SETA > Yorum |
Herşeye Rağmen Türkiye Ekonomisi Büyüyor

Herşeye Rağmen Türkiye Ekonomisi Büyüyor

Global ekonomik kriz, uluslararası kurum ve kuruluşların olumsuz analizleri, kredi derecelendirme kuruluşlarının not tehditleri, 17 Aralık süreci, yerel seçimler gibi faktörlere rağmen, ekonominin gerçekleştirdiği bu ekonomik büyüme performans ve şoklara dayanıklılık göstergesi olmuştur.

Türkiye, 2014 yılına 2013 Mayıs ayında yaşanan Gezi ve 17 Aralık girişiminin ortak çabası olan ekonomik kaos algısının hakim olduğu bir ortamda girdi. Gezi olaylarına kadar ülke risk primi düşen, IMF ile yeni bir stand-by anlaşması yapmayan, faizlerin düşük seyrettiği, büyüme trendine ve yatırımlarına devam eden, siyasal ve ekonomik şartların uygun olduğu bir ülke görünümünde olan Türkiye, Gezi'yle başlayan ve 17 Aralık'la devam eden siyasete müdahale girişimleriyle bir anda politik riskin yükseldiği ve geleceği belirsiz ülke konumuna getirilmeye çalışıldı.

İlk olarak Gezi olaylarıyla siyasetin vesayetlerle şekillendirilmesi ve ekonomide bir kriz algısı oluşturma çabası, 17 Aralık girişimiyle sonuç vermiş ve Merkez Bankası da Türk Lirası'nın değer kaybını önlemek ve fiyat istikrarını sağlamak gerekçeleriyle 28 Ocak 2014 tarihinde yüzde 5,5 gibi rekor oranında faiz artırımı kararı aldı. Ancak, Türkiye ekonomisinin sahip olduğu kamu maliyesi göstergeleri, sağlam bankacılık sektörü, güçlü reel sektör ve hane halkının düşük borç oranları ekonomiyi dış şoklara karşı koruyan başlıca faktörlerin olmasına rağmen bu oranda bir faiz yükseltilmesinin gerekçesi anlaşılamamıştır. Merkez Bankası tarafından yüzde 5,5 gibi rekor bir şekilde yükseltilen politika faiz oranında 22 Mayıs 2014 tarihinde yarım puanlık bir düşüş gerçekleştirmiş, ancak bu oran beklentilerinin altında kalmıştır. Böylece, politika faiz oranlarında birinci olan Brezilya'nın ardından Türkiye en yüksek faiz oranına sahip ikinci ülke olarak kalmaya devam etmiştir.

KURUMSAL VESAYETLER

Merkez Bankası'nın uyguladığı bu strateji ile önceki dönem Merkez Bankalarının sürekli uyguladığı 'yüksek faiz' in sebep olduğu yapısal sorunlar düşünüldüğünde bu tutumun değişmesinin ne kadar önemli olduğu açıktır. Faizlerin yüksek kalmasının en büyük zararı ise uzun vadede gerçeklemesi öngörülen yatırımlar nezdindedir. Türkiye hedeflediği ekonomik göstergelere ulaşması için faizlerin düşük olması gerekmektedir. Ayrıca, faizlerin yükselmesi ile ülkeye girecek spekülatif sermaye ve neden olduğu TL değerlenmesi ile oluşacak yüksek miktardaki ithalat dolayısıyla cari açık problemi ile karşılaşmamak için faizlerin düşük kalması ciddi önem arz etmektedir.

