İsrail kuruluşundan bu yana gerçekleştirdiği eylemleriyle uluslararası hukukun temel ilkelerini ve Birleşmiş Milletler’in (BM) aldığı kararları sistematik şekilde ihlal eden bir ülke olarak bilinir hale gelmiştir. Bu algı nedeniyle İsrail’e karşı halihazırda devam eden üç ayrı hukuki süreçten çıkacak kararlara uyup uymayacağı da belirsiz görünüyor. Ancak İsrail’in eylemlerinin niteliğini göstermesi açısından önemli sonuçları olan üç ayrı uluslararası yargı süreci halen devam etmektedir. İsrail’e karşı ilk uluslararası yargısal süreç BM Genel Kurulunun 8 Aralık 2003’te Uluslararası Adalet Divanından (UAD) İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında inşa ettiği duvarın hukuki sonuçlarına dair danışma görüşü talep etmesi ile gerçekleşmiştir. Hukuki görüşleri BM organları için bağlayıcı olan Divan 9 Temmuz 2004’te açıkladığı görüşünde kendi kaderini tayin (self-determination) hakkı da dahil olmak üzere Filistinlilerin birçok temel hakkının duvar inşası ile ihlal edildiğine hükmetmiştir. İsrail’e karşı çok daha yakın zamanda başlayan bir başka hukuki süreç Filistin topraklarında savaş suçu, insanlığa karşı suçlar, saldırı suçu ve/veya soykırım suçu işlemiş olabilecek İsrail vatandaşlarının Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından soruşturuluyor olmasıdır. Filistin devleti 1 Ocak 2015’te UCM’nin “işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere” yargı yetkisini kabul eden bir beyanda bulunmuş ve daha sonra Nisan 2015’te UCM Statüsü’ne taraf olarak bu tarihten sonraki eylemlerin de soruşturulmasını istemiştir. Savcının talebi üzerine I Nolu Ön Yargılama Dairesi 5 Şubat 2021’de verdiği kararla yargı yetkisinin Doğu Kudüs dahil olmak üzere Gazze ve Batı Şeria dahil işgal altındaki toprakları da kapsadığına karar vermiştir. Savcılığın başlattığı soruşturma en son Gazze’de yaşananları da kapsar bir şekilde devam etmektedir. Halihazırda İsrail’e karşı devam eden bir başka hukuki süreç ise BM Genel Kurulunun 20 Ocak 2023’te UAD’den uluslararası hukukun kural ve ilkelerini, uluslararası insancıl hukuku, uluslararası insan hakları hukukunu ve BM kararlarını da dikkate alarak İsrail’in 1967’den bu yana işgal altında tuttuğu Filistin topraklarının uzun süreli işgalinden, yerleşiminden ve ilhakından doğan hukuki sonuçların neler olduğuna dair bir danışma görüşü talep etmesi ile başlamıştır. Türkiye’nin de görüşlerini sunduğu bu hukuki süreçte UAD incelemelerini sürdürmektedir. İsrail’e yönelik başlatılan ve bugüne kadar olanlara nispeten İsrail devletinin doğrudan yargılanması anlamına gelen süreç ise Güney Afrika Cumhuriyeti’nin 29 Aralık 2023’te İsrail’in Gazze’deki eylemleriyle 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (Soykırım Sözleşmesi) kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği iddiasıyla UAD’ye yaptığı başvuru olmuştur.
