Konu İsrail olunca Türkiye’de herkesin bir fikri veya pozisyonu vardır. Bu kısmen iyi, kısmen kötü bir şey. İyi çünkü bu durum Filistin davasında bir farkındalık oluşturuyor. Geleneksel Filistin destekçisi kodlarımızı korumamızı sağlıyor. Kötü çünkü İsrail ve Filistin tartışmaları bir türlü romantizmden kurtarılarak yapılamıyor. Rasyonellik romantizm namına rehin alınıyor. Toplam fayda hesabıyla hareket etmek eleştiriliyor. Bu biraz da İsrail’in normal bir ülke olmamasından ve İsrail’in devletleşme sürecinin İslam dünyasında bir travmaya sebep olmasından kaynaklanıyor. İsrail var mı, yok mu? Varsa neden yok gibi davranıyoruz? Yoksa neden var gibi hareket ediyoruz? Kafamız biraz karışık.
Doğal olarak bu kafa karışıklığı Türkiye ve İsrail arasındaki son anlaşmanın yorumlanmasına da sirayet etti. İki ülke varılan anlaşmayla yaklaşık altı sene aradan sonra diplomatik normalleşmeye başlayacak. Diplomatik sıfatını üstüne basa basa vurgulamak istiyorum. Zira "normalleşme" kavramı ile alakalı oldukça kolaycı bir tartışma yürüyor. Üstüne üstlük kavramın küçük cep sözlüğündeki karşılığı üzerinden uluslararası ilişkiler okuması yapmak bizi farklı mecralara sürüklüyor. Evet, İsrail normal bir devlet değil.
İşgal temeli üzerine kurulmuş ve bir türlü "bölgeli" olamamış bir devlet. Fakat zaten normalleşme paketinde İsrail’in ontolojisine dair bir mutabakat yok. Bahsettiğimiz normalleşme ne İsrail’in işgalini ne de Gazze ablukasını tanımayı, içselleştirmeyi içeriyor. Normalleşme formel ilişkilerin yeniden tesis edilmesinden ibaret. İsrail büyükelçisi Ankara’ya gelecek, bizim büyükelçimiz Tel Aviv’e gidecek. Evet, Tel Aviv’e gidecek, Kudüs’e değil. Çünkü İsrail’in Kudüs’ü ezeli ve ebedi başkentleri olarak tanıması kararı, bizim gözümüzde hala yok hükmünde. Resmi ziyaretler ve istihbarat paylaşımı yapılabilecek vs. Yani zaten 1949’da devlet olarak tanıdığımız İsrail’le "diplomatik" ilişkilerimizi "normal" seviyeye çıkarıyoruz.
Türkiye ve İsrail diplomatik anormalliğin iki ülkeye de faydasından çok zararı olduğu fikrinde birleşti. Türkiye’nin önemli bir kriteri de mevcut diplomatik anormalliğin, genelde Filistin’e özelde Gazze’ye ne kadar fayda sağladığı sorusuydu. Normalleşmenin toplamda Filistin’in faydasına olacağına Filistinli gruplarla da istişare ederek kani olunca anlaşma yapıldı. Özellikle abluka meselesi etrafında yapılan tartışmaları da hem Türkiye’nin hedefi hem de yukarıda anlatılan kafa karışıklığı çerçevesinde değerlendirmek lazım. Tamam, Filistin’in temel sorunu Gazze’deki insani dram değil, ama öncelikli müdahale bekleyen sorunu bu. Bu dramı hafifletmek için atılan her adım, Mavi Marmara fikri gibi, haddizatında değerlidir, baş tacıdır. Türkiye’nin bu anlaşmayla Gazze’ye nefes kanalı açmasını, ablukayı fiili olarak yarmasını romantik uluslararası ilişkiler okumasıyla küçük görmek abesle iştigaldir. Ayrıca, Türkiye Gazze tasarrufuyla ne İsrail işgalini ne de ablukayı tanımıştır; Medaya’ya yardım tırları sokan yardım kuruluşlarının Esed’in ablukasını ve meşruiyetini tanımadığı gibi.
Kaldı ki mesele İsrail-Türkiye anlaşmasından da ibaret değil. Rusya, Mısır, BAE vs… Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve dış politika yapıcılarının kafasında bir dizayn var belli ki. Kaosun hakim olduğu bölgemizde Türkiye’nin milli çıkarlarını maksimize etme çabası var. Ortada kilit çözücü bir inisiyatif var.
Sadece Türkiye’nin selameti için değil aynı zamanda Filistin’in de selameti için gereksiz tartışmaları bir kenara bırakıp İsrail’le diplomatik normalleşmeye rasyonel bir zeminde yaklaşmalıyız. Anlıyorum, konu İsrail olunca bu biraz zor. Fakat, bırakalım en azından devlet bu rasyonelliğe sahip olsun. Nihayetinde devletin başında Filistin meselesindeki samimiyetini defalarca kanıtlamış birisi var. Samimiyetle bezenmiş bu rasyonellik hem Türkiye’nin hem de Filistin’in yararına olacak.
[Akşam, 1 Temmuz 2016].