“Terör örgütü FETÖ ve PKK adına faaliyette bulunmak’ suçundan hakkında gözaltı kararı bulunan Cumhuriyet gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar Türkiye karşıtı faaliyetlerine yurt dışında devam ediyor. Almanya ve Fransa arasında mekik dokuyan Dündar’a gösterilen “üst düzey Avrupai ilgi” meselenin Avrupalılarca hangi düzlemde algılandığı hakkında oldukça bilgi vericidir. Batılı ülkelerin medya organlarında çıkan haberlerde “Türkiye’de gazetecilik yaptığı için kovuşturulduğu veya basın özgürlüğü mağduru” şeklinde sunumu yapılarak saraylarda ağırlanan Dündar’ın Türkiye’deki pozisyonu ise mevcut suçlamalara ilaveten daha derindir ve tarihsel bir “aydın problemine” tekabül eder.
Bu derin problemin ne olduğuna ve kökenlerine değinmeden önce Can Dündar’la ilgili yargı sürecine dair kısa bir detay vermekte fayda var. Dündar 26 Kasım 2015’te İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “Teröre yardım, casusluk ve devletin gizli bilgilerini ele geçirip yayınlama” suçundan tutuklanmıştı. Dündar’ın tutuklanmasına gerekçe oluşturan olay ise FETÖ tarafından kendisine sızdırılan MİT tırlarıyla ilgili “devlet sırrı” niteliği taşıyan içeriği, MİT tırlarına kumpasın kurulduğu 19 Ocak 2014’ten yaklaşık bir buçuk yıl sonra yedi Haziran genel seçimleri öncesinde 29 Mayıs 2015’te yayınlamasıdır.
Zaman ayarlı bir şekilde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan içeriğin hedefi ise 17-25 Aralık 2013’te FETÖ eliyle başlatılan darbe girişiminin yeni bir aşamaya taşınmasıydı. Cumhuriyet gazetesi bu doğrultuda bir paravan rolü üstlenmişti. Genel hatlarıyla bakıldığında ise Cumhuriyet gazetesi Can Dündar döneminde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve AK Parti’ye operasyon çekmek isteyenlerin kullandığı bir mecraya dönüşmüştü. Başta FETÖ, DHKP-C gibi terör örgütleri olmak üzere küresel güç odakları için de Cumhuriyet kullanışlı bir aparattı. Şimdilerde devam eden Cumhuriyet davalarında yapılan savunmaların büyük ölçüde geçmişe atıf yaparak Atatürkçülüğe sığınması ve Dündar döneminde yapılan FETÖ ve DHKP-C propagandalarını es geçmesi bu açıdan bakıldığında ibret vericidir. Aynı şekilde Ahmet Şık’ın Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı makam odasında şehit eden DHKP-C üyesi teröristlerle telefonla yaptığı söyleşiyi ve ertesi gün Cumhuriyet’te yayınladığı haberi savunması ve teröristlerin tutumunu sosyal bir mesele gibi göstermeye çalışması meselenin gazetecilik boyutunun ötesinde ideolojik bir saplantıya dönüştüğünü göstermektedir.
Nihayetinde Dündar üç ay hapis yattıktan sonra Anayasa Mahkemesi kararı ile 26 Şubat 2016 tarihinde serbest bırakılmış ve 15 Temmuz darbe girişiminden önce yurt dışına kaçmıştı. Dündar halen Türkiye karşıtı propagandanın içerik üreticilerinden biri olarak kendisine biçilen rolü oynamaya devam ediyor.
HEDEF YERLİ KİMLİK
Tam bu noktada bir fotoğraftan bahsetmek meselenin Can Dündar’dan daha derin bir soruna denk geldiği konusunda açıklayıcı olacaktır. Türkiye’nin kendi kültürel değerleri, tarihi mirası ve medeniyet birikiminden hareket ederek modern dönemde ayakları üstünde durabilen bir ülke olmasından ziyade dışarıya bağımlı ve dışarıdan güdümlü bir şekilde yönetilmesi arzusunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor bu fotoğraf. Tam bağımsız bir Türkiye yerine AB’nin kapısında beklemeye mahkûm olması ve ABD tarafından tümüyle kontrol edilmesi istenen bir ülkeye işaret ediyor.
Fotoğraf yeni değil. İnternette ulaşabildiğim bilgilere göre üç yıl önce çekilmiş. Yani Dündar’ın Cumhuriyet’te işe başladığı bir süreçte. Veya Taksim Gezi Parkı şiddet eylemleriyle Türkiye’nin yönetilemez hale getirilerek bir kaos ortamına sürüklenmeye çalışıldığı dönemde. Fotoğraf Kasım 2016’da gündem olmuş. Fotoğrafta Can Dündar ABD bayraklı bir battaniyeye sarılmış halde uyuyor. Görüntüye göre ABD bayrağı altında huzur içinde yatıyor. Karede yer alan diğer detayda ise masa üstünde biri kırmızı ciltli iki kitap var. Fotoğrafın netliğindeki sorundan dolayı kitap isimleri tam seçilemiyor. Fakat ciltli olan kitabın “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” olduğu başlıktaki kelimden tahmin edilebilir. Sandıktan umudu keserek milli irade dışında arayışlara girenlerin giderek görünür olduğu 2013 yılının atmosferine uygun bir fotoğraf aslında. Bir tarafta bütün ideolojik argümanlarını ve var oluş felsefesini ABD karşıtlığı üstüne kurmuş olan sosyalizm merkezli sokak şiddeti Gezi Parkı ile birlikte yer alıyor diğer tarafta ise para babalarının fonladığı kapitalizmin merkezi duruşu görülüyor. Tüm bu göstergelerin arasındaysa rol biçilen bir figür veya onun temsil ettiği figürler var.
