-
“Cumhuriyet İlkelerine Saygıyı Güçlendirme Yasası” neleri içermektedir?
Kısaca “Fransa İslamı” yaratmak amacıyla hazırlandığı apaçık olan ve ilk gündeme geldiğinde “İslamcı Bölücülükle Mücadele Yasası” adıyla anılan yasa tasarısı Parlamentonun alt kanadı olan Millet Meclisinde 65 çekimser, 151 ret oyuna karşı 347 olumlu oyla kabul edildi. Mart sonunda Parlamentonun üst kanadı olan Senatoda da görüşülmeye başlanacak olan tasarının burada da kabul edilip yürürlüğe girmesi artık bir formalite olarak görülüyor. Yasada İslam ifadesi kullanılmıyorsa da gerek yasanın daha önceki adı gerekse ülkenin gerçekliği ile hükümet yetkililerinin defalarca yasanın hedefinin “radikal İslamcılar” olduğunu belirtmeleri yasanın amacının Müslümanların İslam anlayışı olduğunu açığa çıkarıyor. Nitekim Devlet Başkanı Emmanuel Macron konuya dair Ekim 2020’de yaptığı ilk açıklamasında “ilerici, aydınlanmacı, liberal bir İslam oluşturmak” niyetinde olduğunu ilan etmişti.
Fransa’da kısaca “bölücülük yasası” diye anılan ve ellinin üzerinde madde içeren yasa tasarısının içeriğine baktığımızda genel hatlarıyla şunları görmekteyiz:
- Kamu hizmetinde bulunan memurlarda dini anlamda tarafsızlık ve Cumhuriyet ilkelerine uygunluk şartı aranacak,
- Polis, öğretmen gibi kamu görevlilerine yönelik sosyal medyada baskı ve hedef göstermek ağır cezalık suç sayılacak,
- Üç yaşından itibaren çocukların evde eğitim almaları istisnalar dışında yasaklanacak,
- Spor kulüplerinde, derneklerde ayrılıkçı fikirler görülmesi halinde kulübün kapatılacak ya da kayyum atanacak,
- Kamu yararına çalışan özel şirketlerde de başörtüsü yasağının getirilecek,
- İbadet kurumlarının devlet denetimine alınması ve finansal yapılarının denetlenerek yurt dışından mali destek almaları zorlaştırılacak,
- Dini dernekler her beş yılda bir devlet onayına başvuracaklar,
- Kamu kuruluşundan hibe almak isteyen derneklere Cumhuriyet değerlerine bağlılık şartı getirilecek ve konuya dair bir sözleşme imzalatılacak,
-Dini mekanlarda siyaset yapılması yasaklanacak, buralarda yasaların uygulanmasına karşı çıkan herhangi bir çağrı, halkı ayaklanmaya kışkırtma suçunu işleyenlere 3 aydan 2 yıla varan hapis cezası verilecek,
- Terör suçlarından hüküm giyenlere 10 yıl boyunca dini derneklerde yönetici olma yasağı getirilecek,
- Valiler kişi veya gruplara karşı nefret veya şiddeti kışkırtan, meşrulaştıran, nefrete teşvik eden düşünce ve söylemleri yayan ibadethaneleri kapatma yetkisine sahip olacaklar.
-
Tasarıya karşı Fransız Müslümanları nasıl tepki verdiler?
Müslümanların yasa tasarısına karşı ortak bir tepki geliştirebildiklerinden bahsedemeyiz. Bununla birlikte çok sayıda Müslüman grup ve oluşumun son girişimi hükümetin İslamofobik tutumunun yeni bir yansıması olarak nitelediklerini gördük. Toplumun farklı kesimlerinin dahil olduğu çeşitli gösteriler yapıldıysa da son tahlilde Müslümanlar arasında bile bir uzlaşı sağlanamadığı için tepkilerin yetersiz kaldığını söylemek gerekir. Daha önceleri “Avusturya İslamı” yasa tasarısının hazırlanması sürecinde de gözlemlediğimiz “yanlış hesaplar” bu defa da Fransa’da karşımıza çıktı. Avusturya’da büyük dini cemaatlerin temsilcileri olan Türkiye Müslümanlarının kendi yapılarına dokunulmayacağı, “radikal” olarak nitelenen Müslüman kesimleri ilgilendirdiğini düşündükleri bir tutumla hareket etme aymazlığını bu sefer çoğunlukla Fas ve Cezayir Müslüman cemaatlerinin tutumunda gördük. Hatırlanacağı üzere Kasım 2020’de Macron, Fransa Müslümanlarını temsil organı olarak kabul edilen ve 9 federasyondan oluşan çatı kuruluşu Fransa İslam Konseyini (CFCM) Elysee Sarayında ağırlamış ve kendilerinden Cumhuriyet’e bağlılıklarını bildiren bir beyanname hazırlamalarını talep etmişti. Bunun üzerine CFCM’ye dahil olan federasyonlar görüşmeler gerçekleştirmişler ve ortaya temel esasını İslam dininin Fransa’nın cumhuriyetçi değerleriyle çelişmediği düşüncesi oluşturan bir metin çıkarmışlardı. Ocak ayına gelindiğinde ise Fransa Türk Müslüman Dernekleri Koordinasyon Komitesi (CCMTF), Milli Görüş Fransa İslam Konseyi (CIMG) ve Tebliğ Cemaati sözü edilen bu beyannameyi imzalamayı reddettiklerini açıkladılar. Bu tartışmalar eşliğinde Macron, hazırlanan beyannameye dair memnuniyetini ifade etmiş ve yasanın çıkarılması sürecinde Fransa Müslümanlarının sembolik de olsa önemli bir kesimini yanına aldığını göstermiş oldu. Macron yönetimi ülke içinde de oldukça tartışmalı olan CFCM’nin Müslümanları temsil kabiliyetini sorgulama gereği hissetmemiştir.
