Küresel entegrasyonun hızla geliştiği, işbirliği ihtiyacının da büyüdüğü; ortak sorunlara uzlaşı ve çözüm arayışlarının, bölgesel ve hatta küresel rekabetin de arttığı yeni bir dönemeçteyiz. G20 gibi küresel ekonomiye yön veren platformlar veya forumların, bu noktada, küresel yönetişim ve sorunların çözümüne ciddi katkılarının olabileceğine şüphe yok.
19 ülke ve 2 bölgesel birlikten (AB ve Afrika Birliği (AfB)) oluşan G20'nin önemi de bu doğrultuda sürekli artmaktadır. Dünya nüfusunun 3'te 2'si, yüzölçümünün yüzde 60'ı, tüm uluslararası yatırımların yüzde 60'ı, küresel ticaretin yüzde 75'i ve gelirin de yüzde 85'ine sahip ülkeleri düzenli aralıklarla bir araya getiren bu forumun önemi de kaçınılmaz olarak artmaktadır.
Hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkeleri kapsayan yeni bir küresel iktisadi oluşum olarak G20'nin aldığı kararların yaptırım gücü bulunmuyor. Ancak, özellikle de vergi politikaları, mali krizler ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlar ve çözüm yolları ile ilgili belirleyici kararlar, yol almaya önemli katkı sağlayacaktır. Örneğin, 2008'deki Küresel Finansal Kriz'in etkilerini minimize etmek için ilan edilen trilyonlarca dolarlık destek paketi önerisi bu açıdan değerli idi.
Artan eşitsizlikler
Daha büyük resimde, sermayenin mekân mefhumunu kaybettiği, deregülasyon trendi ile daha rahat hareket edebildiği modern zamanlarda vergileme ile ilgili sorunlar, emek-sermaye gelir eşitsizlikleri de artarak devam etmektedir. Artan refah ve gelir eşitsizlikleri, küresel büyümeyi de aşağı çekmekte; uzun vadede farklı sosyal sorunlar ortaya çıkarma potansiyeli taşımaktadır.
Gerileyen küresel büyüme, artan eşitsizlikler, jeopolitik gerginliklerin üzerine ABD'deki yeni Trump iktidarı sonrası da küresel ticarete, ekonomiye yönelik belirsizlikler artmaktadır. Küresel yeni bir kriz ihtimali ile enerji ve ticaretin güvenliğine yönelik riskler artmaktadır. Çin-ABD gerginliği, korumacılık eğilimi ve enflasyonist trend riski, daha fazla işbirliğini gerekli kılmaktadır.
Dolayısıyla da küresel ekonomide artan eşitsizlikler, sürdürülebilirlik ve iklim krizi ile Ukrayna ve Filistin'deki yıkıcı savaşlar ve ticari gerilimler bu yılki tartışmaların merkezinde. ABD'nin ise, şirketokrasi dostu Cumhuriyetçi iktidar döneminde, uluslarüstü şirketlere minimum yüzde 15 vergi gibi mevcut uygulamaları dahi hayata geçirmesi çok mümkün görünmüyor.
Küresel Güney'in görece daha fazla etkilendiği yeni krizler ve meydan okumalara karşı alınabilecek önlemler ise daha fazla önem kazanmaktadır. Brezilya ve Hindistan gibi ülkelerin öncülük ettiği Küresel Güney'in gıda güvenliği, açlık, yoksulluk ve beslenme krizleri ile mücadelede önlem arayışları; küresel krizlerin tetiklediği arz zinciri kırılmaları, enerji, gıda ve hatta gübre krizleri, küresel gündemi daha fazla işgal etmektedir.
FAO verilerine göre küresel çapta 733 milyon insan bugün beslenme ile bağlantılı sorunlar ile mücadele etmektedir. Bunların da 4'te 1'i Afrika kıtasında yer almaktadır. ORF verilerine göre ise Afrika ve Hindistan'da (küresel nüfusun yüzde 40'ı için) beslenme riskleri artarak devam etmektedir. İklim değişikliği, artan kirlilik, salgınlar ve çölleşme gibi etkenler, durumu daha olumsuz hale getirebilir.
Oxfam'a göre küresel ultra zenginlerin yüzde 80'i G20 ülkelerinde. Bunların toplam serveti de 13 trilyon doları geçmektedir. Bu da Türkiye'nin bir yıllık GSYH'sının neredeyse 10 katı büyüklüğünde. Küresel servetin yüzde 43'ünün en zengin yüzde 1'lik kesime ait olduğu tahmin edilmektedir. Oxfam'a göre son on-yılda servetini 42 trilyon dolar artıran aynı yüzde 1'in karbon emisyonunun ise dünya nüfusunun yüzde 67'sininkine eşit olduğu tahmin edilmektedir.
