1. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, CHP’nin Doğu ve Güneydoğu’daki il başkanlarıyla Antalya’da yaptığı üç saatlik toplantıdan “çözüm sürecine aktif katılım” talebi çıktı. Bu talebi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümetin PKK’nın silahsızlandırılması hedefiyle başlattığı çözüm süreci, Cumhuriyet Halk Partisi’ni üç yıldır devam eden düşük yoğunluklu bir değişim çabasının ortasında yakaladı. Bu kapsamda parti içerisindeki birçok gruptan kamuoyunda ulusalcı ve yenilikçi olarak bilinenler, Kürt meselesi ve çözüm süreci çerçevesinde partinin alması gereken tavrı Ocak ayından beri tartışıyor. Buna karşılık Kılıçdaroğlu yönetimi, herhangi bir kanadı karşısına almamak adına tartışmayı Kürt meselesinden herkesin üzerinde anlaşabileceği iki zemine çekmeye çalışıyor: Bunlardan ilki, 33. Kurultay’da ortaya çıkan ve bugün de varlığını koruyan ‘emek mücadelesi’ ve ‘sınıf siyaseti’ yaklaşımları oldu. CHP’liler açısından ortak payda işlevi gören bu meseleyi sık sık taşeron işçilik tartışmalarında gözlemleme fırsatımız oldu. Kılıçdaroğlu’nun Mayıs ayında kamuoyuna açıkladığı ‘Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi’ ise çözüm sürecinde kendisine yer bulamayan partinin genel bir demokratikleşme perspektifi ortaya koyarak özellikle Kürtleri ve Kürtlerin statüsünü tartışmayı reddetme çabası olarak okunmalı.
2. Söz konusu talebi Kılıçdaroğlu ve partinin yetkili organları nasıl karşılayacaktır?
Kılıçdaroğlu yönetimi, göreve geldiği günden beri doğal yollardan iktidara gelmemiş olmanın sancılarını yaşadı. Kılıçdaroğlu’nun teşkilatlar ve delege üzerindeki etkisizliği, ‘değişim’ parolasıyla göreve gelen yenilikçileri Önder Sav ile ittifak kurmak zorunda bıraktı. Sav ekibinin tasfiyesinden sonra da ulusalcı-yenilikçi kanatlar arasında denge siyaseti izlenerek değişim iradesi erozyona uğratıldı. Son dönemde Deniz Baykal’ın bir Genel Başkan adayı değil, Kılıçdaroğlu’nun da üzerinde bir ‘ağabey’ olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Aynı şekilde Muharrem İnce ile Sezgin Tanrıkulu arasında yaşanan ‘ev sahipliği’ polemiği de yenilikçilerin parti üzerindeki iktidar eksikliğine işaret ediyor. Bu ortamda Kılıçdaroğlu yönetiminin hiçbir varlık gösteremediği bölgelerden gelen talepleri çözüm sürecine mesafeli duran Ege, Trakya ve Karadeniz seçmenini ürkütmek pahasına kabul edeceğini iddia etmek çok zor.
3. CHP içindeki ulusalcı kanadın bu talebe tepkisi ne olacaktır?
Ulusalcı kanat, yenilikçilerle olan mücadelesinde kendisini ev sahibi olarak görüyor. Nitekim kamuoyunda en çok gündeme gelen ulusalcı vekillerin önseçim sürecinden geçtikleri, yenilikçilerin ise merkez yoklaması yoluyla aday listelerinde yer bulabildikleri hatırlanmalı. Bir başka deyişle ulusalcılar açısından aslında bir mücadele değil, partiyi rotasından saptırmak isteyen bazı acemi siyasetçiler var. CHP yönetiminin çözüm süreci politikasında bugün geldiği nokta, ulusalcıların hanesine yazılmalı. Zira 2011-2012 döneminde ana muhalefet, hükümeti güvenlikçi politikalar üretmekle suçlayarak diyalog çağrısı yapıyordu. Bu kapsamda önerilerini geçen Haziran ayında Başbakan Erdoğan’a da götürdüler. Ancak parti yönetimi, bu avantajını AK Parti’ye kaptırdı ve aylar süren tartışmalar sonunda genel bir demokratikleşme perspektifinde karar kıldı. Yani ulusalcılar, kendi adlarına CHP’nin içerisinde bulunduğu bir ‘tehlike’yi daha savuşturmuş oldu.
4. CHP’nin bundan sonra sürece aktif katılımı ne derece mümkün?
CHP sürece katılma şansını kaybetti. Zaten başarılı şekilde devam eden bir çözüm sürecinde öncelikle çözümün aktörleri, ana muhalefeti kendileriyle eşit bir pozisyonda görmek istemeyecektir. Öte yandan CHP’nin kendisini çözüm karşıtı bir yerde konumlandırması da merkez parti kimliği nedeniyle mümkün değil. Böylece parti, büyük ölçüde kendi kararsızlıkları nedeniyle kaybettiği birkaç ayı telafi edebilmek ve oy oranlarındaki erozyonu engellemek için aslında PKK’nın silahsızlandırılmasına yönelik görüşmelerden farklı olan genel demokratikleşme adımlarını ortaya koyarak seçmeni etkilemeye çabalıyor.
5. Çözüm sürecine aktif katılım göstermeyen CHP’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
Türkiye toplumu, 2007 yılından itibaren daha önce tabu addettiği birçok meseleyi açıkça tartışmaya başladı. Ordunun siyaset üzerindeki etkisinin zayıflatılması, bu dönüşümün ilk aşamasını teşkil etti. 30 yıldır ülke gündeminin bir numaralı maddesi olan Kürt meselesine dair reformlar yapıldı. Birkaç aydır Abdullah Öcalan muhatap kabul edilerek nihai bir çözüm aranıyor. Bu kadar yapısal meselenin kısa sürede tartışmaya açıldığı bir ortamda CHP seçmeni, partisinden somut ve net bir pozisyon belirlemesini bekledi. ‘Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi’nin açıklanmasına kadar ortalama bir CHP’li, Meclis’te temsil edilen diğer üç partinin pozisyonunu biliyor ancak kendi partisinden emin olamıyordu. Bu belirsizlik, CHP oylarında 3-4 puanlık düşüşe neden oldu. Ana muhalefet, artık kaçırdığı çözüm süreci trenini silahsızlanma sonrası atılması gereken demokratikleşme adımlarını kamuoyuyla paylaşarak telafi etmeye çabalıyor. Ancak mevcut tartışmaya katkı sunmayan bu tavır, CHP’yi yüzde 30 seviyesinin üzerine taşıma potansiyeli taşımıyor.
[Söyleşi: Sadık Şanlı]