-
Fransa’nın bu yasayı çıkarmadaki amacı nedir?
Söz konusu yasa esasında Fransız devleti elitlerinin ülkede sayılarının 4 ila 10 milyon arasında olduğu tahmin edilen Müslümanlarla hangi şartlar altında birlikte yaşayabileceklerinin yeni bir deklarasyonundan başka bir şey olarak görülmemelidir. Yani aslında bir çeşit iki farklı anlayış dünyasının temsilcileri olan Müslümanlar ile laikçi anlayışın temsilcileri olan Jakoben Fransızlar birlikte yaşamın asgari şartları için “müzakere” ediyorlar. Sorun, Fransız devletinin laikliği kullanarak, kural gereği müdahalede bulunmaması gerekmesine rağmen, İslam dini müntesiplerinin hayatında belirleyici olacak birtakım müdahalelerde bulunmasıdır. Konuyla ilgili tartışmalarda kimi Anayasa hukukçuları devletin yasa tasarısı girişimini bu açıdan eleştirmişlerdi. Kökeni kolonyal dönemde ülkeye getirilen Müslümanlara kadar götürülebilecek eşit olmayan güçler arasındaki “müzaker” süreci, gerek Fransa’nın dünya siyasetinde giderek güç kaybetmesiyle gerekse Müslüman kimliğinin “alternatif” oluşunun artık bizatihi Müslümanlar tarafından da benimsenmeye başlanması gibi nedenlerle yeniden gündeme gelmektedir ve gelecekte de bu durum devam edecektir.
Charles De Gaulle’e atfedilen ve 1950’lerin sonunda söylediği düşünülen şu cümleler Fransız devletinin ve elitlerinin niyetini kısaca özetlemektedir:
“Fransız halkının 10 milyon, yarın 20 milyon, ertesi gün 40 milyon Müslümanı entegre edebileceklerini mi düşünüyorsunuz? Eğer Cezayir’in bütün Arap ve Berberilerini Fransız olarak nitelersek, yaşam şartları çok daha iyi olan ana karaya (Fransa’ya) gelip yerleşmelerini nasıl engelleyeceğinizi düşünüyorsunuz? Köyüm bu durumda Colombey-İki Kilise olarak değil Colombey-İki Cami olarak adlandırılacaktır.”
-
Yasanın uluslararası ilişkilere bir etkisi olacak mı?
Batı dünyasında genel eğilimleri etkileyen 4-5 devletten birinin Fransa olduğu gerçeği halihazırda ortadadır. Bu çerçevede, bu ülkede zuhur eden önemli toplumsal gelişmelerin başta Batılı ülkeler olmak üzere dünyanın birçok yerinde etki uyandıracağı izahtan varestedir. Söz konusu olan toplumsal talepleri ve daha da temelde dini özgürlük alanları baskılanan ve hatta kimi durumlarda “düşmanlaştırılan” Müslümanların ülkede bir yer edinip edinemeyeceği sorusuysa meselenin önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Elbette yukarıda ifade edilen etkinin iki taraflı olacağı da kuşku götürmez bir gerçektir. Buna göre son dönemde uluslararası ilişkilerde bir Vestfalyen anlayış olarak “iç işlerine” karışmama ilkesinin “insan hakları” söylemi aracılığıyla aşındırıldığını gözlemlesek de bu hareketin tam tersi yönünde bir gelişme olarak da ulus-devletlerin uyruklarının dini yaşamlarını kendilerinin belirlemesi anlayışının güçlendiğine şahit olmaktayız. Bu çerçevede aslında Batı dünyasının klasik söyleminde ifadesini bulan “özgürlükçülüğünün” başka tarihsel bağlamlardan da bildiğimiz gibi sadece konjonktürel olmayıp sınırlarının da olduğunu anlamak mümkün hale gelmektedir. Bunun işaretleri olarak özellikle Batı ülkelerinde “Fransa İslamı”, “Almanya İslamı”, “Avusturya İslamı” gibi terkiplerin dile getirildiğine, teşvik edildiğine ve hatta büyük ölçüde devlet kontrolünde geliştirilen bu yaklaşımların benimsetilmesine çalışıldığını gözlemlemekteyiz. Fransa’daki söz konusu ayrımcı, Müslümanları ötekileştirici ve hatta “düşmanlaştırıcı” bu yaklaşımları “ya sev ya terk et” modeli aracılığıyla Fransa Müslümanlarına yönelik dayatmalar olarak görmek gerekiyor. Söz konusu gelişmelerden kendilerine pay çıkaracak olan ilk ülkelerin de Almanya ve Avusturya olacağı kuşku götürmez bir gerçektir.
