“Avrupa Siyasi Topluluğu”nun (AST) oluşturulması fikri, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 9 Mayıs 2022’de Strazburg’da gerçekleştirdiği konuşmasında ilk kez gündeme getirmesinin ardından tartışılmaya başlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ise Avrupa Kıtası’nda alarm çanlarının çalmasına neden oldu. Avrupa Birliği (AB) bir yandan Moskova yönetimine çeşitli yaptırımlar uygularken bir yandan da Rusya’nın enerji silahıyla tehdit ettiği Avrupa Kıtası’nda istikrarı sağlayacak ve kıta güvenliğini güvence altına alacak yeni yöntemler aramaktadır. Bu açıdan Cumhurbaşkanı Macron, AST adlı ve AB üyesi olmayan devletleri de kapsayan bir yapıyı gündeme getirmişti. Peki AST fikrinin amacı nedir? Bu öneri gerçekçi midir? Toplululuğun kurulması halinde AB’nin topluluğun parçası olacak diğer devletlerle ilişkisi nasıl şekillenir? Uzmanlar bu soruları SETA için yanıtladı.
Hazırlayan Hüsna Kosif
Uzmanlar Vişne Korkmaz Özgür Ünal Eriş Ferhat Pirinççi Talha Köse Magdalena Kumelska-Koniecko
Vişne Korkmaz Nişantaşı Üniversitesi
Cumhurbaşkanı Macron, Avrupa Günü’nde AST adlı yeni bir girişim başlatmıştır. Aslında AB sınırlarını aşan bir Avrupa siyasi alanının olması yeni bir fikir değildir. Uzmanlar eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın 1989 tarihli Avrupa Konfederasyonu önerisini anımsayacaktır. Nitekim AB üyesi olmayan ülkelerle ortaklık kurmak amacıyla günümüze dek Avrupa Komşuluk Politikası, Doğu Ortaklığı, Avrupa Akdeniz Politikası ve Akdeniz için Birlik gibi farklı stratejiler geliştirilmiş; Batı Balkanlar ve Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlanmıştır. Ancak (kimileri “kurum hariç her şeyi” sunan) bu çabalar ortakların Brüksel ile daha derin, daha yoğun, kesintisiz, net ve eşit ilişkiler kurma arzusunu tatmin etmemektedir. Ayrıca bugün AB’nin kurumsal çerçevesinin öncesinde bir Avrupa siyasi kimliği tasarlama ihtiyacı şu sebeplerden kaynaklanmaktadır:
Ukrayna, Gürcistan ve Moldova AB üyeliğine başvurmuştur. Ancak bu devletler Rusya Federasyonu ile Batı arasında mevcut ve muhtemel stratejik rekabette çatışma alanları olarak ortaya çıkmaktadır. Ukrayna başta olmak üzere bu devletler hızla üyeliğe alınmayı beklemesine rağmen AB yetkilileri söz konusu sürecin yıllar (ve hatta Ukrayna örneğinde onlarca yıl) alacağı uyarısında bulunmaktadır.
Üstelik Ukrayna’ya hızlandırılmış bir üyelik imkanı sağlanması çeşitli sorunlar meydana getirebilmektedir. Öncelikle AB Antlaşması’nın savunmayla ilgili olan 47/2 sayılı maddesi açısından Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün zaten tehlikede olması problemlidir. İlaveten Batı Balkan devletleri ellerinde net bir takvim olmaksızın aday profili çizmekte ve Türkiye –AB’ye giden yolun sorunsuz olmamasına rağmen– aday statüsünde bulunmaktadır. Bu nedenlerle Batı Balkanlar ve Türkiye’yi es geçmek AB’nin genişleme stratejisi ve dış ilişkilerinde bir tutarsızlık teşkil edebilecektir. Bu koşullar altında Brüksel söz konusu devletlerden gelen talepleri reddetmek veya bunlara özel üyelik yolları açmak yerine üçüncü bir yola ihtiyaç duymaktadır. Macron’un AST önerisinin de uygun bir üçüncü yol olduğu anlaşılmaktadır. Bilhassa AST fikrini destekleyenler, “siyasi topluluk” kavramını vurgulayarak ilk AST toplantısına davet edilen devletlerin –AB kurumsal çerçevesinin parçası olmasalar bile– “Avrupalılık” kavramının parçası olduklarını netleştirmektedir. Bu anlayış AB’nin bilhassa günümüzde olduğu gibi kriz dönemlerinde diğer aktörlere yönelik tutarlı bir ortaklık stratejisi geliştirme konusunda aşırı bürokratik, karmaşık, ideolojik-normatif ve yavaş olmakla itham edilmesi nedeniyle önemlidir.