Türkiye’nin Müdahillik Kararı
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 1 Mayıs’taki açıklamasında Türkiye’nin Güney Afrika tarafından İsrail’e karşı açılan soykırım davasına müdahil olmaya karar verdiğini ve yakında müdahil olma yönünde UAD’ye başvuru yapacağını duyurmuştur. Dışişleri Bakanı Fidan “Türkiye olarak Güney Afrika’nın İsrail’e karşı UAD’de açtığı davaya müdahil olmaya karar verdik” açıklamasını yapmıştır. Türkiye’nin davaya müdahilliğinin Güney Afrika’yı destekler bir şekilde olacağı da Fidan’ın beyanlarından anlaşılmaktadır. Daha önce 23 Ocak 2024’te Nikaragua ve 5 Nisan 2024’te Kolombiya da Güney Afrika lehine müdahil olma başvurusu yapmıştır. Divan bu başvurulara dair henüz bir karar vermemiştir. Türkiye kısa süre içerisinde başvuru yaparsa resmi başvuru yapan üçüncü devlet olacaktır. Türkiye’nin bu kararı vermesi sürecinde uzun zamandır birçok ülkeyle bu bağlamda temas kurduğu, bir yandan müdahillik durumunda nasıl bir destek verilebileceği araştırılırken diğer yandan da diğer bazı ülkelerin davaya müdahil olma durumları araştırılmış gözükmektedir. Bu bağlamda bazı ülkelerin de bu yönde hareket edebileceğine dair emarelerin olduğu ifade edilmektedir. Nitekim İrlanda, Belçika, Ürdün ve Libya gibi ülkelerin de İsrail’e karşı açılan davaya müdahillik imkanlarını değerlendirdikleri basına yansımaktadır. Türkiye bu adımı attığında İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyeleri arasında davaya müdahil olan ilk ülke olacaktır. Müdahillik, UAD önünde bir davada, davanın sonucunda verilecek karardan çıkarları etkilenecek ya da bir antlaşmanın yorumundan etkilenecek üçüncü devlet ya da devletlerin, davacı devlet ya da davalı devlet lehine davaya resmen müdahil olmasıdır. Dolayısıyla müdahil olan devlet yeni bir dava açmış olmamakta, açılmış ve devam eden bir davaya müdahil olarak ya davacı devleti ya da davalı devleti yargılama sürecinde Mahkeme önünde destekleme imkanı bulmakta ve böylelikle kararın kendisinin de lehine olacak şekilde çıkmasını sağlamaya çalışmaktadır. Müdahil olma talebi Divanın başvuruyu kabul etmesine bağlıdır. Başvurunun değerlendirilmesi sürecinde Divan, UAD Statüsü’nün 83. maddesi gereği davaya taraf devletlerin görüşlerini de almaktadır.
Müdahillik Başvurusunun İki Dayanağı
Esasen devletler bir davaya UAD Statüsü’ne göre iki madde üzerinden müdahil olma başvurusu yapabilmektedir. Bunlardan ilki 62. maddede belirtilen hüküm temelinde yapılacak başvurulardır. Bu hükme göre “Bir devlet, davadaki karardan etkilenebilecek hukuki nitelikte bir çıkarı olduğunu düşünürse Divandan müdahil olmasına izin verilmesini talep edebilir” hükmüne dayanmaktadır. Dolayısıyla bir üçüncü devlet, Divanın söz konusu davada vereceği karardan “hukuki nitelikte bir çıkarı”nın etkileneceğini öne sürerek müdahillik talep edebilmektedir. Türkiye’nin Güney Afrika-İsrail soykırım davasına bu madde üzerinden müdahillik talep etmesi durumunda dayanılacak hukuki çıkar, genel olarak herhangi bir durumda soykırım suçunun önlenmesinden bütün devletlerin ve bu bağlamda Türkiye’nin de çıkarının bulunduğu görüşü olacaktır. Dolayısıyla İsrail’in soykırım gerçekleştirdiği varsayımı ile hareket edildiğinde bunun önlenmesi esasen Türkiye dahil bütün devletlerin çıkar ve faydasına olacaktır. Burada Türkiye’nin de hukuki çıkarı soykırımın önlenmesi olacaktır. UAD önündeki bir davaya müdahilliğin ikinci dayanağı ise 63. madde temelinde yapılacak müdahillik başvurusudur. Bu madde uyarınca yapılacak müdahillik talebinde ise uyuşmazlık konusu somut olaydan ziyade sözleşmenin nasıl yorumlanacağına dair bir karar verilecek olmasıdır. Dolayısıyla bir davaya müdahil olmak isteyen bir devlet, taraf olduğu söz