Suriye krizinin nasıl ve ne zaman biteceğine yönelik sorular daha önce de gündeme geldi, son zamanlarda fazlaca sorulmaya başlandı.
Bu gayet doğal. Çünkü krizin boyutu, Suriyelileri ve mesele ile ilgilenen siyasetçi, gazeteci ve akademisyenlerin ilgilendiği düzeyin çok ötesine geçti.
Hemen hemen herkes krizin ürettiği sonuçlardan yorulmuş durumda.
Suriyeliler açısından bakıldığında en dramatik sonuçlarla yüz yüze kaldıkları apaçık ortada. Ülke nüfusunun üçte ikisi evini barkını terk etmek zorunda kaldı. Ya Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi komşu ülkelere ya da ülke içinde çatışmanın daha az yaşandığı bölgelere göç ettiler. Dil bilseler de bilmeseler de gittikleri yerlerde hayatlarını yeniden kurmak zorunda kaldılar.
Her gün haberlere konu olmakta ve ister istemez medya aracılığıyla insanların gündemine gelmekteler. Hem de hiç istemedikleri halde.
Beceriksiz siyasetçiler ve nobran sanatçılar tarafından muhalefet malzemesi olarak kullanılmaları da cabası. Ülke siyasetinin gündeminin mültecilerle bir şekilde ilişkilendirilmesi insanları kestirmeden başlıktaki soruyu sormaya itiyor.
Gündem yalnızca mülteciler mi, elbette ki değil.
ABD ile karşı karşıya gelmemiz de, terör sorununun ısınması ve ölçek değiştirmesi de, Türkiye'nin kabuğunu kırarak sınır dışı operasyonlara imza atması da hep Suriye krizi ile ilişkili.
Türkiye bu krize hapsolmayarak çeşitli siyasi açılımlara imza attıysa da önceliğimiz Suriye krizi ve ilişkili meseleler oldu. Haliyle hemen hemen her meşrepten insanın gündemini işgal etti.
O halde başlıktaki soruyu ciddiye almakta fayda var.
Krizin bitmesi için bir çok mekanizma oluşturulduysa da başarılı olamadı. Cenevre görüşmeleri başladığında bir ümit ışığı belirmişti ancak bu ümit hızlıca tükendi. ABD'nin Esed karşıtı açıklamalarına rağmen hareketsiz kalması krizin tırmanmasından başka bir sonuç üretmedi.
Rusya ve İran krizi Esed lehine sonuçlandırmak için var güçleriyle müdahil oldular, ancak onların da çabası sonuçsuz kaldı.
Astana görüşmeleri önemli bir mesafe kaydetmişken Rusya ve İran'ın maksimalist beklentileri, daha büyük krizlerin önünü açma riskini taşır hale geldi.
Muhaliflerin tamamen imha edilmesi ile krizin biteceğini düşünüyorlar.
Halbuki böylesi girişimler, çok daha büyük maliyetler üretecek bir potansiyele sahip. Muhaliflerin tamamen terör parantezine alınmaları demek, Suriye'nin geleceğinde teröre, toplumsal çatışmalara yol açılması anlamına geliyor.
Saddam sonrası Irak'ın bir toplumsal bütünleşmeden yoksun oluşu ABD ve İran eliyle uygulanan benzer politikaların bir sonucu.
Kaldı ki Esed'e muhalif olan kesimler yalnızca silahlı gruplar değil. Bütün yorgunluğa ve baskıya rağmen Cuma günü gerçekleşen gösteri bunun en açık göstergesi.
Dolayısıyla Suriye'de muhaliflerin imha edilmesi üzerine düşünülen bir zafer ilanı Suriye'nin geleceğinde büyük yaralar açacak. Kendini güvende hissetmeyen grup ve bireylerin daha da radikalleşmesi zor olmayacak. Tıpkı 2004 ile 2014 yılları arasında Irak'ta olduğu gibi. Ve çatışmalar sona erse dahi Suriye'nin yeniden inşası ve normalleşmesi mümkün olmayacak.
Türkiye bu senaryonun önüne geçmek için var gücüyle çalışmakta. Geçen hafta gerçekleşen Tahran zirvesinde de hedef buydu, Cumhurbaşkanı'nın Pazartesi günü gerçekleşmesi beklenen Rusya ziyaretinin amacı da.
[Fikriyat, 16 Eylül 2018].