Burada eleştirel sesleri iki temel sebeple duymak mümkündür: (i) Üyelik ihtimali olan devletler, AB üyeliğine alternatif hiçbir yapının parçası olmayı tercih etmemektedir. Bu nedenle Batı Balkan devletleri ile Türkiye’nin halihazırda AST’nin AB üyeliğine bir alternatif olmadığını vurgulaması şaşırtıcı değildir. (ii) AST’nin hangi açıdan bir yenilik olduğunun kavranılmasında güçlük çekilmektedir. AB ve Avrupalılar, dış ilişkilerinde birbiriyle üst üste binen muhtelif bir ortaklık stratejisine sahiptir. Dolayısıyla Brüksel, AST ile birlikte iç içe geçmiş bu programların uzun listesine yeni bir girişim eklemiş gibi gözükmektedir. Kimilerine göre AB tümleşik bir dış politika ve güvenlik politikasına sahip değildir. AB üyeleri Rusya yaptırımları konusunda mutabakata varmış ve Ukrayna’nın yanında yer almışsa da Birlik kimi üyelerine bazı muafiyetler tanımak durumunda kalmıştır. Günümüzde de üye devletler arasında Avrupa değerleri, göç politikası ve Rusya ile nasıl başa çıkılacağı konularında görüş ayrılıkları mevcuttur. Dolayısıyla bazı uzmanlar AST’nin üye ülkeler arasındaki farklılıkları yansıtacağını ve tutarlı bir görüntü vermeyeceğini savunmaktadır.
Bazıları ise AST’yi “Macron’un yeni büyük projesi” olarak eleştirmekte ve bu girişimin aslında Paris’in stratejik otonomi arzusunu perdelemeye yaradığını söylemektedir. Bu eleştirmenler bazı konularda haklı olsa da konjonktürel ihtiyaçlar ve Brüksel’in AB sınırlarının ötesinde bir stratejik aktör olma arzusu nedeniyle AST, AB için kendi sınırlarının dışındaki stratejik aktörlerle (ve bilhassa AB üyesi olmayan NATO üyeleriyle) ilişkilerini revize etmek açısından bir fırsat penceresi sunmaktadır.
AB’nin stratejik vizyonunu temsil eden Stratejik Pusula (SP) Birliğin ilgi alanının oldukça kapsamlı olduğunu ve Arktik Bölgesi’nden Afrika’ya ve Pasifik’ten Körfez’e kadar uzandığını göstermektedir. Böylece Brüksel, Avrupalıların bu geniş ilgi alanında karşılaştıkları risk ve fırsatlar noktasında ortaklara, ortaklıklara ve iş birliği mekanizmalarına ihtiyaç duyduğunu kabul etmektedir. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşının (enerji krizi başta olmak üzere) olumsuz etkileri Avrupa’nın enerji üreticilerine ve transit ülkelere erişimini ve bunlarla ortaklıklarını güçlendirme ihtiyacını artırmıştır. Bu nedenle AST’nin SP kapsamında ortaya koyulan genel vizyonun bir siyasi ve psikolojik uzantısı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim SP’de NATO’ya özel önem verilmesi nedeniyle çoğu gözlemci AB’nin AST üzerinden kendi üyesi olmamakla birlikte NATO müttefiki olan iki önemli devlete bakışını yeniden düzenleyebileceğine inanmaktadır. Böylece Londra ve Ankara, AB yörüngesinde konumlandırılacaktır.
