Varşova, 9 Mayıs 2006 tarihinde Avrupa ve ABD’de kültürel çoğulculuğun yaşadığı krizleri masaya yatıran uluslararası bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Çok sayıda ülkeden katılımcının hazır bulunduğu ve tartışmalara katkıda bulunduğu toplantı Büyükelçi Ömür Orhun’un himayesinde yapıldı. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesindeki Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin organize ettiği toplantının konusu “Kamusal Söylemde Müslümanların Temsili ve Varşova’da tam gün süren ve bir hayli yoğun geçen toplantıya bilim adamları, politikacılar, medya mensupları ve çeşitli platformlarda Müslümanları temsil eden sivil toplum kuruluşu temsilcileri katıldı. “Kamusal alanda Müslümanların yansıtılışı”, “İslam karşıtı kamusal söylemin etkileri”, “Pozitif bir aktör olarak medya: Medya çoğulculuğa saygı ve anlayışı nasıl geliştirebilir?” ve “Siyasal söylemde Müslümanların temsilinin geliştirilmesi” ana başlıkları altında sekiz konuşma yapıldı ve her oturumun akabinde uzun uzun tartışmalar yapıldı. Katılımcıların uzmanlığı ve deneyimi toplantının verimli geçmesini sağladı.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın ilkini geçen yıl düzenlendiği bu toplantıyı bu yıl tekrar düzenlemesinin nedeni, Avrupa ve ABD’de yükselen İslam karşıtlığı, Müslümanlara karşı duyulan önyargılar ve Müslümanların karşılaştıkları ayrımcılık ve dışlanmanın hala sürüyor olması. Toplantının açılış konuşmasını yapan Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi’nin Direktörü Büyükelçi Christian Strohal, Batılı ülkelerde milyonlarca Müslüman yaşadığını ve özellikle 11 Eylül, Madrid’deki tren bombalanması, 7 Temmuz Londra saldırılarının Müslümanları zor durumda bıraktığını, önyargıların arttığını ve bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini belirterek, hükümetler yanında sivil toplum kuruluşlarına ciddi görevler düştüğünü ifade etti. Büyükelçi Ömür Orhun da medyada ve siyasal söylemlerde önyargılı söylemlerin önlenebilmesi için çok boyutlu çalışmalar yapılması gerektiğini belirtti.
Katılımcılar arasında çok sayıda Müslüman sivil toplum kuruluşu olması toplantıya derinlik kattı ve analitik açılımlar sağladı. Avrupa ve ABD’de Müslümanların sorunlarını çözmeye çalışan kuruluşların görüş ve tekliflerini en yetkili makamlara duyurma fırsatı bulduğu toplantıda çok sayıda konunun altı çizildi ve somut öneriler getirildi. Artık aynı sorunların tekrar tekrar dile getirilmesi yerine bazı somut adımların atılması gerektiği, Müslümanlara yönelik hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın önlenmesi için yeni stratejilerin geliştirilmesi gerektiği özellikle vurgulandı.
Toplantıda en çok tartışılan konu medya ve politikacıların kullandığı dil oldu. Medyanın sorumsuz davrandığı, Müslümanlar söz konusu olduğunda aşırı genellemeler yaptığı, haber ve yorumlarında oto-denetleme yapmadığı, ifade hürriyeti adı altında Müslümanların hassas olduğu konularda saldırgan ve sorumsuzca davrandığı belirtildi. Bunun yanında Müslüman kuruluşların medya ile olumlu ilişkiler kurması ve gündemdeki konularda bilgilendirici basın dosyaları hazırlamaları gerektiği belirtildi. 11 Eylül ve 7 Temmuz olaylarından sonra ABD ve Avrupa çapında yapılan araştırmalarda medyadaki İslam imajının daha olumsuz olarak yansıtıldığı, kamuoyunda da buna paralel biçimde İslam aleyhtarlığının arttığı göz önüne alınırsa, medyanın bu konularda ne kadar etkili olduğu açıkça görülebilir. Bu nedenle medyanın daha etik bir duruş sergilemesi ve daha sorumlu bir yayın anlayışı geliştirmesi gerektiğinde kuşku yok. Medyanın artık sansasyonel haber peşinde koşmaya son vermesi gerekiyor.
“Kamusal Söylemde Müslümanların Temsili ve Yansıtılması” konulu yuvarlak masa toplantısının bir başka önemli vurgusu politikacıların söylemleri ve kullandıkları dil üzerine yoğunlaştı. Batılı politikacılardan bazılarının Müslümanlar söz konusu olduğunda katı, olumsuz ve önyargılı bir dil kullandığı ve kültürcü bir yaklaşımla Müslümanları “ötekileştirdiği” belirtildi. Avrupa’da yükselen aşırı sağın bu yaklaşımlardan yararlandığı ve popüler siyasal ve medyatik söylemde ekonomi, sağlık, eğitim ve istihdam alanlarında ortaya çıkan sorunlardan göçmenlerin sorumlu tutulduğu, artan işsizlik oranları karşısında bile Müslüman veya diğer göçmen toplulukların günah keçisi olarak gösterildiği somut bir şekilde ortaya kondu. Burada bir gerçeğin altını çizerek yazıyı noktalayalım: Avrupa ve ABD istese de istemese de Müslümanlarla birlikte yaşamak zorunda. Çünkü milyonlarca Müslüman, Avrupa ve ABD’nin meşru vatandaşı. Kimse onları vatandaşı oldukları ülkeden çıkarma hakkında sahip değil. O halde yapılması gereken şey bu gerçeği görmek ve toplumsal gerilimleri artıracak siyasal bir söylem yerine, farklılıkların ortak yaşama kültürüne engel olmadığını, hangi dil, din ve ırka mensup olursa olsun bütün toplulukların toplumsal ve siyasal hayata katılımlarını kolaylaştıran bir retorik geliştirmektir.