15 Temmuz süreci, AK Parti ve Erdoğan’ı tasfiye etme girişiminde sıklıkla başvurulan demokratik siyasetin kurallarının dışına çıkma eğiliminin zirve yaptığı bir dönem oldu. Süreç, darbe için aylar öncesine giden bir zemin hazırlanmasını, darbeye gerekli pratik ve söylemsel desteğin verilmesini ve darbe girişiminin başarısız olmasından sonra da sulandırılarak örtbas edilmesini kapsıyor
Darbenin Hazırlıkları Otoriterlik, radikal İslam ve yolsuzluk gibi söylemler, 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde AK Parti’nin yakaladığı başarı ve terörle mücadelenin gündemin birinci maddesi olması nedeniyle kısmen zayıfladı. Bu durumun yarattığı hayal kırıklığı, ülkede şiddet ve kaosun artırılması ve buna uygun olarak da siyasi iradenin kontrolü kaybedip ordunun iktidara el koyacağı söyleminin piyasaya sürülmesine yol açtı. Darbe çağrıları bazılarınca siyasi iktidarın zaafiyeti ve yetersizliği iddiası üzerine kurulurken, özellikle son aylarda yaşanan kanlı terör saldırıları sonrasında, diğer bir iddia ise PKK terörüyle mücadelede artan prestijinin etkisiyle ordunun tekrardan siyasete müdahil olmaya başlayacağında temellendiriliyordu. 30 Mayıs’ta Foreign Affairs dergisinde Gönül Tol imzasıyla yayımlanan “Turkey’s Next Military Coup” başlıklı yazı buna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Yine American Enterprise Institute’te eski bir Pentagon çalışanı olan Michael Rubin, Mart ayında yayımladığı bir makalede Türkiye’de darbe için uygun bir ortamın oluştuğu ve ABD’nin yeni başkan adaylarının darbeye sözde karşı çıkacaklarını ancak darbecilerle birlikte çalışacaklarını yazıyordu. Rubin’in bu yazısı Türkiye’de sol medyada alkışlanarak, “Bir süredir fısıltı halinde yayılan ‘Türkiye’de askeri darbe’ iddiaları daha gür bir şekilde dillendiriliyor” şeklinde takdim edilmekteydi.
Ayrıca son dönemde Türkiye’de muhalif yayın organlarında Rıza Türmen ve Tarhan Erdem’in başını çektiği gazeteciler, demokratik siyaset içerisinde ve parti siyasetiyle iktidarı indirmenin mümkün olmadığı, bunun için sokak eylemleri yapacak bir “demokrasi cephesi”nin oluşturulması gerektiği tezini işlemeye başladılar. Böylesi “sivil” bir oluşum, 1960 askeri darbesi gibi daha önceki “başarılı” darbelerde alınan psikolojik ve halk desteğini anımsatmaktaydı.
Darbe girişimi süresince Batılı devletlerin ve siyasilerin sessizliği gözden kaçmadı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Batı dünyasının sözcüsü gibi hareket ettiği süreçte öncelikle, artık bayatlamaya yüz tutmuş “Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere saygı göstermesi gerektiği” açıklamasını yaptı. Ayrıca Wall Street Journal’ın ABD’li yetkililere dayandırdığı haberine göre, istihbarat birimleri Beyaz Saray’a darbe girişiminin meşru olduğunu iletmişlerdi. Daha sonrasında ABD’nin darbe girişimine sessiz kaldığı eleştirisine ise Kerry, “Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girer” şeklinde bir tehditle karşılık verdi. Kerry, darbe girişiminin başarısız olmasından sonra ise FETÖ liderinin Türkiye’ye iadesi konusunda işi yokuşa sürmeye çalıştı. ABD’li yetkililer bir yandan Türkiye’den kanıt göstermesini talep ederken diğer yandan da kendilerine resmi bir talep gelmediğini gündemde tuttular.
Avrupa Birliği (AB) ise darbecilere idam cezası verilmesi çağrıları üzerine, idam cezası yeniden yürürlüğe konursa Türkiye’nin AB üyeliğinin askıya alınabileceği mesajıyla gözdağı veriyordu.
