OrtadoÄŸu’da yeni bir bölgesel düzenin sancıları yaÅŸanıyor. Bahreyn’den Fas’a, Tunus’tan Yemen’e tüm bölgede yaÅŸananların farklı nedenleri var. Ancak özelde sebepleri ne kadar farklılaşırsa farklılaÅŸsın, yaÅŸananlar bölgesel düzen krizi parantezine alınabilir. Bu düzen sorunu çözülmeden, bölgenin sakinleÅŸmesini beklememek gerekir. Krizin çözümü, bölgedeki yeni düzenin nasıl kurulacağı, meÅŸruiyet sorunun nasıl ve hangi aktörlerle aşılacağı sorununa verilecek cevapla saÄŸlanacak. Bugün itibariyle bu çözümün çok yakın olduÄŸuna dair bir iÅŸaret yok. Ancak farklı alternatiflerin olduÄŸunu, bu alternatifler arasında devam eden yarışın sonucuna göre bölgenin uzunca bir süre bu sonuca göre ÅŸekilleneceÄŸi açık. Bu noktada Türkiye’nin alacağı tavır ise sadece Türkiye’nin deÄŸil, hem bölgenin hem de küresel düzenin ÅŸekillenmesi noktasında önemli olacak.
Krizin kısa tarihi
Bölgede yaÅŸananların her ülke örneÄŸinde ayrı sebepleri olsa da, tüm sorunların ortak noktası bölgesel düzen krizidir. Bu nedenle Bahreyn gibi zengin bir ülkede de Yemen gibi fakir ülkede de aynı kriz yaÅŸanabiliyor. Krizin kökeni 1. Dünya Savaşı sonrasında tasfiye edilen Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu’nun mirasının halen paylaÅŸtırılmamış olması, yani 1. Dünya Savaşı’nın halen bitmemiÅŸ olmasıdır. Kısaca hatırlamak gerekirse, Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu sonrası bölge 2. Dünya Savaşı’na kadar sömürge ve manda dönemi yaÅŸadı. Bu dönemde bölgeye has kalıcı bir siyasi çözüm üretilmesi bir yana, var olan basit yönetim sorunları dahi aşılamadı. Akabinde post-kolonyal dalga ile yaÅŸanan Arap milliyetçiliÄŸi hem yeni bir öznellik dalgasını hem de bölge tarihinin yeniden yazılmasını beraberinde getirdi. Bu dönemde kurulan yapılar sömürge karşıtı, laiklik vurgusu öne çıkan, milliyetçi hareketlerdi. Türkiye’de yaÅŸanan Kemalizm tecrübesine benzerlikler taşıyan bu hareketler bölgeye geçici bir denge getirse de, kalıcı bir düzen getiremedi. SoÄŸuk SavaÅŸ’ın bitmesinin tüm dünyada yeniden belirlenen deÄŸiÅŸimlerden bölgenin de etkilenmesi kaçınılmazdı. Ä°ran Devrimi’nin de etkisiyle yükselen Ä°slamcı hareketler bu rejimleri tehdit etse de yıkmayı baÅŸaramadı. Ancak bu hareketlenmenin sonuçları biraz da bölgede yaÅŸanan Ä°slamcı dönüÅŸümün etkisiyle yeterince deÄŸerlendirilemeyerek fundamentalizm ya da aşırılık tanımlamasıyla geçiÅŸtirildi. 11 Eylül 2001 sonrası ise cari sistemin tamamen sarsıldığına tanıklık ettik. ABD’nin bölgede varlığını neredeyse tamamen askeri bir hale getirmesi, diplomatik gücünü belli oranlarda tasfiye etmesi, Ä°srail’in artık neredeyse meÅŸruiyet sorununu tamamen yok sayması, Irak’ın iÅŸgali sonrası yaÅŸananlar yaÅŸanan siyasi krizi daha da derinleÅŸtirdi. Bugün yaÅŸadığımız tecrübe 2. Dünya Savaşı kurulan o köhne yapılarının tasfiyesidir. Bir baÅŸka deyiÅŸle 1. Dünya Savaşı ile dağılan düzenin yerine kalıcı bir düzenin kurulamayışının sancılarıdır.
