AK Parti’nin siyasi sisteme dâhil olmasından sonra, siyasal alana ilişkin ezberler bir bir bozuldu. Hatırlayalım, 2002 sonrasında, AK Parti’nin toplumsal desteğinin sürekli yükselmesi, siyasette, medyada, akademide araştırma kurumlarında “Anadolu’yu yeniden keşif” çalışmalarını başlatmıştı. Özellikle dünyaya CHP’ye yakın bir yerden bakan araştırmacılar, Kayseri, Konya, Malatya, Denizli gibi illerde yaptıkları gözlemleri ve saha araştırmalarını televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında heyecanla anlatırlardı.
Yaptıkları “muhafazakarlık” ve “değerler” araştırmalarının odak noktası ve sonucu, toplumunun göstermiş olduğu “gelişmişlik” düzeyiydi. Onlara göre, kendilerinin farkında olmadığı yeni bir toplum ortaya çıkmıştı. Eğitim seviyesi yükselen bu toplum kesimlerinin aynı zamanda ekonomik imkânları genişlemişti. Aynı zamanda dünyada ve Türkiye’de olup biten gelişmelerin de fevkalade farkındaydılar.
Onların geleneksel tezlerine göre böyle bir toplum, AK Parti’ye değil CHP’ye oy vermeliydi. Uzun süre bu duruma kafa yorsalar da meselenin özüne vâkıf olamadılar. O zaman yapılması gereken şey basitti. Halk CHP’ye gelmiyorsa, CHP halka gitmeliydi. Bu düşünceden hareketle, CHP yöneticilerine kendini yenilemesi ve yeni bir siyaset tarzını benimsemesi gerektiğini öğütlediler. Hakkını yemeyelim, CHP uzun bir dönem “siyaset arayışı”nı sürdürdü. Her seçim döneminde muğlak bir siyaset tarzı üzerinden yeni bir açılımla halkın karşısına çıktı.
Ancak birçok denemeden sonra, oy oranlarını genişletmek yerine, potansiyel yeni seçmenlerden milliyetçileri MHP’ye; sosyalist sol eğilimlere sahip olan genç seçmenleri ise HDP’ye kaptırma riski, CHP’yi bir çıkmaza sürükledi.
CHP’de siyaset yapan bazı akademisyenlerin de içinde olduğu bir çok kişi, CHP’ye bir türlü ısındıramadıkları seçmen blokları için bu sefer yeni araştırmalar yaptılar. Önceki söylediklerinin tam tersi sonuçlarla toplumun karşısına çıktılar. Daha önce muhafazakâr toplum kesimlerini, “modernleşme” ve “hızlı gelişim” üzerinden övenler, “muhafazakârlık korkusu” üzerinden bu sefer suçlamaları AK Parti iktidarına yönlendirdiler. Onlara göre AK Parti toplumu gittikçe muhafazakârlaştırmaktaydı.
2011 seçimlerinden sonra, CHP açılım politikaları ile eski tip siyaset tarzı arasında ikiye bölündü. CHP içindeki Kemalist blok, eski dönem korku siyaseti temelinde rejimin bekası üzerinden bir siyaset yürütülmesi gerektiğinde ısrarcıydılar. Kemal Kılıçdaroğlu ve sosyalist sola meyilli HDP siyasetine yakın yeni ekibi ise, Gezi Parkı’nda yakalanan blok siyasetinin AK Parti’yi iktidardan düşüreceğini varsaydı. Bu düşünceden hareketle daha önceden “F tipi” olarak adlandırdıkları FETÖ ile 17-25 Aralık’tan sonra söylem ve eylemde ittifak kurdular.
Bu tip bir siyaset tarzında Kılıçdaroğlu’nun siyasal söyleminde tutarlılık meselesi tali bir unsur olarak görüldü. Bir meselenin ülke çıkarı açısından önemli olup olmaması bu anlamda Kılıçdaroğlu için ikinci meseleydi. Eğer, AK Parti iktidarı ve Erdoğan siyasetine karşı kullanılabilecek bir enstrüman mevcutsa başkaca hiçbir değerin önemi yoktu.
Kemal Kılıçdaroğlu en son Adana mitinginde, Türkiye’nin geleceğine kastetmiş 240’tan fazla insanımızı şehit eden FETÖ’cülerin destekçilerini alkışlatabilmiştir. Bunun ötesinde, orada alkışlattığı birçok kişi, kendi dava arkadaşlarına kumpas kuranlarla iş birliği yapanlardı. Hatta kurulan kumpasların meşruiyetini sağlayıcı yazılar yazan ve davalar için sahte delillerin gerekçelendirilmesine söylemleri ile katkı veren de yine o kişilerdi.
Normalde, Adana’da yapılan “Türkiye’yi böldürtmeyeceğiz” temalı bir mitingde, toplum HDP siyasetine bir sözün söylenmesini beklerdi. Hatta, 15 Temmuz’u yapanlara destek verenleri değil, 15 Temmuz’da kahramanca şehit olanların alkışlatılması beklenirdi. CHP’nin muhalefet aklını oluşturanların geldikleri en son yerin burası olduğu dikkate alındığında, CHP’yi analiz etmek için başkaca bir söze gerek yok.
[Türkiye, 6 Aralık 2016].