Küresel ekonominin salgına karşı henüz tam bağışıklık kazandığını söyleyemeyiz. Mevcut koşullarda her ülkenin ilave likiditeye ve finansal sermayeye ihtiyacı var. Özellikle de gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ). GOÜ'lerin son bir yılda turizm ve ihracat gelirleri azaldı. Cari işlemler hesabındaki bozulma döviz ihtiyacını arttırdı. Bu da yetmezmiş gibi GOÜ'ler salgın öncesi yıla kıyasla 2020'de uluslararası sermaye akımlarında yaklaşık 50 milyar dolarlık kayıp yaşadı. Yine de aşı haberleriyle pozitife dönen beklentilerin etkisiyle geçen yılın sonunda GOÜ'lere yönelik yatırımcı ilgisi hafif artmıştı. Ancak, son haftalarda Amerikan tahvil faizlerinde yaşanan artış, bu hafif olumlu havayı dağıttı. Küresel sermaye, son 5-6 haftadır elindeki GOÜ varlıklarını yeniden satmaya başladı. Yaşanan türbülans sonrasında Rusya, Brezilya ve Türkiye'de merkez bankaları faizleri arttırdı.
Bu sefer farklı
GOÜ'lerdeki faiz artışlarına rağmen, buralara yüksek oranda sermaye girişinin yaşanması çok olası değil. 2021 yılı sermaye girişleri cephesinde GOÜ'ler için 2020'den daha iyi sonuçlanabilir. Ancak, küresel finans krizi (KFK) sonrası (2009-2013) GOÜ'lere yönelen coşkulu sermaye akışlarını kimse yeniden beklemesin. Peki, neden?
- KFK'den sonra neoliberalizm ve küreselleşme büyük yara aldı. Gelişmiş ülkeler artık sermayenin kendi ülkeleri içerisinde daha fazla kalmasını istiyorlar. Hatta buna yönelik politikalar uyguluyorlar. Yaptırımların, tehditlerin, tarifelerin ve jeopolitik krizlerin havada uçuştuğu bir dönemdeyiz. Haliyle küresel sermayenin GOÜ'lere yönelik yatırım iştahı azaldı.
- KFK zamanında gelişmiş ülkelerde mali politikalar bu kadar devrede değildi. Para politikası ağırlıklı ilerleniyordu. Ama merkez bankaları, günün sonunda özel bankaları kredi vermeye ikna etmekte zorlanmıştı. Artan likidite ABD ve AB içerisinde görece az kullanıldığı için küresel sermaye, getirinin yüksek olduğu GOÜ'lere kaymıştı. Bu sefer hikaye farklı. Mali politikalar yoluyla hanelere ve şirketlere doğrudan nakit enjekte ediliyor. Paranın çoğu gelişmiş ülkelerin kendi içerisinde emiliyor, GOÜ'lere çok bir şey kalmıyor.
- GOÜ'lerin ekonomik göstergeleri o dönem sağlıklıydı. Hatta kötü performans gösteren gelişmiş ülkelerden ayrıştıklarına (decoupling) dair bir hikaye vardı. Şimdilerde ise gelişmekte olan piyasalar daha kırılgan.
Sıcak paraya çok fazla bel bağlanmaması gereken bir ortamda uzun vadeli stratejiler ve politikalar üzerinden ilerlemeliyiz. Burada Türkiye için iki alternatif var: İçeride dolarizasyonu tersine çevirmek ve mümkün mertebe doğrudan yabancı yatırım çekmek. Kolay işler olmadığını biliyorum. Ama imkansız da değil.
Dolarizasyonu tersine çevirmek için ihtiyaç duyduğumuz politikalar şunlar:
- Enflasyonun kalıcı olarak gerilemesine yardımcı olacak yapısal adımları bir an önce atmak.
- TL birikimlerin enflasyon karşısında erozyona uğramasını engellemek. TL'ye yatırımı cazip kılacak politikaları bir süre daha devam ettirmek. Mevduat stopaj oranlarının düşürülmesi gibi.
- Reform paketindeki politikaları belirlenen takvime sadık kalarak hayata geçirmek. Böylece Türkiye ekonomisine yönelik güveni ve heyecanı diri tutmaya çalışmak.
- Finansal dalgalanmaların önüne geçmek için politika öngörülebilirliğini mümkün olduğunca yüksek tutmak.
- İş ortamını kolaylaştırma çabalarını hızlandırmak.
- Hukuk sisteminin daha etkin ve hızlı biçimde çalışmasını sağlamak suretiyle yatırımların korunmasına ve olası anlaşmazlıkların kolayca çözülebileceğine yönelik güven ortamı oluşturmak.
- Salgın sonrası dönemde küresel tedarik zincirlerindeki ağırlığımızı arttırabileceğimiz ürün gruplarına yönelik özel teşvik mekanizmaları geliştirmek.
- Türkiye'nin hem Batı hem de Doğu ile ilişkilerini rasyonel ve yapıcı biçimde sürdürebileceğini göstermek.