Diğer taraftan, başta kredi derecelendirme kuruluşları olmak üzere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası 17 Aralık darbe süreci ve 30 Mart yerel seçimlerini gerekçe göstererek Türkiye için 2014 büyüme tahminini aşağı yönlü revize etmiştir. Uluslararası kurum ve kuruluşların yaptıkları bu değerlendirmelerin yanı sıra, TÜSİAD'ın Türkiye'nin şartlarının yabancı sermaye için uygun olmadığına yönelik açıklamaları ise, algı yönetiminin ulusal tarafını oluşturmaktaydı. Ayrıca, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları yerel seçimlerin hemen ardından, faizlerin düşme riskine karşı art arda ekonomik istikrarı bahane gösteren olumsuz açıklamalar yapmışlardır. Oysa ki AK Parti'nin bu kadar yüksek katılımlı bir seçimde yüzde 45 oranında oy almış olması ekonomik ve siyasi istikrarı misliyle perçinlemiştir. Ancak, Türkiye'nin 2000'li yıllarda başlayan dönüşümünü iyi okuyamayanlar, 1990'lı yılların ekonomi ezberleriyle hareket ederek makroekonomik göstergeleri etkileyebileceğini düşünmektedirler. Özellikle 30 Mart yerel seçimlerinin akabinde açıklanan 2013 yılı yüzde 4'lük büyümenin 2014 yılı için referans olamayacağını, Gezi, 17 Aralık ve kurumsal vesayetlerin savunucuları 2014 yılı ekonomik değişkenlerinin negatif seyir izleyeceğini iddia etmişlerdir. 2014 yılı ilk çeyrekte gerçekleşen yüzde 4,3'lük büyüme oranı ise yalnızca Türkiye'nin üretmeye ve büyümeye devam ettiğini değil, aynı zamanda maruz kaldığı iç ve dış şoklar karşısındaki dayanıklılığını da göstermiştir.

Bu süreçte makroekonomik göstergelerin Türkiye aleyhine olacağını öngörenler, 2013 yılı son çeyrek ve 2013 yılı büyüme rakamlarının sırasıyla yüzde 4,4 ve 4 gerçekleşmesiyle 2014 yılına umut bağladılar. Bu nedenle açıklanan yüzde 4,3'lük 2014 yılı ilk çeyrek büyüme rakamı, Türkiye'nin büyümeye devam ettiğini gösteren bir veri olmaktan çok daha fazla anlam taşımaktadır. Dolayısıyla, diğer dönemlerde gerçekleşen büyüme oranlarından farklı olarak 2014 yılı birinci çeyrek büyüme oranı yalnızca ekonomik olarak değil siyasal olarak da farklı anlam taşımaktadır. Ayrıca, yerel seçimler sonrasında ortaya çıkan siyasi istikrar ile birlikte seçim öncesi oluşturulan belirsizlik algısı yerini daha güvenli bir atmosfere bırakmıştır. Para piyasalarından gelen verilerin yanı sıra, düşen CDS risk primleri ve aynı zamanda iktisadi aktivitedeki canlanmaya dair makroekonomik göstergeler bunu ispatlamaktadır.

İHRACAT PERFORMANSI ARTIYOR

Türkiye ekonomisinde büyümenin en önemli kaynaklarından birisi olan ihracat artmaya devam etmektedir. Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı olan Euro Bölgesi, 2008 küresel ekonomik krizin etkilerinden kurtulmaya başlamış ve toparlanma sürecine girmiş olması Türkiye'nin ihracatını olumlu etkilemektedir. 2014 yılı ilk çeyrekte bir önceki yılın aynı dönemine göre ihracat yüzde 8,9 artarak 2014 yılı ilk üç aylık dönemde 40,2 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. 2014 yılı Ocak-Şubat-Mart aylarındaki artan ticaret 2014 yılı ilk çeyreğinde gerçekleşen yüzde 4,3'lük büyüme oranını destekleyen başlıca sektör olmuştur. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise bir önceki yılın aynı dönemine göre artarak yüzde 63,8'den yüzde 73,9' yükselmiştir. Bu da hem dış ticaret açığının azalmasına hem de cari açığın sürdürülebilir seviyeye inmesine katkı sağlamaktadır. 2012 ve 2013 yıllarının ilk 3 aylık dönemleriyle 2014 yılı ilk 3 aylık dönemi karşılaştırıldığında, 2014 yılına dair politik risk ve belirsizlik öngörülerinin ekonomik göstergelerle desteklenmediği açıktır.

