1- Türkiye için Avrupa Birliği ne anlama geliyor?
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği meselesi Ankara açısından her dönemde farklı anlamlar ifade etmiştir. Bazı dönemlerde vazgeçilmez bir tutku, bazı dönemlerde artık istenmeyen bir opsiyon, bazen ise tutku düzeyinde olmasa da arzu edilen bir seçenek olmuştur. Üyelik konusundaki bu farklı tutumları belirleyen ise Türkiye'nin iç siyasi gelişmeleri ile AB'nin genel yapısı ve AB ülkelerinin Türkiye konusundaki farklılaşan politikaları olmuştur. Örneğin Almanya'da 1998-2005 yılları arasında başbakanlık yapan Gerhard Schröder'in iktidarı ile AK Parti iktidarının çakıştığı 2003-2005 yılları Türkiye-AB ilişkileri açısından en fazla olumlu gelişmenin yaşandığı dönemdir.Schröder sonrasında başbakan olan Angela Merkel'in Türkiye'nin tam üyeliğini açık söylemleriyle reddetmesi ilişkilerin bozulmasına yol açmıştır. Yine aynı dönemde Almanya'nın olumsuz tutumuna ek olarak Fransa ve Avusturya gibi ülkelerden Türkiye'nin AB üyeliği konusunda gelen olumsuz açıklamalar taraflar arasındaki mesafeyi daha da açmıştır.
Bu dönemde artık AB üyeliği konusu Türkiye için bir tutku olmaktan çıkmış, rasyonel çıkarlar doğrultusunda gerçekleştirilmesi faydalı bir hedefe dönüşmüştür. Yani AB'nin Ankara'dan gerçekleştirmesini istediği adımlar Türkiye'nin çıkarlarına açık bir şekilde aykırı ise bu konuda Brüksel'in taleplerine karşı çıkılmıştır. AB ülkelerinin de kendi çıkarları açısından gerekli gördükleri durumlarda çekinmeden AB hukukunu askıya aldıkları sık sık görülmektedir. Fransa'nın terör saldırıları sonrasında uzun zamandır uyguladığı olağanüstü hal uygulaması ve çok sayıda birlik üyesinin Schengen düzenlemelerini askıya alarak sınır kontrollerine yeniden başlaması ve serbest dolaşıma engeller getirmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
2- Suriye'deki iç savaş Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkiledi?
Ankara-Brüksel ilişkileri Suriye iç savaşından kaçan mültecilerin yoğun bir şekilde AB kapılarına dayanmasıyla yeni bir döneme girmiştir. Özellikle mültecilerin hedefindeki ülke olan Almanya'da, sarsılmaz iktidarını artık bu sorun nedeniyle tehlikede gören Merkel hükümeti sorunun çözümü konusunda Türkiye'ye yaklaşmak zorunda kalmıştır. Sadece 2015 yılı içerisinde Almanya'ya ulaşan mülteci sayısının bir milyona yaklaşması bu ülkedeki yabancı düşmanlığını artırmış ve bundan güç alan aşırı sağcı partiler Almanya'daki siyasi yapıyı kökten değiştirebilecek düzeyde oylarını artırmaya başlamıştır. Aşağı Saksonya eyaletinde 2016'da yapılan seçimlerde AfD'nin aldığı yüzde 24 oyla ikinci parti olması bu partinin ve temsil ettiği aşırı sağ akımın Alman siyasal sistemindeki yerleşik partiler için teşkil ettiği tehlikeyi göstermesi açısından önemlidir.Bu konuda Almanya'nın daha küçük prototipi olarak görülebilecek olan ve mülteci meselesinde Almanya kadar sorun yaşayan Avusturya'da Nisan ayında yapılan cumhurbaşkanlığı ilk tur seçim sonuçları Almanya'daki bu endişenin ne kadar doğru olduğunu ispatlamıştır. Avusturya seçimlerinde aşırı sağcı parti FPÖ'nün adayı Norbert Hofer'in yüzde 35 gibi oldukça yüksek bir oy alması ve bu ülkedeki merkez sağ ve merkez sol partilerin adaylarının yüzde 11 civarında oyla ancak dördüncü ve beşinci sırada yer alarak ikinci tura kalamamaları mülteci sorununun Avrupa siyasetini nasıl etkilediğinin açıkça göstermektedir.
Karşılaştıkları mülteci sorununu çözme konusunda bu şekilde acze düşen AB ülkeleri meselenin kendilerine ve Avrupa'daki birlik fikrine daha fazla zarar vermesine izin vermek istemedikleri için Ankara'nın kapısını çaldılar ve Türkiye'nin yardımını istediler. Kapısını çaldıkları Ankara'nın o dönemde AB üyeliğini bir "tutku" olarak mı, yoksa "çıkarlara zarar vermeden gerçekleştirilmesi gereken rasyonel bir hedef" olarak mı gördüğü Türkiye- AB ilişkilerinin bundan sonraki seyrini belirledi.
3- AB üyeliği Türkiye'de eskisi kadar gündeme gelmiyor. AB üyeliğinin Türkiye için önemi ne?
