Uzun süredir krizler üzerinden ilerleyen Türkiye-ABD ilişkileri, Biden'ın 3 Kasım 2020 seçimlerini kazanmasının ardından yeni bir evreye girdi. Olası seçim zaferi sonrasında, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ilişkin nasıl bir yaklaşım sergileyeceği merak konusu olan Biden'ın seçimler öncesinde kamuoyuna açık olmayan bir toplantıda söyledikleri söz konusu merakın giderilmesi anlamında önemli idi. İlgili toplantıda "muhalif liderleri desteklersek Erdoğan'ı yenebilirler, darbe ile değil seçimle" ifadeleri, Biden ve ekibinin Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bakışını açık biçimde yansıtıyordu. 24 Nisan'da kendi iç kamuoyunu tatmin etmek amacıyla tehcir gibi tarihi bir olayı araçsallaştırarak soykırım olarak tanıması da hiç kuşkusuz bu bakış açısının bir yansımasıdır. Fakat burada önemli olan husus, Biden hükümetinin bundan sonra izleyeceği ve ABD'nin form değiştirse de hedef açısından süreklilik arz eden müdahaleci siyasetinin nasıl bir çerçeveye sahip olacağıdır.
Dışişleri Bakanı Blinken'ın geçtiğimiz ay içerisinde yaptığı açıklamada, demokrasinin tehdit altında olduğu ve desteklenmesi gerektiğine yönelik ifadeleri, ABD'nin değişen politik tutumuna ilişkin birinci elden bilgiler içermekteydi. Blinken'ın ABD'nin dünyada demokrasiyi destekleme noktasında herhangi bir çekincesinin olmadığı fakat yöntemsel bir farklılığa ihtiyaç duyulduğu yönündeki tespiti ise dikkat çekiciydi. Blinken'a göre; ABD dünyanın farklı noktalarında, günümüze kadar demokrasiyi oldukça maliyetli askeri müdahaleler ve güç kullanma yoluyla destekledi fakat bundan sonraki süreçte bu tür müdahaleler söz konusu olmayacaktı. Malumun ilamı açısından önemli bir vesika teşkil eden bu açıklama, Birleşik Devletler'in hem yakın tarihte nasıl bir politika izlediği hem de bugün bu politikanın nasıl biçim değiştirdiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Nitekim açıklamada Freedom House'un dünyada otoriter ve milliyetçi eğilimlerin yükselişine yönelik uyarılarının Blinken tarafından sahiplenilmesi, Blinken'ın yöntemsel arayışında uluslararası örgütlerin rolüne ilişkin de ipuçları vermektedir. Uzun yıllardır tartışma konusu olan ve ürettiği raporlar ile Türkiye'de de gündem olan Batı merkezli think tank ve "bağımsız kuruluşlar", önümüzdeki dönemde Biden ve ekibinin Türkiye ile ilişkilerinde daha fazla konuşulacak gibi gözükmektedir.
ABD'nin maliyetli demokrasi ihracı
Biden ve Blinken gibi isimlerin açıklamalarıyla resmiyet kazanan ABD'nin müdahaleci siyaseti günümüze kadar farklı formlarda olsa da süreklilik göstermiştir. 19. yüzyılın sonunda Hawaii krallığıyla başlayan ve 2003'te Irak'ın işgali ile sonuçlanan ABD'nin rejim değiştirme pratikleri ya doğrudan istihbarat servislerinin etkisiyle ya da askeri müdahaleler aracılığıyla gerçekleşmiştir. New York Times'ın İstanbul bürosunu kuran ve uzun bir süre Türkiye'de bulunan deneyimli gazeteci Stephen Kinzer, Overthrow: United States Involvement in Regime Change isimli kitabında ABD'nin Filipinler, Honduras, Guatemala, Şili, Panama ve İran gibi ülkelerde rejim değişikliği adına ne tür müdahaleler gerçekleştirdiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye'de gerçekleşen darbelerdeki rolü de düşünüldüğünde Birleşik Devletler'in bu konudaki sicili, demokrasi ihracı anlamında önemli bir paradoksa işaret etmektedir.
