Batı siyasetinde ama özellikle de Avrupa'da 11 Eylül sonrasında aşırı sağ partilerin, hareketlerin ve terör örgütlerinin yükselmesi çok tartışıldı. Bu yıl Fransa, Avusturya ve İngiltere'de yapılan seçimlerde aşırı sağcı partilerin oylarını ciddi oranda yükseltmelerine rağmen seçimlerde birinci parti olamamalarını bazıları fevri olarak, Avrupa'da aşırı sağa karşı bir uyanış olarak yorumladı. Gelgelelim bu gözlemcilerin gözden kaçırdıkları temel nokta, aşırı sağın oldukça uzun bir süredir Avrupa'da siyasi gündemi belirleyen esas güç haline geldiği gerçeğidir.
Bu noktada bugün Avrupa'yı bekleyen esas tehlike, aşırı sağ partilerin yükselişi karşısında çaresiz kalan, siyasi yelpazenin sağında ya da solundaki ana akım partilerin bu yükselişi durdurmak için aşırı sağ söylemleri ve politikaları sahiplenmeleridir. Yani mesela aslında ana akım partilerin gittikçe aşırı sağa kayması ve aşırı sağ söylemlerin normalleşerek siyasi gündemi tamamen belirlemesidir.
Avrupa siyasetinde son yıllarda yaşanan gelişmelere baktığımızda bu tehlikenin her geçen gün bir gerçeğe dönüştüğünü görmekteyiz. Bu noktada Hollanda'da yapılan seçimlerde Wilders'in yükselişini durdurmak adına aşırı sağ söylemleri benimseyen ve tüm diplomatik teamülleri kenara bırakarak Türkiye ile büyük bir kriz çıkaran Başbakan Martin Rutte sadece bir örnektir.
Fakat en çarpıcı örnek, mayıs ayında Avusturya Halk Partisi (ÖVP) başkanı seçilen ve 2013'ten beri koalisyon hükümetinde Dışişleri ve Uyum Bakanı olarak görev yapan Sebastian Kurz'un takındığı İslam düşmanı tutum ile partisini gün geçtikçe aşırı sağ bir partiye ve kendisini de popülist bir lidere dönüştürmesidir.
Aşırı sağcı rakibi Avusturya Özgürlük Partisine (FPÖ) kaybettiği oyları geri almak adına parti kurullarını -demokratik siyasette eşine rastlanmayacak şekilde- bütün yetkileri kendisine devretmek konusunda ikna ederek ÖVP'nin başına geçen 30 yaşındaki bu siyasetçi, 2013 yılından itibaren sistematik bir biçimde İslam'a ve Müslümanlara saldırmaktadır.
Kurz, son dönemde gündeme getirdiği yasalar ve söylemler ile aşırı sağcı rakibi FPÖ ile ırkçılık ve İslam düşmanlığı konusunda yarış halinde olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu cin fikirli popülist siyasetçi, 2014 yılında radikalleşmenin engellenmesi adına Kuran'ın tek tip Almanca tercümesi olmasını gerektiğini iddia ederek İslamofobik kariyerine hızlı bir giriş yapmıştı. Yine Kurz'un 2015 yılında gündeme getirdiği ve yasalaşmasını sağladığı yeni İslam yasası ile İslamiyet ve Müslümanlar ikinci sınıf vatandaş derecesine indirildiler. Yasa, din adamlarının ya da cemaatlerin yurtdışından finansmanı gibi diğer dinlere tanınan birçok haktan Müslümanları mahrum bırakarak Müslümanlara yönelik açık bir ayrımcılık yapmaktadır. Fakat bütün bu ırkçı ve İslamofobik söylemlere rağmen Kurz'un partisi ÖVP aşırı sağcı FPÖ'ye oy kaybetmeye devam etti.
Bunun üzerine Kurz ve partisi bu sene yine güya radikalleşmeyi engellemek adına sokakta ücretsiz Kuran dağıtımının yasaklanması ile ilgili bir kanunu yasalaştırdı. Hızını alamayan siyasetçi, yaklaşan erken genel seçimlerin de etkisiyle geçen hafta Müslümanların kurmuş olduğu kreşlerin kapatılması gerektiğini iddia etti. Buna gerekçe olarak vergi mükelleflerinin ödedikleri vergilerle Müslümanların kreşlerinin finanse edilmesinin doğru olmadığını ileri süren Kurz'un bu iddiasından Avusturya nüfusunun %6'sını oluşturan ve vergi veren Avusturyalı Müslümanları vatandaş olarak kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Yukarıdaki resme bakıldığında Avrupa'yı bekleyen esas tehlikenin Le Pen gibi liderlerin iktidara gelmesinden ziyade Macron, Merkel ve May gibi liderlerin gün geçtikçe Le Penleşmesi olduğu izahtan varestedir.
[Fikriyat, 24 Haziran 2017].