Burada hem Brüksel hem de Ankara açısından bir fırsat penceresi oluşabileceği açıktır. Düzenli ve etkili bir diyalog ve iş birliği platformu olarak işlev görmesi halinde AST, Türkiye ve AB arasında güven artırıcı bir mekanizma olabilecektir. Bu yapı AB üyeliğinin alternatifi olmasa da Ankara’nın ilgili taraflarla işlevsel iş birliklerine her zaman sıcak baktığı bilinmektedir. Bu durum bilhassa iş birliklerinin fayda sağladığı ve Ankara ile ortakların karşılıklı ilişkilerine eklemlenebileceği durumlarda geçerlidir. Belçika ve Fransa gibi bazı AB üyeleri açısından ise AST, Türkiye ile ilişkilerini normalleştirmek ve kendileri ile Ankara arasında komşu bölgelerde süregelen rekabetin düzeyini kontrol altında tutmak için bir vasıta olabilecektir. Zaten bu tür çok taraflı çerçeveler de Ankara’nın diplomasi perspektifiyle uyumludur.
Özgür Ünal Eriş 29 Mayıs Üniversitesi
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Mayıs 2022’de ortaya attığı AST fikri, François Mitterrand’ın 1989’da yani Soğuk Savaş’ın son günlerinde yaptığı bir öneriyle dikkat çekici benzerlikler göstermektedir. O dönemde Mitterrand, Soğuk Savaş’ın ortaya çıkardığı sınamalarla başa çıkmak için Avrupa’yı birleştirecek bir Avrupa Konfederasyonu kurulması teklifinde bulunmuş ancak bu projeyi hayata geçirememiştir. Bir başka Fransız devlet başkanı tarafından Rusya-Ukrayna savaşının ortasında gündeme getirilen Avrupa’yı bir araya getirme fikrinin başarılı olup olmayacağı henüz bilinmemektedir.
Önerisine yönelik eleştirileri bertaraf etmek için Macron, AST’nin genişlemeye bir alternatif teşkil etmeyeceğini; bunun yerine Avrupa Kıtası’nın ister merkezindeki isterse çevresindeki tüm devletleri bir araya getirerek güvenlik, savunma, enerji ve göç gibi müşterek meselelerin tartışılmasına ve bu alanlarda iş birliğine hizmet edeceğini söylemiştir. Tüm devletlerle iş birliği yapmak AB üyelerinin güvenliğini güvence altına almak için gereklidir. Uzun ve yavaş bir süreç olan genişleme de güvenliğin sağlanmasına hizmet etmektedir.
AB’nin kapıları üyelik hedefi olan Kuzey Makedonya, Arnavutluk, Türkiye ve hatta Ukrayna ve Gürcistan gibi devletlere açık kaldığı sürece bu platformun Avrupa Kıtası’nda güvenliği sağlama potansiyeli bulunmaktadır. Genişleme sonrasında reforme edilmemiş bir AB’nin veto hakkı olan çok parçalı bir yürütme organına dönüşeceği ve bu belirsizlik döneminde güvenliği sağlayamayacağı aşikardır. AST de bu sorunun çözümü için geliştirilmiş kapsamlı bir çaba olarak görülmektedir. Ancak bu yapının iddialı hedeflerle bezenmiş daha net bir misyon ortaya koyması, başarılı ve potansiyelli olarak addedilmesi için uzun vadeli bir takvim oluşturması gerekmektedir. 6 Ekim’de gerçekleşen Prag Zirvesi’nin bu sonuçları doğurma ihtimali vardır.