Ayrıca, Gezi ve 17 Aralık sürecinde Türkiye'nin uluslararası imajını belirsiz ve güvensiz olarak sunmaya çalışanların temel argümanını küresel sermayenin Türkiye'den çıkacağı ve yabancı yatırımların azalacağı yönündeki tahminleri oluşturmaktaydı. Ancak 2014 yılı Ocak, Şubat ve Mart ayında ülkeye gelen yabancı sermaye miktarı, bu tahminlerin tam aksi yönündedir. Ekonomi Bakanlığı'nın verilerine göre 3 aylık toplam yabancı sermaye 2013 yılının aynı dönemine göre yüzde 50'ye yakın oranda artığı görülmüştür. Belki de en önemlisi, Dünya Yatırım Ajansları Birliği'nin Merkez'inin Cenevre'den İstanbul'a taşınıyor olması, uluslararası yatırımcılar için Türkiye'nin ne kadar önemli olduğunun, yatırımların gelişmekte olan ülkelere kayacağının ve uluslararası yatırımcıların Türkiye'yi güvenilir liman olarak gördüklerinin bir göstergesidir.

TÜRKİYE TÜM İÇ VE DIŞ MÜDAHALELERE RAĞMEN 'YENİ TÜRKİYE' HEDEFİNE YAKLAŞIYOR

Türkiye 2013 yılı Mayıs ayında başlayan ve 17 Aralık girişimleriyle desteklenen, uluslararası kurumların da katkı verdiği ekonomiye ve siyasete müdahalelerin yoğunlaştığı dönemi kararlı ve güçlü siyasal iradesiyle geride bırakabilmiştir. 2013 yılı büyüme rakamlarındaki pozitif ivmenin, 2014 yılında da süreceği olasılığı, açıklanan olumlu göstergelerle artmaktadır. İhracatın ve üretim kapasitesinin arttığı, cari açığın azaldığı, faiz artışına karşılık yabancı sermayenin gelmeye devam ettiği ve yatırımların hız kesmeden devam ettiği görülmektedir. 2014 yılı büyüme rakamları gibi ekonomik göstergeler, Türkiye'nin önünü kesmeye yönelik girişimleri bertaraf edebilme gücünü göstermesi adına ayrı önem taşımaktadır. Bugün, İstanbul finans merkezi, 3. Köprü ve 3. Havalimanı gibi proje yatırımları hayata geçirmek için çalışan, enerji piyasasında her geçen gün ağırlığı artan, ekonomik ve siyasal reformlarından taviz vermeyen Yeni Türkiye'den söz edilmesi, bu gücün gerçekliğinden kaynaklanmaktadır.

Global ekonomik kriz, uluslararası kurum ve kuruluşların olumsuz analizleri, kredi derecelendirme kuruluşlarının not tehditleri, 17 Aralık süreci, yerel seçimler gibi faktörlere rağmen, ekonominin gerçekleştirdiği bu ekonomik büyüme performans ve şoklara dayanıklılık göstergesi olmuştur. Ayrıca, tüm bu müdahalelere rağmen ekonomik göstergelerde iyileşmelerin sürmesi Türkiye ekonomisinin eski kırılgan yapısından uzaklaştığını da göstermektedir. Sonuç olarak, Türkiye'de siyasetin ve ekonominin müdahalelerle yönlendirilemeyeceği gerçeği kabul edilerek, Türkiye'ye zaman ve enerji kaybettirme alışkanlığından vazgeçilmesi gerekmektedir. Zira, bu alışkanlığın 2000'li yılların Türkiye'sinde işlerliğini kaybettiğini görebilmek çok zor değildir. Türkiye'nin değişimine ve dönüşümüne direnmektense, yeniden bir başlangıç yaparak 2023 hedefleri için ortak çaba gösterilmesi herkes için en doğru olandır.

[Yenişafak, 19 Haziran 2014]