Avrupa’da İslam ve Türk karşıtlığı hep vardı. Batıda, çok kültürlülük özgürlük, bir arada yaşama, eşit vatandaşlık soslu söylemler zaman zaman öne çıksa da, Müslümanlar bu dairenin dışında tutulmuştur.
İslam ve Türk karşıtlığı, zannedildiği gibi, Almanya’da Neo-Nazi partiler, Fransa’da Le Pen, İngiltere’de UKIP, Yunanistan’da Altın Şafak gibi sadece radikal sağ siyasetlerle ilgili değildir. Ana akım merkez partilerinden tutun da, siyasi elitlerin önemli bir kısmı, hatta azınlık ve göçmen hakları ile ilgili çalışan STK’lara varıncaya kadar geniş bir yelpazede, bu karşıtlığı ve düşmanlığı körükleyen yapılar mevcuttur.
İslam karşıtlığının, tehdit ve tehlike olarak sunulup bunun “İslamofobi” olarak adlandırılması da bilinçli bir tercihin sonucudur.
İslam’ın korku ve tehdit olarak sunulması, siyasetçiler ve elitler tarafından -gerçek bir tehdit olmadığı hâlde- söylem yoluyla inşa edilmektedir. Böylece ortak bir düşman bulunarak, siyasal amaçlar için kullanılmaktadır...
Toplumsal güvensizlik üzerinden kimliklerin yeniden inşası ve genç nesillerin zihinlerinin karşıtlıkta diri tutulması bu amaçlardan biridir.
İlaveten, İslam karşıtlığının ve İslam’ın sahte bir tehdit olarak, söylem yolu ve üretilen imajlarla medyalar tarafından sunulması, İslam ve İslami olanın bastırılması ve denetim altında tutulmasına imkân ve meşruiyet sağlamak içindir.
İslam karşıtlığının özellikle Batıda belirli periyotlarla yeniden yükseltilmesi de, üretilen ortak düşman etrafında iç politikanın yeniden konsolidasyonu ile ilgilidir. Siyasi projelerin gerçekleştirilmesi amacına matuftur. Ayrıca, demokrasi dışı alınacak kararların gerekçesini oluşturmaya yöneliktir.
Avrupa’nın tarihi, Türk ve İslam düşmanlığı üretim bataklığına uygundur. Yeni olan ise düşmanlığın, karşıtlığın ve en nihayetinde Müslümanların bastırılmasının ve güvenlikleştirilmesinin artık Avrupa siyasetleri ve kamuoyları için sıradanlaşması ve normalleşmesidir.
İslam ve Müslümanlarla ilgili Avrupalı devlet yöneticileri bir karar alacaklarında, olağanüstü hukuk ve demokrasi dışı bir yönteme başvuracaklarında, kamuoylarını ikna etme gibi bir ihtiyaçları artık söz konusu olmamaktadır. Çünkü toplumsal algılar, uzun süreden bu yana şekillendirilmiştir. İkna olmaya, elitler ve toplum kesimleri dünden hazırdır.
Almanya, Fransa ve Avusturya başta olmak üzere İslam kurumlarına, ibadet yerlerine ve Müslümanlara yapılan saldırı yıllık ortalama binin üzerindedir. Bu sayı her yıl, bir önceki yıla göre artarak devam etmektedir. Ancak, ne Avrupalı insan hakları savunucuları ne de siyasi ve toplumsal elitler, bu saldırıların yükselmesine tepki vermemektedir. Karşı çıkmamaktadır.
İslam karşıtlığı Avrupa siyasetçileri açısından bugün için işlevsel olabilir. Dünyada, Erdoğan’dan başka liderler düzeyinde nasıl olsa tepki veren yok diye düşünebilirler. Orta Doğu başta olmak üzere İslam dünyasının birçok yerinde Müslümanlar bastırıldığı için ortak tepkinin cılızlığından cesaret alabilirler.
Ancak, Müslümanlara giderek artan saldırının Avrupa’ya faturası ağır olacaktır. İslam dünyasındaki Fransız mallarına sadece boykotun bile maliyeti hiç de az değildir. Fransız yöneticiler bunu gördükleri için Orta Doğu ülkelerini hızla ziyarete başladı.
Neredeyse 30 milyona yaklaşan Müslüman nüfusa sahip olan Avrupa, topyekûn İslam karşıtlığı ile kendi geleceğini tehlikeye atmaktadır.
Muhammed aleyhisselama hakaret, sadece Fransa’da yaşayan Müslümanların ya da sadece Türklerin meselesi değildir. Aynı zamanda 1,5 milyardan fazla Müslümanın da problemidir.
Dolayısıyla, İslam karşıtlığı ve düşmanlığı tek başına Fransa’yı değil, Avrupa’yı da giderek bir bataklığa sürüklemektedir.
[Türkiye, 29 Ekim 2020].