriye halkına karşı kimyasal silah kullandığı değerlendirmektedir. Dolayısıyla ABD’nin, Suriye’de devam eden savaşta olası kimyasal silah kullanımına karşı ne tür bir askeri tepki vereceği merak konusu olmaktadır.
Sudan ise 1993’ten beri ABD tarafından terörizm sponsoru devlet olarak nitelenmektedir. Ancak son yıllarda ABD ile Sudan’ın birlikte etkin bir şekilde DEAŞ ve diğer terör örgütlerine karşı mücadelesi şüpheleri ortadan kaldırmaya yönelik bir adım olarak algılanabilir. Yine Sudan’ın Hamas’a olan direkt desteğini kesmesi, ABD tarafından bu ülkenin terörizm sponsorluğu listesinden çıkmasını sağlayacak olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
TERÖRİST GÜVENLİ BARINAKLARI
Terörist grupların güvenli barınak elde edebilmelerinin arkasında coğrafi zorluklar, yerel hükümetlerin etkin karar alma kapasitesinden yoksunluğu ve komşu ülkelerin terörizmi manipülasyonu başat faktörler olarak sıranabilir. Geçirgen bölgesel sınırların terörle mücadelenin etkinliğini ciddi biçimde azaltan bir sorun olduğu açıktır. Ayrıca Kenya’nın sınır güvenliği de yine bu coğrafi koşulların zorluğundan dolayı kırılgan hale gelmiştir. Libya’da DEAŞ’a karşı yoğun bir savaş verilmiş olmasına rağmen birçok militan sınırlardan komşu ülkelere ve yurtdışına kaçmayı başarmıştır. Sirte’de bin 700 DEAŞ militanının öldürüldüğü ifade edilmektedir ancak 2016 başında Libya’da 6 bin DEAŞ mensubunun bulunduğu dikkate alındığında, 4 binden fazla teröristin başıboş hâle geldiği değerlendirilebilir. Bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda son zamanlarda sıkça tartışılan DEAŞ sonrası döneme dair sorunlu ipuçları ortaya çıkmaktadır.
Çöl, ormanlık ve dağlık arazilerin teröristlerce etkin bir biçimde kullanılması, terörle mücadeleye sekte vuran diğer önemli parametredir. Örneğin, Eş-Şebab’ın, orman ve dağları etkin bir şekilde kullanması güvenlik güçlerinin elini zayıflatmıştır. Mısır, ABD’nin yoğun desteği ile bazı önemli DEAŞ unsurlarını etkisiz hale getirmeyi başarmasına rağmen, Sina Yarımadası’nda bu örgüte karşı yeterince güç projeksiyonu yapamamaktadır. Yine Filipinler’in bir ada devleti olması merkezden yönetilecek olan güvenlik operasyonlarını zorlaştırmaktadır. Diğer taraftan ülkeler arası sınır anlaşmazlıkları da terörist faaliyetlerin önünü açmaktadır. Örneğin Afganistan ve Pakistan arasındaki sorun buna en iyi örneklerden biridir. Bu açıdan Pakistan’da Haqqani Ağı üzerinden farklı terörist grupların eğitim aldığı vurgulanmıştır.
KÜRESEL TERÖRİZME BAKIŞ
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın raporu kendi içinde bazı önemli sorunlar da barındırıyor. Küresel boyutta terörizmi incelediğinden kapsamı çok geniş almakta, bu da meselelerin derinine inememesine sebep olmaktadır. Olay ve gelişmelerin yüzeysel geçilmesi, ABD’nin küresel terörizme bakışına dair net bir tablo çıkarılamamasına yol açmaktadır. Rapordaki bir başka önemli sorun ise analitik sınıflandırmaların olmaması veya olanların da problemli olması. Mesela DEAŞ’ın 28 Haziran 2016’da gerçekleştirdiği Atatürk Havalimanı Saldırısı, yayaların üzerine kamyon sürme veya bıçaklama gibi saldırılarla beraber değerlendirilmektedir. Halbuki, bu saldırı verilen diğer örneklerden çok daha sofistike bir içeriğe sahipti. Dahası birbirinden çok farklı tüm bu saldırıların yumuşak hedef eylemleri altında değerlendirilmesi, bu kavramın analitik çerçeve olarak faydasını sorgulatır hale getiriyor.
Öte yandan rapor, PYD ve FETÖ’yü terör örgütü olarak değerlendirmemesinin yanı sıra Türkiye’nin Hamas lideri ile diplomatik temaslarını PYD ile aynı paragrafta sorunsallaştırması ve FETÖ’yü dini bir hareket olarak tanımlaması bu meselelere bakışında ipuçları veriyor. ABD’nin bu somut güvenlik tehditleri konusunda Türkiye ile işbirliğinde bulunmaması, iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir yakınlaşmayı önleyici temel faktörler olarak kalmayı sürdürecektir.
Son olarak rapora göre Rusya ve Türkiye’deki Orta Asyalı göçmen işçilerin, kötü çalışma koşulları ve toplumsal tecrit sebebiyle DEAŞ’ın aşırıcı ideolojisine daha çok maruz kaldığı ifade edilmektedir. Ancak bu argüman somut bir veri ile desteklenmediği gibi, mevzubahis faktörlerin herhangi bir coğrafyada ve nüfus üzerinde benzer etkileri ortaya çıkarabileceği düşünüldüğünde neden Türkiye ve Rusya’nın ve neden Orta Asyalıların örnek verildiği bir soru işareti olarak kalmaktadır. Dolayısıyla raporun, ABD’nin küresel güvenlik ortamına bakışı hususunda önemli ipuçları sunsa da, analitik bir bütünlükten ve somut terörle mücadele stratejilerinden yoksun olduğu ifade edilebilecektir.
[Star, 12 Ağustos 2017].