Siyasi meÅŸruiyet sorunu
SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası yeni dünya düzeninin tek hegemonu ABD, 11 Eylül sonrası bölgeye bakışını tamamen deÄŸiÅŸtirdi. Bush Yönetimi’nin “özgürlük gündemi” ÅŸeklinde tarif ettiÄŸi politikası, 11 Eylül’ün nedeninin bölgedeki demokratik olmayan yapılar olduÄŸu tespitini yapıyor, bu yapıların gerekirse askeri güçle tasfiyesini amaçlıyordu. Kendisine neredeyse ilahi bir misyon vehmeden bu politika, kurulacak demokratik yönetimlerin Batı yanlısı ve teröre mesafeli olacağını varsayıyordu. Bu nedenle bölgede demokratik dönüÅŸümleri ve serbest seçimleri savunan ABD, bu yeni politikayı uygulamak için harekete geçti. Bu çerçevede Irak’ı iÅŸgal eden ABD, Mısır’daki seçimlere Ä°hvan hareketinin dahil edilmesini, Hamas’ın Gazze’de seçimlere dahil edilmesini kabul etti. Ancak bu politika Ä°srail duvarına çarptı. Bush Yönetimi idealist bir gündemle çıktığı yolda, serbest seçimlerin Hamas gibi Ä°slamcı aktörleri baÅŸa getirmesinden rahatsız olarak bu politikadan kısa sürede vazgeçti. Bu nedenle 11 Eylül sonrası ABD’nin kurmaya çalıştığı düzen baÅŸarılı olamadı. Hatta tam aksine yeni bir düzen kurma iddiasıyla ortaya çıkan ABD eski düzenin meÅŸruiyetini zedelediÄŸi gibi, bölgede ciddi bir boÅŸluk yarattı. Tam da bu noktada Bush’un özgürlük gündemi çerçevesinde teklif ettiÄŸi serbest seçim siyasetini ilke olarak benimseyen Türkiye, Filistin seçimlerinin sonuçlarının kabul edilmesini benimsemekle kalmadı, bu ilkeyi genelleÅŸtirerek bölge siyasetinin temeline yerleÅŸtirdi. Yine Türkiye bu süreçte ABD’nin bıraktığı boÅŸluÄŸu doldurarak etki alanını geniÅŸletti, yeni bölgesel aktörlerle daha yakın iliÅŸkiler kurdu. Vize sisteminin serbestleÅŸtirilmesi, bölgesel entegrasyon, ekonomik iÅŸbirliÄŸi gibi politikalarla siyasetine yapısal bir ÅŸekil de veren Ankara da yine aynı duvara çarptı: Ä°srail. Bölgedeki her türlü entegrasyon ve istikrara politikasına karşı konumlanan Ä°srail’e verilen cevap Ocak 2009’da Davos’da BaÅŸbakan ErdoÄŸan tarafından dile getirildi. Ä°srail’in politikalarını açıkça eleÅŸtirerek, teÅŸhir etmeyi temele alan bu siyasetin birçok etkisi oldu. Ancak en önemli etkisi bölgede uzun yıllardır sözde Ä°srail eleÅŸtiri ile neredeyse maliyetsiz bir meÅŸruiyet üreten otoriter rejimlerin bu kozu kaybetmeleri oldu. Ülke içindeki otoriter rejimlerini Ä°srail eleÅŸtirisi üzerinden meÅŸrulaÅŸtıran liderlerin en önemli silahı, Davos süreciyle birlikte ellerinden alındı. Post-Davos süreci bu nedenle bölgede siyasi meÅŸruiyet sorunun doruÄŸa çıktığı, düzen arayışlarının ise en somut ÅŸekilde görüldüÄŸü bir zaman olarak ele alınmalıdır.
Krizin finansal boyutu
Bölgede yaÅŸananların ÅŸüphesiz finansal boyutları da mevcut. Sürecin tetiklendiÄŸi Tunus’ta yaÅŸanan protestoların iÅŸsizlik ve gıda krizi ile baÅŸlamasını bu açıdan ele almak gerekir. Yükselen gıda fiyatları baÅŸta Tunus, Yemen ve Mısır olmak üzere, bölgedeki çok zengin olmayan ülkelerde sosyal ve ekonomik sorunlara yol açarak siyasi istikrarsızlığı tetikliyor. Bölgedeki Batı yanlısı rejimler belli oranlarda ABD baÅŸta olmak üzere Batılı ülke ve kurumlar tarafından finanse ediliyordu. 2008 finansal krizi bu sübvansiyon sürecini sekteye uÄŸrattı. Bunun dolaylı etkisi ise finansal krizin sosyal sonuçlara yol açması oldu. Tam da bu nedenle önümüzdeki dönemde siyasi krizin yaÅŸandığı bölge ülkelerinde, krizi finansal olarak kontrol edilebilir düzeyde tutarak, kendini dönüÅŸtürebilen ülkelerin krizden fazla yara almadan kendini yeniden üretebileceÄŸini söyleyebiliriz. Bunu yapacak kabiliyete sahip olmayan ülkeler ise bu sürecin maÄŸduru olacaktır. Yeni OrtadoÄŸu ve ABD SoÄŸuk SavaÅŸ’tan hiper güç olarak çıkan ABD, hiper güç olma tekelini çok da baÅŸarılı veremedi. 11 Eylül sonrası aÅŸana kibrin yansıması, ABD’ye küresel liderliÄŸini kaybettirmese de, hiper güç olma imajını önemli ölçüde zedeledi. 