Siyasi istikrarsızlığın hakim olmasını dört gözle bekleyenler, bu kez şiddeti, terörü yaşamın merkezine yerleştirme çabasındalar. 7 Haziran sonrası oluşan tabloyu fırsat bilenlerin sayesinde, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik gündemi tamamen değişti.
Yaşanan gelişmelerin siyasi ve sosyal maliyetleri çok yüksek olduğu gibi, Türkiye'nin ciddi bir başarı kaydettiği ekonomide de ne yazık ki gündeminin değiştiği görülüyor. İlk göze çarpan, ekonomideki gelişmelerin hızı.
Bir taraftan tüm dünyada değerlenen Dolar'ın Türkiye'de de değer kazanması, diğer taraftan FED'in faiz artırma olasılığının her geçen gün ekonomik kararlardaki baskısını artırması. Bu konunun, Türkiye gibi diğer gelişmekte olan ülkeleri de etkiliyor olması bir gerçek. Ancak Türkiye ekonomisinin merkezinde asıl içinde bulunduğu bölgenin dinamikleri var.
Suriye, Irak, İran ve Rusya arasında gelişen olayların Türkiye'ye yansımalarının yalnızca siyasi boyutu yok. Türkiye, bölgede yaşananların maliyetini ekonomik anlamda yüklenecek gibi görünüyor. Dolayısıyla, bu bölgede söz sahibi olmak isteyen aktörlerin Türkiye'yi devre dışı bırakmak için kullanacakları en etkili yöntem de şiddet ve terörle ülkeyi istikrarsızlaştırmak oluyor.
Bu yüzden Ankara'daki katliamın sorumlusu henüz tam olarak belli olmasa da, şu çok açık ki, ulaşmak istenilen adres ülkede güvensiz bir ortamın hakim kılınması. Böylece ekonomide risk priminin yükseltilmesi ve adım adım ekonomideki tüm değişkenlerin olumsuz bir göstergeye dönüşmesi.
Bugün, yalnızca 1 ay kalmış, Türkiye'nin ilk kez dönem başkanı olduğu G20 Zirvesi'nde Antalya'dan verilmesi gereken mesajları konuşmamız gerekirken, ne yazık ki gündemi şiddetle, çatışmayla değiştirmek istiyorlar.
EV ÖDEVLERİNE DEVAM
Çok zor bir dönemden geçtiğimiz ne kadar doğruysa, bu zor dönemde hedeflenen yolda ilerlemenin gerekliliği ve zorunluluğu da o kadar elzem. Zaten küresel ekonomik şartların Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin aleyhine işlemeye başladığı bu süreçte, bir de Türkiye oluşturulmak istenen puslu havada bölgesel denklemin dışında tutulmak isteniyor.
Bu denklemin dışında kalarak, yani suya sabuna dokunmadan bir politika izlemek, yalnızca siyasi açıdan değil aynı zamanda Türkiye'nin coğrafi konumundan dolayı yüzyıl sonra ilk defa ayağına gelen fırsatlarından, dolayısıyla ekonomik geleceğinden vazgeçmek anlamına gelir.
7 Haziran sonrasında ekonomi gündeminin sürekli manipüle edilerek, siyasi ve ekonomik bunalım ve kriz çıkaranlara en iyi cevap, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, Türkiye'nin yoluna devam etmesidir. Ama, bunun için de yapılması gereken ciddi ev ödevleri var.
1 Kasım sonucu ne olursa olsun, Türkiye ekonomisindeki yönetim anlayışı yine rasyonel ve gerçekçi bir şekilde belirlenmelidir. Bu yönetim anlayışı, 7 Haziran tablosunun ülkeye hediye ettiği piyasadaki belirsizliğin azaltılmasında, iş ortamının iyileştirilmesinde, güveninin yeniden tesis edilmesinde başlıca rol oynayacaktır.
Bu bağlamda Yapısal Dönüşüm Programları'nın ciddiyeti ve aciliyeti herkes tarafından anlaşılmalı. Dönüşüm programlarındaki her bir eylem planı, ülke ekonomisinde beklenen dönüşüme bir tuğla koyacak. Bu programların ekonomideki üretim yapısında köklü bir değişim başlatacağı ortada. Önemini ve faydasını görmezden gelerek, programları yalnızca eleştirmek için dönüşüm paketini görmezden gelmenin kimseye bir yararı yok.
Bu nedenle, 1 Kasım sonrasında siyasi denklem ne olursa olsun, ekonominin yeniden reforme edilmesi ve son günlerde OVP'de de tartışmaların ana konusu olan GSYH'nin artırılması, ekonominin birinci gündem maddesi olmalıdır. Ülke gelirinin artması için ortaya konulan politikaların kararlılıkla uygulanması da, bu gündemden ayrı düşünülemez.
Aksi takdirde 13 yıldaki tüm ekonomik kazanımlar, ideolojik hırslara kurban verilebilir.
[Yeni Şafak, 15 Ekim 2015]