konusu uluslararası sözleşmenin mahkemece yorumundan etkilenebileceğinden hareketle davaya müdahil olma talebinde bulunabilmektedir. Nitekim Kolombiya, UAD Statüsü’nün 63. maddesi uyarınca müdahillik talebinde bulunmuştur. Kolombiya başvurusunda “Soykırım Sözleşmesine taraf devletlerin, soykırımın önlenmesi, bastırılması ve cezalandırılmasının sağlanmasına katkıda bulunmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaları gerektiğine samimi bir inançla ve dolayısıyla mahkemeye, sözleşmeye taraf herhangi bir devletin, burada yer alan yükümlülüklere uymamasından dolayı sorumluluğu vardır” ifadelerini dile getirmiştir. Türkiye’nin müdahillik başvurusunu 63. madde temelinde yapması durumunda Güney Afrika’nın davasına dayanak teşkil eden Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin yorumunun bir taraf devlet olarak kendisini de ilgilendirdiği savına dayanacaktır. Mahkeme önünde yapacağı sunumları özellikle bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerin nasıl yorumlanması gerektiğine ilişkin olacaktır. Zira UAD Statüsü’nün 63. maddesinin 2. fıkrası uyarınca Divanın kararında Soykırım Sözleşmesi’ne ilişkin yaptığı yorumun, davanın tarafı olan ülkelerin yanı sıra davaya müdahil olan ülkeler açısından da bağlayıcı olacağı söylenebilir. Nitekim Divan, Ukrayna-Rusya arasında devam eden soykırım davasında, 63. madde kapsamında müdahillik başvurusu yapan 33 devletten ABD hariç 32’sinin başvurusunu kabul etmiştir. ABD’nin Soykırım Sözleşmesi’ne taraf olurken getirdiği bazı çekinceler bu kararda etkili olmuş gözükmektedir. UAD önünde halen devam eden benzer bir dava olan Gambiya-Myanmar davasına da 63. madde kapsamında 7 devlet müdahillik talebinde bulunmuştur.
Türkiye’nin Müdahilliğinin Anlamı
UAD Statüsü’nün 62. maddesi uyarınca müdahale başvurusu kabul edilirse müdahil devlete davaya dair bazı temel bilgi ve belgelerin kopyaları iletilecek ve Divan tarafından belirlenecek bir süre içinde yazılı bir beyan sunma hakkı tanınacaktır. Tarafların isterlerse sözlü yargılamadan önce yazılı görüşlerini sunabilecekleri ek bir süre de belirlenecektir. Müdahil olan devlet, sözlü yargılama sırasında da müdahalenin konusuna ilişkin gözlemlerini sunma hakkına sahip olacaktır. UAD Statüsü’nün 63. maddesi uyarınca bir müdahillik kabul edildiğinde ise benzer şekilde müdahil devlete davaya dair bazı temel bilgi ve belgelerin kopyaları verilecektir. Ayrıca Divan tarafından belirlenecek süre içinde yazılı bir beyan sunma hakkı tanınacaktır. Müdahil olan devlet ayrıca sözlü yargılama sırasında müdahalenin konusuna ilişkin gözlemlerini sunma hakkına da sahip olacaktır. Türkiye, Güney Afrika lehine müdahil olmakla her şeyden önce İsrail’e yönelik soykırım suçlamasında ve bu ülkeye karşı açılan soykırım davasında duruşunu çok net bir şekilde ortaya koymuş olmaktadır. Bu bağlamda İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de gerçekleştirmekte olduğu eylemlerin soykırım şüphesi oluşturacak nitelikte eylemler olduğunu düşündüğünü göstermektedir. İkinci olarak Türkiye, Güney Afrika lehine müdahil olmakla bu süreçte Güney Afrika’ya Divan önünde hukuki destek verme imkanını da elde etmiş olmaktadır. Bu süreçte Türkiye bir yandan dava konusuna dair eldeki görüş, bilgi ve belgelerini sunabilme ve Güney Afrika’nın başvurusuna somut destek verebilme imkanı oluşturmaktadır. Bu desteğin davacı konumundaki Güney Afrika’ya ve bizzat davaya önemli bir destek olacağı söylenebilir. Zira Türkiye müdahil olmuş ya da olacak herhangi bir devlet değil belirli imkanlara sahip ve Filistin halkı ile yakın bir dayanışmaya sahip bir ülke konumundadır. Bu unsurlar ise dava sürecinde Güney Afrika lehine destekleyici yansımalara sahip olacaktır.