Birçok iktisatçı ve siyasetçi 2008'de patlak veren küresel finans krizinin etkilerinin sona erdiğini düşünüyor.Batılı gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin zor da olsa kafasını yukarıya kaldırdığı ve işsizliğin düşme eğiliminde olduğu doğru. Ama öte yandan krize yol açan nedenlerin birçoğuna kalıcı çözümler bulunamadı. Finans piyasaları hala çok kırılgan, küresel borç seviyesi ise her geçen yıl daha da artıyor. Krizden en çok yara alan kesimlerin zararları hala telafi edilebilmiş değil. Sonuç olarak gelir dağılımı bozuldu; birçok insan iş bulamadığı için umutsuzca iş piyasasını terk etti; iş bulabilen şanslı kesimden bir grup ise satın alma güçlerini kriz öncesi seviyelere çıkarabilmek için iki veya üç işte çalışmak durumunda kaldı.
Kriz sırasında ortaya konulan yanlış politikalar, Avrupa ekonomisinde işleri daha da zor bir hale soktu. Kriz zamanında talebi canlandırmaya yönelik Keynesyen maliye politikaları uygulamak gerekirken, birçok Avrupa ülkesi kemer sıkma politikaları uyguladı. Kemer sıkma politikası kapsamında dolaylı vergi oranları arttı, memur ve emekli maaşları baskılandı ve kalkınma dostu kamu harcamaları azaltıldı. Sonuç olarak kriz daha da derinleştirdi.
Bir aşamadan sonra, Avrupa Merkez Bankası’nın genişletici para politikasıyla durum toparlanmaya çalışıldı. Ekonomiyi canlandırmak adına basılan trilyonlarca avroluk kaynağın önemli bir kısmı, bankaları ve büyük şirketleri kurtarmak, üst düzey yöneticilerin "bonuslarını" ödemek ve şirketlerin borsadan kendi hisselerini ucuza geri alarak değerlerini suni olarak arttırmaları için kullanıldı. Bu bol paradan Avrupa'daki KOBİ'ler ve sıradan vatandaşların payına pek de bir şey düşmedi. Sonuç olarak, genişletici para politikası finansal varlıkları elinde tutan elitlerin gelirinin katlanmasının önünü açtı.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Fransa’da Macron’un gelir dağılımını daha da bozma riskine sahip politikaları hayata geçirmeye çalışması tansiyonu iyice yükselterek Sarı Yelekliler hareketinin ortaya çıkmasına neden oldu. Kriz sonrasında Thomas Piketty, Emmanuel Suez ve Gabriel Zucman gibi dünyaca ünlü Fransız iktisatçılar, gelir dağılımındaki çarpıklığı düzeltmek için servet vergisini daha etkin kullanma ve vergi cennetlerinin üzerinde baskı oluşturma gibi politikaları önermelerine karşın, siyasetçiler bu mesajlara kulaklarını tıkamışlardı. Macron bu politika önerilerinin tam tersine, Fransız elitlerinin vergi cennetlerindeki paralarını Fransa’ya çekebilmek için servet vergisini asgari düzeylere çekti. Bununla da yetinmeyen Macron, gelir dağılımını bozucu etkiye sahip akaryakıt vergisini arttırma kararını aldı. Macron'un küreselciler ve elitleri memnun edecek bu hamleleri, zaten krizden bu yana büyük sıkıntı içinde olan dar gelirlilerin ve orta direğin öfkesini daha da arttırdı.
Yaşanan bu gelişmeleri sadece Fransa değil bütün Avrupa düzeyinde de analiz etmek gerekiyor. Kriz sonrasında Avrupa genelinde ana akım partilerden istediklerini bulamayan kesimler aşırı sağa veya aşırı sola yönelmeye başlamışlardı. Yunanistan’da Syriza’nın iktidar olması, İngilizlerin Brexit kararını alması, İtalya’da Lig Partisi’nin hükümet ortağı olması ve Almanya için Alternatif Partisi’nin önlenemeyen yükselişini bu minvalde yorumlamak gerekir. Dolayısıyla Sarı Yelekliler hareketinin kısa sürede Avrupa’nın diğer ülkelerine de yayılması sürpriz olmayacaktır.
İnsanların hükümet politikalarına tepkilerini makul ölçülerde rahatlıkla göstermesi demokrasinin önemli bir erdemi olmakla birlikte, belli grupların kışkırtmalarıyla protestolar şiddet olaylarına vardığında, amacını aşan bir hale dönüşüyor. Bu protesto eylemlerini sadece ekonomik nedenlere bağlayarak organik bir şekilde yayıldığını düşünmenin safça bir yaklaşım olduğunu da belirtelim. Bu olayların Avrupa Ordusu'nun oluşturulması ve avro bazlı ödemeler sistemlerinin geliştirilmesine yönelik tartışmaların alevlendiği ve Suriye politikası ve İran yaptırımları gibi konularda Avrupalı büyük ülkelerin ABD'den farklı düşündüklerini üzerine basarak dillendirdikleri bir dönemde gerçekleşmesi de düşündürücüdür.