Madalyonun diğer yüzünde temsil edilen Müslümanlar ise sahip oldukları tüm beceri, birikim ve artan özgüvenlerine rağmen devasa devlet aparatının karşısında henüz yeterince güçlü değiller. Aynı şekilde meseleyi Fransa dışından izlese de müdahil olmaya çalışan başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman olan ülkelerin de ortak bir anlayışta birleşerek etkin bir güç ortaya koyması şartlar gereği çok mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte en azından Batı’da giderek yaygınlaşan İslamofobinin ısrarla dile getirilmesi yoluyla, Müslüman karşıtı siyasetin rahat hareket edip zemin kazanmasının önlenmesi mümkündür. Yine bir süre önce Türkiye’nin öncülüğünde gündeme getirilen “Fransız mallarına boykot” uygulaması daha da etkinleştirilebilir ki bu da Fransa ile halkı Müslüman olan ülkelerin arasındaki ilişkileri sorgulanır hale getirecektir. Bu minvalde özellikle Fransa için hayati çıkarların bulunduğu Afrika’da sadece Fransız siyasetinin değil, kültürünün, ticaretinin ve imajının da zarar göreceği yeni bir dönemin başlaması olasıdır ki bu, Fransız elitlerini frenlemeye yardımcı olacaktır.
-
Fransa Müslümanları ne yapmalı?
Fransa Müslümanlarının önemli bir kesiminin Müslüman kimliklerini Fransız kimliklerinin önüne geçirmelerinin meselenin özünü oluşturduğunu fark ettiklerini görüyoruz. Bu çerçevede devletin baskıcı siyasetlerine açıktan direnebilecek imkan ve stratejileri her zaman ortaya koyamayacak olsalar da onların inanç, kanaat ve düşünce bazında sahip oldukları anlayışı diri tutacak ve şartların olgunlaşmasına zemin hazırlamaya çalışacaklarına şüphe yok.
İlk planda yapmaları gereken hemen her Batı ülkesinde bulunan ve hükümetlerin “İslam işleri sözcüsü” konumunda görülebilecek olan sözde “İslam uzmanları”nın bilinçli bir itirazla reddettikleri İslamofobiyi ısrarla dile getirmeye çalışmaktır. Müslüman olsun ya da olmasın hemen her ülkede bulunan hakkaniyetli çevrelerle ortak çalışmalar yapılabilecek “İslamofobiyle Mücadele Enstitüleri” kurulması için çaba göstermek söz konusu çabanın profesyonelleşmesine ve Batılı insanın anlayacağı “dile” dönüştürülmesine katkı sağlayacaktır.
Özellikle göçmen kökenli olmayan Fransız Müslümanların ön plana çıkarak ülkelerindeki İslam karşıtlığını daha geniş bir perspektiften eleştirmeleri yararlı olacaktır. Bu minvalde halkı Müslüman olan ülkelerden alacakları doğrudan ya da dolaylı yasal destekleri de mücadele için kullanmanın yolunu araştırmaları gerekir. Bilindiği üzere dünyanın diğer yerlerindeki Müslümanlarla iletişim içinde olmak söz konusu desteklere giden yolun ilk basamağıdır.
Son olarak bilinmesi gerekir ki gerek Fransız yönetiminin Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a referansla dile getirdiği “İslam’ın dış güçlerin etkisinden kurtarılacağı” yaklaşımının sorumlusu ne Türkiye ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Fransız devletinin İslam’ı çerçeveleme çabalarını 1980’li yıllara kadar götürebilirsek de zaman zaman Fransız devletinin bu algı operasyonunun etkisinde kalan çevrelerin asıl odaklanmaları gereken yeri doğru kavramaları ve hedef saptırıcı algı oyunlarının ötesine geçerek düşünmeleri gereken şudur: Fransa’nın İslam dini ve Müslümanlarla sorunu ne Erdoğan ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti ile başlamıştır. Bu sorun Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgaliyle başlamıştır.