Rusya-Ukrayna savaşını çevreleyen jeopolitik iklimde Türkiye’nin stratejik konumu ve AB açısından bir müttefik olarak değeri çok daha açık ve önemli hale gelmiştir. Bu nedenle Türkiye’nin AST girişiminin önemli üyelerinden biri olması şaşırtıcı değildir. Yine de Ankara’nın 2005’ten bu yana tam üyelik müzakerelerinde bulunduğu unutulmamalıdır. Bu kapsamda çok sayıda engelleme ve hayal kırıklığı yaşanmasına rağmen Türkiye’nin tam üyeliğine yönelik kuşkuların sorumluluğunu tarafların birbirine yüklemesi için doğru bir zaman değildir. AB ve Türkiye bu platformu kullanarak birbirini anlamalı ve birbirinin güvenliğini ilgilendiren konularda daha yakın iş birliğine açık olduklarını göstermelidir. Bu yeni platformun Türkiye’nin gelecekte AB üyesi olacak bir devlet olarak konumunu pekiştirmesi açısından faydalı ve üretken bir yol olmasını; ayrıca karşılıklı anlayışı ve ortak değerler konusunda iş birliğini artırmasını ümit ediyorum.
SETA
İlk soruya cevaben AST’nin kuruluş amacının diğerlerinden daha kapsamlı bir alternatif platform oluşturmak olduğunu düşünüyorum. AST’nin zamanlamasına ve bağlamına baktığımızda bazı mesajlar alıyoruz. Örneğin Rus saldırganlığı veya Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi aciliyet arz eden bir durum var ve tüm tarafların birlikte hareket etmesi veya en azından eş güdüm içinde hareket ederek Ukrayna’da süregelen krizin ortaya çıkardığı zorlukları dengelemesi yahut aşması gerekiyor.
İkinci soruyu –yani bu projenin gerçekçi olup olmadığını– kısaca yanıtlamam gerekirse, bunun pek gerçekçi olmadığını söyleyebilirim. Zira bu girişimin gerçekçi olup olmadığı veya sonuç üretip üretmeyeceği bazı faktörlere bağlıdır. Öncelikle temel sorun kimin bu sürece liderlik edeceğidir. Yani Fransa gibi belirli bir ülke bu süreci domine edecek mi, etmeyecek mi? Ancak burada asıl mesele bu ülkenin kendi gündemini bu mekanizmaya dayatıp dayatmayacağıdır. Kanaatimce ikinci husus katılımcıların iradesidir. Yani katılımcılar kendilerini davet edenlerle veya koordinatörlerle aynı görüşte midir yoksa birilerinin peşine takılarak mı buraya iştirak ettiler? Bu tür ittifak veya mekanizmalarda tarafların müşterek bir tehdit algısı veya ortak çıkarlar gibi ortak zemine sahip olması gerekir. Bir açıdan ortak çıkarları olduğu doğru olsa da asıl mesele maliyetler olacaktır. Bir başka deyişle bir adımı atmak diğerlerine göre daha maliyetli olabilir ve bu da AST’nin etkisine doğrudan tesir edebilir. Yani AST gibi mekanizmaları ortaya çıkarmak kolaydır ancak benim bu yapının etkili olacağına dair ciddi şüphelerim var.
Üçüncü soruyu şöyle yanıtlayabilirim: AST’nin kuruluşu örneğin Türkiye-AB ilişkilerine nasıl etki edecektir? Esasen ben AST’nin –en azından Türkiye’nin nazarında– Birlik üyeliğinin yedeği veya alternatifi olarak görüleceğini düşünmüyorum. Ayrıca AB üye devletlerinin çoğu açısından da durumun aynı olduğu kanaatindeyim. Evet bunun bir alternatif teşkil ettiği veya üyelik ve genişleme süreçlerini uzatmaya yönelik bir girişim olduğu gibi bazı eleştiri ve itirazlarda bulunulmuştur. Ancak öncü aktörün –ki bu ekseriyetle Fransa’dır– bu durumu nasıl değerlendireceğini göreceğiz. Yine de her halükarda Türkiye-AB ilişkilerinde yavaş ve neredeyse donmuş bir üyelik süreci devam ediyor ve son gelişmelerin bu ilişkileri doğrudan etkileyeceği görüşünde değilim.