11 Eylül’e neredeyse kadiri mutlak bir imajla giren ABD, aradan geçen 10 yılda girdiÄŸi iki savaşı da bitiremeyen, insan hakları karnesi zayıf, moral üstünlüÄŸünü yitirmiÅŸ bir ülke haline geldi. Bu süreçte tüm dünyada ABD karşıtlığı artarken özellikle 2008 finansal krizi ABD’nin askeri üstünlüÄŸünün yanı sıra finansal egemenliÄŸinin de artık rakipsiz olmadığını gösteriyordu. G8’den G20’ye yeniden inÅŸa edilen küresel yönetim mimarisi biraz da bunun sonucuydu. Bu süreçte ABD’nin hiper güç statüsünü kaybettiÄŸini, halen dünya lideri olmakla birlikte, artık yükselen bölgesel güçlerle de dünya egemenliÄŸini paylaÅŸmaya hazırlandığını gördük. Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya gibi güçler etkinliklerini artırırken, ABD ve AB kademeli daralma yaÅŸadı. Bu krizin OrtadoÄŸu’ya yansıması da bugün yaÅŸanan krizin önemli sebeplerinden birisidir. ABD OrtadoÄŸu’da tek başına kuramadığı iktidarını hangi temelde, hangi ortaklarla, hangi iliÅŸkilerle kuracak? Bölgede meÅŸruiyet krizi yaÅŸayan ABD, bu noktada bölgede krize dönüÅŸmeyen kademeli geçiÅŸlerle yaÅŸanacak demokratik deÄŸiÅŸimlerin, bölgeye istikrar getireceÄŸini, bunun da orta vadede ABD’nin lehine olacağı öngörüsünü yapmaktadır. Bunun bir yansıması olarak bugün, ABD çıkarları doÄŸrudan zedelenmediÄŸi sürece, ABD’nin orta vadeli istikrar adına deÄŸiÅŸim gündemini desteklediÄŸini görüyoruz. OrtadoÄŸu’da zemin kazanmaya çalışan Çin ve Rusya gibi aktörlerin, otokrat aktörlerle iliÅŸki konusunda daha baÅŸarılı olduÄŸu tespiti bir yana, bu tür ittifak deÄŸiÅŸimlerinde otokrat yönetimlerin kolayca taraf deÄŸiÅŸtirmeleri ve maliyeti artırmaları da ciddi bir sorun. Bu nedenle de demokratik yönetimlerin ABD’nin çıkarı olduÄŸu konusunda neredeyse bir mutabakat olduÄŸu söylenebilir. Türkiye ne yapacak? Türkiye özellikle son bir kaç yılda bölgenin neredeyse yükselen yıldızı haline geldi. Bölgesel politikalarıyla istikrarı öne çıkarması, ekonomik baÅŸarısı, iç siyasi sorunlarını açılım politikası ve demokratikleÅŸme ile aÅŸma çabası, Davos üzerinden Ä°srail’i tartışmaya açması, dinle ilgili sorunlarını aÅŸma noktasında önemli mesafeler kaydetmesi, askerin sivil denetime alınması noktasında baÅŸarı saÄŸlaması özellikleriyle bölgede en fazla teveccüh gören ülke haline geldi. Bu nedenle bölgedeki Ä°slamcı ya da seküler aktörlerin neredeyse tamamı Türkiye’yi örnek olarak görmekte, bu bölgesel meÅŸruiyet krizini aÅŸma noktasında Türkiye’ye bakmaktadır. Bu nedenle Türkiye tam anlamıyla tarihi bir anla karşı karşıya. Kendi baÅŸarısının hikayesinin de nedeni olduÄŸu siyasi krizde, örnek alınan ülke olarak önüne inanılmaz fırsatlar çıkmaktadır. Ancak bölgeden uzun yıllar ayrı kalmasının yarattığı bilgi, tecrübe ve yetiÅŸmiÅŸ eleman sorunları nedeniyle de önemli sıkıntılar yaÅŸamaktadır. Bu somut sorunlar karşısında, Türkiye’nin asıl önemi bölgede kendi siyasi gündemi olan neredeyse tek ülke olmasındır. Åžimdi Türkiye iki seçenekle karşı karşıya: Zor olanı seçip kendi siyasetini sürdürmeyi göze alarak, ABD baÅŸta olmak üzere baÅŸka ülkelerle birlikte, ancak paralel iliÅŸkiler geliÅŸtirmeye çalışarak düzen kurucu bir ülke olma.
Ya da kolay olanı seçip, kendi siyasi iradesini ikinci plana atıp, krizi aÅŸma konusunda teklifi olan düzen kurucu baÅŸka ülkelerin liderliÄŸini takip etmek. Bu kritik dönemde Türkiye eÄŸer ilkini yaparsa OrtadoÄŸu’da kendi adına konuÅŸan bir ülke olarak uzunca bir süre etkili olacaktır. Ä°kinci seçenekte ise yaÅŸanan düzen krizini çözme iÅŸini baÅŸka ülkelere ihale ederek, iddiasız bir yolu tercih seçebilir. Bu seçim bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin kaderini belirleyeceÄŸi gibi, tüm küresel dengeleri de etkileyecektir. Åžu anda yaÅŸanan bölgesel düzen krizinin yarattığı belirsizliÄŸin alacağı ÅŸekil de bu karara göre ÅŸekillenecektir.