Batı Basını Darbecilerin Yanında
Darbe girişimi süresince yüz kızartıcı bir performans sergileyen Batı basınında birbirinden “ilginç” analizler yapıldı. Öncelikle darbe girişimi sıcaklığını korurken Batılı büyük medya kuruluşu temsilcileri FETÖ lideri Fethullah Gülen’le Pennsylvania’daki konutunda bir röportaj gerçekleştirdiler. Röportajda öne çıkarılan mesaj, Gülen’in darbecilerle bir ilişiğinin olmadığıydı. Amerikan Fox haber kanalına konuşan emekli Yarbay Ralph Peters ise Türkiye’nin “İslamileşme tehlikesi”nden dem vurarak darbenin Türkiye’de demokrasi için son umut olduğunu söylüyordu. Bazıları ise Erdoğan’ın “otoriter” ve “baskıcı” politikalarının darbeye neden olduğunu iddia ederek darbe girişimini sulandırmaya ve aktörlerini gizlemeye çalışıyordu. Yine Guardian’da Alev Scott imzalı bir yazıda darbeye karşı koyan göstericiler “şiddet yanlısı çete” şeklinde nitelenerek darbeye destek çıkıyordu. Darbe sonrası New York Times’ta yayımlanan bir yazıda ise darbeyi püskürten halk “sürü” olarak nitelendirilerek aşağılanıyordu.
Darbeciler ile AK Parti hükümeti aynı kefeye konarak Türkiye demokrasisinin çifte kuşatma altında olduğuna yönelik zorlama yorumlar da Batılı medya organlarının sayfalarında yerini alıyordu. Türkiye’de muhalifler tarafından da paylaşılan “iddialı” bir analize göre ise darbe Erdoğan tarafından başkanlığa geçişi mümkün kılmak ve gücünü daha da pekiştirmek için kurgulanmıştı. Hatta bazı Erdoğan karşıtları Erdoğan ile Gülen arasında örtük bir işbirliğinden bahsedecek kadar ileri gittiler. Son olarak ABD merkezli istihbarat şirketi olan Stratfor, darbe girişimi sırasında öncelikle Erdoğan’ın Almanya’ya iltica isteğinde bulunduğu yönünde bir algı operasyonuna girişirken diğer yandan da Erdoğan’ın saldırıdan kurtulmak için Marmaris’ten kalkan ve gizlenmeye çalışan uçağının rotası hakkında pek alışılmadık bir şekilde seri tweetler atarak bilgi sunuyordu.
Batı Darbe Girişimini Sulandırdı
Darbe girişiminin başarısız olması sonrasında ise Batı medyasında büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı hakimdi.
Darbenin başarısız olmasının Erdoğan’ı ve muhafazakar siyaseti daha da güçlendirerek laikliğin kuşatma altında olduğu öne çıkarıldı. Örneğin BBC Türkçe masası darbe girişimi sonrası devlet organlarında yapılan temizliği, muhafazakar-dindar iktidarın liberal-seküler kesime yönelik bir kuşatma harekatı olduğu şeklinde vermekteydi. Yine, Tim Arango, 18 Temmuz’da New York Times’ta yayımlanan yazısında darbenin başarısız olmasıyla bildik oryantalist “Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına sürüklendiği” tezini ön plana çıkarıyordu. OpenDemocracy adlı blogda yazan Cihan Tuğal ise darbenin püskürtülmesini “neo-faşizm”in zaferi olarak tanımlıyordu. Darbe girişimine yönelik halkın zaferini sulandırmaya çalışan bu yazıların yanında daha “soğukkanlı” eleştiriler de yer aldı. Mesela Stratfor, darbe sonrasında Türkiye’nin bölgesindeki tehditlere karşı daha savunmasız kalacağı tezini öne çıkarıyordu. Benzer analizler ülke içinde de yapılmaktaydı. Buna göre darbe girişimi sonrası orduya yönelik kontrol ve temizlik PKK ile mücadelede zaaf oluşturma tehdidi içermekteydi.
Sonuç olarak hem bazı Batılı siyasilerin hem de bazı medya organlarının darbeye zemin hazırladıkları görülüyor. Gerçekten de sürekli bir “olağanüstü hal” içerisinde tutulan ülke siyasetinin normalleşmesi engellenmekte ve siyaset-dışı müdahaleler için gerekli zemin saklı tutulmaktadır. Batı’nın darbe sürecindeki tutumu ise tam anlamıyla utanç vericiydi. Çıkarlar uğruna demokrasi gibi Batı’yı Batı yapan ilkeler de açıkça göz ardı edildi. Neticede Batı hem istediğini elde edemeyerek prestij kaybı yaşarken, Türkiye’de demokratik siyaset ve toplumsal bağlar ise güç kazandı.
[Kriter, 3 Ağustos 2016].