AK Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mülteci sorununun çözümü konusunda AB'den gelen işbirliği çağrısına olumlu yaklaştığı görüldü. Ancak bu konuda Türkiye'nin "tutku" değil de "rasyonel çıkar perspektifi" içerisinde olması AB açısından görüşmelerin zorlu geçmesine yol açmıştır. Ankara'nın mülteci sorunu konusunda Brüksel ile işbirliği yapmak için, AB ülkelerinin o zamana kadar sorunun çözümüne katkı sağlamayan tavırlarını ve Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki olumsuz siyasi pozisyonlarını değiştirmelerini talep etmesi ve bu çerçevede Türkiye'deki mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için mali destek isteyip AB'nin de mültecilerin bir kısmını kabul etmesi gerektiğinde ısrar etmesi AB çevrelerinde tartışmalara yol açmıştır.Bu süreçte Ankara'nın Brüksel'den AB üyelik sürecinin canlandırılmasını talep etmesi ise AK Parti hükümetinin AB üyeliği konusundaki isteğinin devam ettiğinin açık göstergesi olmuştur. AB'ye yön veren Almanya gibi ülkelerin en sıkışmış oldukları dönemde Türkiye'nin taleplerinin, AB ile ilişkilerini ileriye götürecek adımlar olan müzakerelerde yeni fasıllar açılması ve vizesiz seyahate yoğunlaşması Ankara'nın bu konuda hala istekli olduğunu göstermektedir. Ancak Brüksel'in bu süreçte Türkiye ile AB arasında yapılan zirve toplantıları sonrasında imzalanan 18 Mart 2016 anlaşmasının en önemli düzenlemeleri arasında yer alan vizesiz seyahat konusundaki politikası asıl sorunun Türkiye'nin değil AB'nin isteksizliği olduğuna işaret etmektedir.
4- Türkiye-AB anlaşmasının önündeki engeller neler?
Aslında başta Ankara Anlaşması olmak üzere, AB ile Türkiye arasında şimdiye kadar imzalanan metinlerde Türkiye vatandaşlarına tanınan bir hak olmasına rağmen AB tarafının yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle gerçekleşemeyen vizesiz seyahat konusunda son Türkiye-AB Anlaşmasında Brüksel Türkiye'den çok sayıda talepte bulunmuştur. Bu taleplerin önemli bir kısmı teknik konularla ilgili olduğu için Ankara tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak suçluların iadesi, EUROPOL ile işbirliği, kişisel verilerin korunması, yolsuzlukla ve terörle mücadele konularını içeren 5 kriterin gerçekleştirilmesi için Türkiye'nin daha fazla zamana ihtiyacı olduğu görülmektedir ki bu sürenin uzaması vizesiz seyahatin de gecikmesi sonucunu doğurmaktadır.Bu kriterler arasında en fazla sorun oluşturan ise terörle mücadele konusunda AB'nin Türkiye'den taleplerinin Ankara tarafından ülkenin çıkarlarına zarar verecek istekler olarak görülmesidir. Hükümet AB üyeliği konusunda Brüksel'den talep edilen reformları gerçekleştirmek konusunda istekli davransa da, bu talepler doğrultusunda atması beklenen bazı adımların Türkiye'nin ekonomik, güvenlik veya siyasi çıkarlarına zarar vereceği algısı söz konusu olduğunda karşı bir pozisyon belirlemektedir. Bu AK Parti hükümetinin, "her ne pahasına olursa olsun" anlamına gelen "tutku" düzeyinde bir AB üyelik hedefine sahip olmamasının doğal bir sonucudur.
5- AB'nin terörle mücadele konusundaki taleplerini Türkiye'nin karşılaması mümkün mü?
Türkiye'nin gerek PKK/PYD ve gerekse DAEŞ'ten gelen çok yoğun bir terör tehdidi altında bulunduğu bir dönemde, terörle mücadele konusunda zafiyet anlamına gelebilecek bazı yasal düzenlemeler yapması yönünde Brüksel'den gelen talepler Ankara'da itirazla karşılaşmaktadır. Özellikle de kendileri de terör tehdidi altında bulundukları için olağanüstü hal uygulamaları ile güvenlik lehine, hak ve özgürlükler aleyhine düzenlemeler yapan AB ülkelerinin bu konuda Türkiye'den terörle mücadeleye zarar verecek adımlar atmasını istemeleri içişlerine karışma olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu taleplerin, PKK ve DHKP-C gibi terörist örgütler konusunda yıllardır gerekli adımları atmayan ve aynı zamanda NATO çatısı altında Türkiye'nin müttefiki olan ülkelerden gelmesi ayrı bir sorun olarak görülmektedir.NATO'nun Soğuk Savaş sonrasında güvenlik doktrininde yaptığı değişiklikle terörizmi ittifaka yönelik en büyük tehditler arasına yerleştirmesine rağmen, çoğu NATO üyesi olan AB ülkelerinin Türkiye'den Avrupa'nın güvenliği için katkı beklerken, kendilerinin Türkiye'nin güvenliğine zarar verecek tutum içerisinde bulunmaları Türkiye-AB ilişkilerini zora sokmaktadır.
6- Geri Kabul Anlaşması ve vize serbestisi bu şartlarda gerçekleşebilir mi?
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin PKK ve DAEŞ terörü nedeniyle yaşadığı güvenlik sorunlarının çok önemli boyutta olduğunu görüp bu konuda Türkiye ile dayanışma içerisine girmesi ve vize serbestisi gibi konuları meselenin özüyle ilgisiz birtakım şartlara bağlamaktan vazgeçmesi durumunda Türkiye-AB ilişkilerinin ilerlemesi mümkün olacaktır. Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkilerin olması gerektiği gibi iyi bir şekilde ilerlemesi ise mülteci sorununun çözümü konusunda daha ileri adımların atılmasını sağlamak suretiyle hem AB hem de Türkiye'ye fayda getirecektir.[Sabah Perspektif, 14 Mayıs 2016]