Örneğin, ultra zenginlerin vergilendirilmesi ile ilgili 2024 G20 toplantılarında alınan yol oldukça değerlidir. Berkeley'den Prof. Zucman'a göre, sadece buradan elde edilecek verginin yüzlerce milyar doları bulması beklenmektedir. Geçmişte de (bu doğrultuda) karbon vergileri ve Ocak 2024'te hayata geçen çok uluslu büyük şirketlere minimum yüzde 15 vergi gibi radikal kararlar alınmıştı.
G20 gibi oluşumların önemi
G20, 1970'lerin petrol krizi, 1997 Güney Doğu Asya ile 1998 Rusya mali krizleri, 2008 Küresel Finansal Krizi gibi ekonomik krizlere karşı ortak bir küresel tutum belirleme; ülkelere bu noktada yol gösterme, tavsiyelerde bulunma ve krizlere ortak çözümler bulma amacı taşımaktadır. Bu anlamda da küresel yönetişim noktasında aslında biraz da (1990'larda Türkiye öncülüğünde kurulan) D-8'e benzemektedir.
1999'da (önde gelen gelişmiş ve gelişmekte olan) ülkelerin maliye bakanları ve merkez bankaları başkanlarının küresel iktisadi ve finansal gelişmeleri tartışacağı, yeni çıkış yolları ve tavsiye niteliğinde öneriler sunacağı yeni bir küresel forum olarak tasarlandı.
2008'de başlayan Küresel Finansal Krizi müteakip ise daha ziyade küresel iktisadi, finansal sorunların tartışıldığı bir liderler zirvesine doğru evrilmeye başladı. Ancak, yine de liderler zirvesinin hemen öncesinde, maliye bakanları, merkez bankaları, ticaret ve yolsuzluklar gibi konularda üst düzey kurumsal toplantılar ve işbirlikleri düzenlenmektedir.
Ancak, burada temel gaye, bağlayıcı kararlar almak değil, dünya liderlerinin ekonomik krize karşı ortak bir tutum benimsediklerini kamuoyuna göstermek ve ekonomik çevrelerdeki paniği bir ölçüde azaltmak. Zaten G7'den daha kapsayıcı, daha demokratik olmasına rağmen tüm dünya ülkelerini bağlayacak kararlar alma imkanına da sahip değil. Dolayısıyla da G20'nin ana işlevi, yol gösterici olmak ve tavsiyelerde bulunmaktan ibarettir.
G7 gibi oluşumlardan farklı olarak ise hem gelişmiş ülkeler hem gelişmekte olan ülkelerden, geniş bir spektrumdan farklı fikirleri ve görüşleri bir araya getiren daha kapsamlı bir yapıdır. G20'nin, BRICS gibi yeni oluşumlardan da temel farkları mevcut. BRICS, Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ)'lerin uluslararası konularda daha çok söz sahibi olması, daha büyük bir ağırlığa ve temsile sahip olmasını amaçlamaktadır. Ancak, hiç şüphe yok ki BRICS ve G20 birlikte de çalışabilir; birbirini tamamlayabilir.
Öte yandan, Türkiye, G7'nin elli yıllık tarihinde hiçbir zirveye davet edilmemişti. Ancak, G20 veya BRICS gibi yeni dönem oluşumları, Türkiye'nin potansiyelinin farkında. Türkiye, sadece (Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP)'ne göre küresel 11. sıradaki) ekonomik büyüklüğü itibari ile değil, coğrafi konumu, ticaret ve enerji denklemleri üzerindeki stratejik konumu; Ukrayna ve Ortadoğu'dan, Yakın Asya'ya kadar birçok kriz bölgesine yakınlığı, özel ilişkilerinin etkisi ile yeni oluşumlara istikrarlı olarak davet edilmektedir.
G20 üyeliğinin kendisi ise ülkelere önemli siyasi ve iktisadi avantajlar da sağlar. Siyasi etkinliğin artmasının yanında, küresel iktisadi, finansal ve hatta siyasi meselelerde söz sahibi olma, küresel ekonomik, finansal gelişmeleri yakından takip etme, ülkelerin kendi veya bölgelerinin sorunlarını uluslararası ortamda dile getirmesi ve çözüm arayışlarını güçlendirme, yeni fırsatlar sunma gibi temel avantajları bulunmaktadır.
Türkiye'nin artan önemine paralel olarak, küresel iktisadi ve politik gelişmelerdeki ağırlığı da sürekli artmaktadır. Küresel gerilimlere çözüm arayışları ve iktisadi altyapının sağlamlaştırılması, küresel denklemlerin kesişim yerindeki konumunu da sağlamlaştırmaktadır. Dış ticaretteki son dönem atağı bunun en güzel örneklerinden biridir. Türkiye'nin G20 ülkelerine ihracatı da 100 milyar dolara yakın. Son 5 yıldaki artış ise neredeyse yüzde 40 seviyesinde. Ancak küresel yönetişim ve uluslararası örgütlerin kendisi, hala, iklim değişikliği, açlık ve yoksulluğun önlenmesi, güvenlik gibi farklı konularda kayda değer ilerleme kaydetmek ve önemli kararlar almaktan uzak yapılar olarak dikkat çekmektedir.
[Sabah, 23 Kasım 2024]