Protestoların şiddet eylemlerine dönüşmesinin ardından geri atma ihtiyacı duyan Macron, Pazartesi akşamı yaptığı açıklamada ekonomik ve sosyal bir olağanüstü hal ilan edeceğini duyurdu. Macron bu kapsamda 2019 itibariyle asgari ücret seviyesinin 100 avro arttırılacağını, düşük gelirli emeklilere yönelik planlanan vergi artışının geri çekileceğini ve özel sektör çalışanlarına yıl sonunda ikramiye ödemesine yönelik olarak şirketlere vergi verileceğini açıkladı. Öte yandan, yatırımları Fransa’ya yeniden çekebilmek için zengin kesime yönelik servet vergisi düzenlemesinden vazgeçemeyeceklerini duyurdu.
Macron’un bu hamlesine Fransızların nasıl tepki göstereceklerini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak Macron şimdiden siyasi anlamda çok ciddi bir yara alarak popülaritesini bir hayli kaybetti. Bir anlamda yeniden seçilme şansını da önemli ölçüde riske attı.
Kamu bütçesinin durumundan dolayı kriz sonrası AB’nin gazabına uğrayan İtalya ve Yunanistan gibi ülkeler, Fransa’daki protestolar sonrası Macron’un 8-10 milyar avro maliyeti olacağı tahmin edilen maliye politikalarını devreye sokmasının ardından, "bizim suçumuz neydi" diye düşünerek tepkilerini dile getirebilir. Bu durumda AB ülkeleri arasındaki maliye politikasına yönelik tartışmalar yeniden alevlenebilir. Brexit meselesinden dolayı zaten başı ağrıyan AB’nin canı, ilerleyen haftalarda daha da sıkılacakmış gibi duruyor.
Zaman neyi gösterir bilinmez ama sadece Fransa’da değil, Avrupa’nın genelinde artan tepkilerin, günü kurtarmaya yönelik politikalarla çözülebilmesi pek mümkün değil. Birçok Avrupa ülkesinde ekonomik alanda ciddi yapısal problemler var. Nüfusun yaşlanmasının yanı sıra mültecilere yönelik artan öfke, ekonominin dinamizmini kaybetmesine neden oluyor. Kamu borçları o kadar yüksek seviyelerde ki kamunun eğitim, sağlık ve altyapı gibi kritik alanlara yaptırımlar yapmaya nefesi yetmiyor. Vergi sistemi giderek artan bir oranda dolaylı vergilere bağımlı bir hale geldiği için oldukça adaletsiz bir kimliğe büründü. Ekonomik büyümenin ana tetikleyicisi olan sektörlerde Ar-Ge ve inovasyon anlamında AB’nin ABD ve Doğu Asya ülkelerinin gerisinde kalmasının neden olduğu üretkenlik tıkanması da çabası.
1970'ler sonrasında yükselen üçüncü sanayi devrimi ve küreselleşme dalgasının altında kalan milyonlarca insanın zararını telafi edici mekanizmalar ortaya konulamadığı için, Batılı ülkelerde uzun zamandır sosyal tansiyon yükseliyordu. Bu yetmezmiş gibi yapay zeka, 3D yazıcılar, akıllı robotlar, nesnelerin interneti ve büyük veri gibi teknolojilerin ön plana çıktığı yeni bir sanayi devriminin içine girmiş bulunuyoruz. Bu yeni teknolojik dönüşüm, geçmişte yaşananların aksine, sadece mavi yakalı işçileri değil, rutin işler yapan beyaz yakalı işçileri de tehdit ediyor. Her ne kadar yaşlanan Avrupa için robotların devreye girmesi bir avantajmış gibi görünse de daralan talep, yükselen gelir dağılımı eşitsizliği ve yeni iş kollarına uyumlu kaliteli eğitimin gittikçe pahalı hale gelmesi gibi sorunlara nasıl çözüm bulunacağı büyük soru işaretleri olarak duruyor. AB'ye yeni girmiş Doğu Avrupa ülkelerinden gelişmiş Batı Avrupa ülkelerine göç eden kesimlerin, bu ülkelerde azalacak emek ihtiyacı sonrasında işsiz kalmaları halinde verecekleri olası tepkiler de bir başka kritik husus. Bütün bunlar Avrupa'da önümüzdeki yıllarda sosyal tansiyonun azalmasının pek de muhtemel olmadığının sinyallerini veriyor.
[AA, 12 Aralık 2018]