Askeri müdahaleler ve rejim değiştirme girişimleri kadar bu eylemleri meşrulaştırma adına oluşturulan dezenformasyon siyaseti de önemli bir işleve sahiptir. İran petrollerini millileştirme kararı alan Başbakan Musaddık'a yönelik darbe teşebbüsünde hem içerideki hem de dışarıdaki aktörlerin desteğiyle bir karşı kamuoyu yaratılması bu açından öğretici bir örneklik teşkil etmektedir. Musaddık'ın ateist olduğu yönündeki iddiaların yanı sıra Musaddık yönetimindeki İran'ın komünizme gidebileceği iddiası darbeye giden süreçte algı yönetimi açısından önemli bir stratejiye hizmet etmiştir. Uluslararası basın ve yerel bilgi kaynaklarının iş birliğinde senkronize biçimde üretilen bu tür söylemler, iç kamuoyunu ikna etmenin yanı sıra darbeye giden süreçte bu müdahalelerin meşrulaştırılmasına da alan açıyordu. Benzer biçimde 2003'te Irak'ın işgali sürecinde nükleer silah üzerinden yapılan propaganda hem Amerikan halkı hem de diğer devletler nezdinde bu müdahaleyi meşrulaştırıcı bir işlev görmüştür. Baudrillard'ın, "Körfez Savaşı Olmadı" derken (1. Körfez Savaşı) savaşın sadece simülatif yönüne değil CNN eliyle ortaya konulan tek taraflı enformasyon aktarımına da dikkat çekmesi, bu bağlamda önemlidir. Dolayısıyla askeri darbe ve müdahalelerle ilgili süreç analizi yapıldığında, müdahaleler kadar bu müdahaleleri meşrulaştırmaya çalışan propaganda yöntemlerinin de ne denli etkili olduğu bilinmelidir.
Siyasete müdahale aracı olarak uluslararası raporlar
Biden ve Blinken'ın açıklamalarında da görüldüğü üzere ABD, önümüzdeki dönemde müdahaleci siyasetinde bir form değişikliğine gidecek ve uluslararası kurumların rapor ve iddialarına daha fazla atıf yapacaktır. Bunun yanı sıra müdahale etmek istediği ülkelerdeki iç kamuoyuna etki etmek amacıyla basın başta olmak üzere farklı muhalif eğilimlere destek verecektir. ABD merkezli Center for American Progress'in geçtiğimiz yıl yayınlanan "Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı" başlıklı raporu bu desteğin somut görünümü açısından oldukça fazla şey söylemektedir. Medya-siyaset ilişkileri başta olmak üzere Türkiye'deki sosyo-politik ortama ilişkin değerlendirmelerin yer aldığı raporda, Batının Türkiye'deki bazı basın-yayın organlarını desteklediği aktarılmaktadır. İlgili medya kuruluşlarına yönelik son yıllarda önemli bir artış gösteren mali desteğin sürdürülmesinin gerekliliği yönündeki vurgu ise raporu sıradan bir analizden farklılaştırmaktadır. Erdoğan'ın Türkiye'de son dönemde gücünü konsolide etmesi ve bu durumun medyaya da sirayet ettiği iddiasını dile getiren rapor, desteğin sürdürülme gerekçesini de ortaya koymaktadır. Bazı dijital haber platformlarının desteklendiği ve bu desteğin sürmesi gerektiği hatta ölçek genişletmek suretiyle yerel medyaya da yansıtılması önerisi, üzerinde durulması gereken bir husustur. Bu nedenle, Ulusal Demokrasi Vakfı, Chrest Foundation ve Friedrich Ebert Vakfı gibi kuruluşların Türkiye'deki bazı medya ortamlarına olan mali desteğinin yanı sıra bu kurumların ürettiği raporların dünya siyasetinde ne gibi müdahalelere aracılık ettiği, bütün boyutlarıyla tartışılması gereken bir konudur.
[Sabah, 1 Mayıs 2021].