Dünya ekonomileri, malum büyümek istiyor ve bu bağlamda her ülke için politika ve strateji formüle etmek kritik bir görev. Ancak bundan daha da önemlisi, bu formülleri hayata geçirebilmek… Bir diğer ifadeyle, başarıyla “uygulamak". Niyetlerin gerçek çıktılara dönüşebilmesi için en kritik husus bu. Nitekim aradaki köprü kurulamadığı takdirde, ortaya ciddi bir problem çıkıyor: Uygulama açığı.
İşte böylesine bir temel gereksinim olan “uygulama" mevzuu, Türkiye'nin G20 dönem başkanlığı ajandasında da öne çıkan konulardan biri. Nitekim bildiğiniz gibi Türkiye, kısaca 3I diyebileceğimiz Inclusiveness, Implementation & Investment (kapsayıcılık, uygulama & yatırım) başlığının altını özellikle çiziyor. Daha önce 3I'dan biri olan Inclusiveness (kapsayıcılık) konusunu ele almıştım. Bugün de kısaca, Implementation (uygulama) maddesine değinelim.
UYGULAMA AÇIĞI VAR
G20 ülkeleri geçmiş dönemde, yüzlerce yapısal reformu uygulamaya geçirme sözü vererek, dünya ekonomisinin büyümesi konusunda üzerlerine düşeni yapacaklarını taahhüt etti. Sözler tamamen tutulduğu takdirde, küresel ekonomide 2018 yılına kadar 2 trilyon dolar üzeri bir büyüme bekleniyor. Tutulmaması halinde ise, büyümek bir yana, elde avuçta kalan güven de zedelenmeye mahkûm. O halde hem hız hem de güven kazanabilmek için, ülkelerin mevcut uygulama açıklarını minimuma indirmesi gerektiği ortada.
Uygulama açığı, dünyanın her bir yanında rastlanan bir sorun olmakla birlikte, elbette her ülke için dinamikler farklı. Bir diğer ifadeyle, keskin çizgiler yok. Bununla beraber, uygulamada başarıya ulaşılması için benimsenmesi gereken genel geçer kriterler olduğunu söyleyebiliriz. Peki, nedir bunlar?
NE YAPMALI?
Öncelikle, uygulanacak politikaların kamuoyuyla mümkün olduğu ölçüde paylaşılarak, hem halk hem de diğer tüm paydaşlarla güçlü bir iletişim sağlanması önemli. Toplumun uygulamaları sahiplenmesini beraberinde getiren bu yaklaşım güveni artırırken, diğer yandan da ilgili kurumların, kendilerini projeye maksimum düzeyde adaması şart... Bu ise, gerek sorumluluk üstlenmeyi, gerekse kapasiteyi şekillendirip yönetmeyi gerektiriyor.
İşte bu noktada, hesap verilebilirlik ve etkin kaynak kullanımı devreye giriyor ki; bunların, uygulamanın başarıya ulaşması için çok kritik iki nokta olduğunu söyleyebiliriz. Finansal ve beşeri kaynaklardan en etkin şekilde istifade etmeye çalışırken, bir yandan da performans ölçütlerine tabi olmak, başarı ihtimalini güçlendiriyor. Bununla bağlantılı olarak, denetim ve yaptırım mekanizmalarının işlerliğinin de, bir o kadar mühim olduğunu belirtmek gerek. Aksi takdirde, sağlıklı bir sistemden bahsedemeyiz.
ZİNCİRDEKİ KRİTİK HALKA: KOORDİNASYON
Tüm bu unsurların arasında gözden kaçırılmaması gereken “müthiş" bir ayrıntı ise, kurumsal koordinasyon... Malum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yoğun bürokrasinin içinde pek çok emek boğulup kaybolabiliyor. Dolayısıyla, gerek bürokrasinin zararlarını minimuma çekmek gerekse hedeflenen sonuçlara sağlıklı bir şekilde ulaşabilmek için, ilgili kurumların hem iç hem de birbirleriyle olan koordinasyonlarını güçlü tesis etmesi oldukça hayati.
Aslında saydıklarımın hepsi, birbirini besleyen ihtiyaçlar. Bununla birlikte şahsen, koordinasyon mekanizmasının, tüm zincirde hem “en önemli" hem de “en zayıf" halka olduğunu düşünüyorum.
Zira zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür.
Bu dünya gerçeğinin, zaten bugün ülkemizde de Başkanlık Sistemi ile ilgili tartışmaların esaslı bir ayağını oluşturduğunu görüyoruz.
ESKİŞEHİR'DE BİR GÜN
Uygulama açığı ve diğer bahsi geçen konular bu yıl G20 toplantılarında yoğun bir şekilde ele alınırken, bizler de bir akademisyen girişimi olan Academy-20 (A20) kapsamındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Daha önce bahsettiğim ve Nisan ayında Gebze'de start verdiğimiz konferanslar serimizin 2.'sini de, geçtiğimiz hafta Eskişehir'de gerçekleştirdik. A20 olarak oldukça kapsamlı geçen bir buluşmayı daha geride bırakırken, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'ne, destekleri ve misafirperverlikleri için buradan teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu arada, konferans vesilesiyle ekip olarak şehrimizi gezme fırsatı bulmanın ise, bizler için ayrı bir kazanım olduğunu belirtmem gerek. İnsan, İstanbul'un karmaşasından sonra böylesine güzel ve huzurlu bir ortama bir günde dahi alışıyormuş; onu anladık. Gerçekten hem seçkin, hem de şirin bir şehrimiz, Eskişehir.
TÜRKİYE'NİN İHTİYACI: VİZYONER İSİMLER
Öte yandan bu vesileyle, doğup büyüdüğü bu güzel şehre hizmet etmeye baş koyan ve bu saikle bugünlerde tatlı bir seçim dönemi telaşı yaşayan Prof. Dr. Emine Nur Günay hocamıza da, şu yoğun temposunda vakit ayırıp Eskişehir ile A20'nin buluşmasına ön ayak olduğu için hassaten teşekkür etmek isterim.
Boğaziçi Üniversitesi'nde uzun yıllar yürüttüğü başarılı görevlerle biz okuldaşlarının ve meslektaşlarının gururu olan Emine Nur hocamızın değerini, eminim, hemşehrileri de bu fırsat vesilesiyle çok iyi bilecektir.
Nitekim Eskişehir'in de, tüm Türkiye'nin de, yeni dönemde gerçek anlamda “yeni" bir hikâye yazabilmesi için, fark yaratabilecek vizyoner ve sağlam isimlere, her şeyden çok ihtiyacı var.
Zira hikâyeler, güçlü kahramanlar olmadan yazılamaz.
[Yeni Şafak, 19 Mayıs 2015]