İlk bakışta soğuk savaş döneminin çatışan iki ideolojisi, yani odadaki ABD bayrağının temsil ettiği kapitalizm ile masa üstündeki Toplumsal Mücadeleler isimli kitabın temsil ettiği sosyalizmin aynı karede yer alması bir paradoks olarak görülebilir. Fakat Türkiye’nin batılılaşma serüveni ve bu yolculukta yer alan aydınların büyük kesiminin kendi toplumlarına ve değerlerine bakışının mihenk taşı olan “kültürel yabancılaşma” dikkate alındığında bu çelişki ortadan kalkar. Çünkü hedef “bu ülkeden” ve bu ülkenin temsil ettiği anlam haritasından kopmaktır. Cemil Meriç’in ifadesiyle söylersek bu ülke yaşanılamayacak kadar kötü bir yerdir.
DARBE SÜREÇLERİ VE AYDINLAR
Büyük ölçüde Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinden sonra şekillenmeye başlayan ve Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte tümüyle kendi yörüngesine oturan yeni aydın tipolojisinin tipik özelliği Batı kökenli ideolojileri ve kavramları kendi ülkesinin insanına karşı kullanmak olmuştur. Avrupa uygarlığının taklitçileri olarak gösterilen davranış biçiminin özünde toplumun modernleştirilmesi için yapılması gerekenler vardır. Burada modernleştirme tümüyle dayatmacı ve başka bir şeye dönüştürücü bir düzleme sahiptir. Bunların arasında yer alan temel yaklaşım ise kültürel olarak geri kaldığı iddia edilen bir toplumu daha iyiye (asri-çağdaş olana) taşımak ve kötü olan toplumsal şartlardan iyi olan toplumsal şartlara toplumu ulaştırma söylemidir. Tuhaf bir şekilde bunların olabilmesi için de toplumun kendi dini ve milli değerlerinden uzaklaşması ilk aşama olarak ajandanın başına yazılmıştır. Aydınlar Batı’nın birer uzantısı olarak bunu yapmakla kendilerini görevli saymaktadır.
Bununla birlikte Batılılaşmış aydınların Türkiye’deki operasyonlarını genel olarak iki düzlemde gerçekleştirdiğini söylemek gerekir. Birincisi toplum modernleştirme ve ilerleme yaklaşımıyla kültür-sanat ve eğitim alanında kimliğinden kopartılmaya çalışılmaktadır. İkincisi ise tüm bu küresel merkezli modernleştirici-ilerlemeci dayatmalara rağmen seçim süreçlerinde iradesini yerli ve milli olandan yana beyan eden toplumun duruşu darbelerle kesintiye uğratılmıştır. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a ve 27 Nisan’dan 15 Temmuz’a uzanan askeri darbeler sürecinde Türkiye’de milli irade seçim sandığındaki kararına rağmen ipotek altına alınmış ve bu süreçlerde aydınlar darbeci askerlerin en büyük destekçisi olmuştur. Aydınların en belirgin işlevi darbelerin meşrulaştırılması ve kamuoyu için anormal olanın normalleştirilmesi olarak kayıtlara geçmiştir. Doğan Avcıoğlu’nun zinde kuvvetler olarak tanımladığı aydın, asker, öğrenci üçlemesinde Aydınların görevi (devrim) darbe şartlarının hazırlanmasıdır.
Toplumsal mühendisliğin vesayetçi bir yaklaşımla devreye sokulduğu bu düzlemde bazen liberalizm bazen de sosyalizm kalkış noktasını oluşturur. Bu yüzden Can Dündar’ın fotoğrafta altına sığındığı iki ideoloji Türkiye açısından kültürel düzlemde büyük ölçüde aynı imgeye denk gelir. Bu imge ise Abdullah Cevdet’in henüz 20. yüzyılın başında söylediği “Tek bir uygarlık vardır o da Batı uygarlığıdır” ifadesiyle somutlaşarak günümüze kadar gelen zihinsel sömürgeleşme ve bunun zorunlu bir şartı olarak kendi toplumunu sömürgeleştirme çabasıdır. Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimine karşı verdiği destansı mücadele ve elde ettiği zafer aslında bu imgenin Fetullah Gülen eliyle kurgulanmış versiyonuna karşı kazanılmış bir zaferdir. 15 Temmuz zaferi tek tip dayatmacı Batı uygarlığı varsayımını da yıkıp geçmiş ve Türkiye ben bütün benliğimle varım ve yaşıyorum demiştir. Türkiye’de Askeri darbenin kimden geldiği kadar önemli olan bir konu da kime karşı yapıldığı meselesidir. Bu yüzden darbeyi yapan veya besleyen figürlerin ve ideolojilerin değişmesinden ziyade Türkiye’deki askeri darbeler konusunda Batılı siyasetçilerin ve medyanın yaklaşımının izini sürmek gerekir.
Dolayısıyla Can Dündar’ın Avrupa’da bir saraydan başka bir saraya koşarak; bir gazeteden başka bir gazeteye geçerek yaptığı dezenformasyon da bu zihinsel sömürgeleşmenin post modern versiyonudur. Bu yüzden Dündar’ın fotoğrafını ve Avrupa’da devam ettirdiği Türkiye karşıtı propaganda faaliyetlerini Türkiye’deki Batılılaşmış elitlerin kısa bir özeti olarak okumak gerekir.
[Star Açık Görüş, 30 Temmuz 2017].